Türkiye Sinemasında Estetik Söylemin İmkânı

Ay Vakti’nin sinema bölümünde artık ele almamızın şart olduğunu düşündüğümüz bir mesele /sorun var: Türkiye sineması ve estetik söylem. Türk(iye) sinemasında estetik bir söylemden bahsedilebilir mi? Ana akım ile bağımsız olmak üzere Türk(iye) sinemasını biçim, üslup ve konu olarak ayırmak mümkün müdür?  Özgün bir Türk(iye) sineması anlayışı için sinemanın hangi estetik değerlere sahip olması gerekir? Anlatım tarzı açısından estetik değere sahip sanat filmleri toplumda ne derece kabul görmektedir? Dahası böyle bir kabul görmüşlüğe gerek var mıdır?

1

Sinema, farklı milletlerin, farklı ekollerin, farklı tarzların yansısı bir sanat olarak, görsel, işitsel ve zihni fikriyatı bir araya getirme becerisi ile evrensel bazda ele alınabilecek yaklaşımların yanı sıra yöresel bir estetik anlayışını da ortaya koyabilmektedir. Bu bağlamda sinemayı, sanat olarak algılayan yönetmenlerin estetik bir sinema dili ortaya koydukları tarihsel bir gerçeklik olarak ortadadır. Estetik söylem bazen bireysel sinematografilerde (Tarkovsky, I. Bergman vs.) kendisini gösterirken kimi zaman da akım olarak (Yeni Dalga Sineması vs.) ortaya çıkar. Estetik söylemin her iki şekilde de aynı mantalite üzerinde gelişmekte olduğunu söyleyebiliriz. Sinemayı sanat olarak ele alıp, disiplinsel bir yaklaşımla onu geliştirmeye çalışan yönetmenler, sinema dili olarak da kendilerine belirli bir üslup belirlerler. Bu bağlamda Türkiye sinemasında sinema dilini özümseyen yönetmenlerin estetik hazza ulaştıklarını/ulaştırdıklarını söyleyebiliriz.

2

Türkiye sineması, Muhsin Ertuğrul ile başlayan serüveninde uzun yıllarını Yeşilçam’a kurban etti. Bu dönemde belirli şablonlarda, aynı konular, aynı üslup(suzluk)la defalarca çekildi. Bildik söylemlere ve bol klişelere sahip Yeşilçam, Türkiye sinemasının özgün bir sinema toprağı olması yolunda en büyük engel oldu yıllarca. Zengin kız fakir oğlan tiplemeleri, dünyayı fetheden/kurtaran Kara Murat, Tarkan vs. masalları, Türk insanı ile uzaktan yakından alakası olmayan diyalog yapıları; realist sinema algısını olabildiğince zayıflatırken bir yandan da ne olacağı belirsiz bir yola sürükledi. Bu minvalde Yılmaz Güney başta olmak üzere Yeşilçam’ın sosyalist yönetmenlerini, toplumsal gerçekçi olarak gösterme çabası da kuru bir inat ve boş bir çabadır.

Pek tabiî ki Yeşilçam’ı olduğu gibi kenara itme ve görmezden gelme sanat eleştirisi açısından yanlış bir değerlendirmedir. Biz Yeşilçam’ın estetik ve his yoksunu, sanatsal yönü olmayan ve Türkiye sinemasını meşgul edip bir yere vardıramayan tavrını yanlış buluyoruz. Öte yandan Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı” Türk sineması açısından kayda değer bir yapıt olmuştur. Erksan’ın sade sinema dili ile çok farklı bir yere sahip olan Sevmek Zamanı, hem dönemin hem de genel olarak sinemamızın en güzel eserlerinden birisidir. Burada Ömer Kavur, Ömer Lütfi Akad ve Halit Refiğ gibi isimleri de ana akımdan ayrı tutabiliriz.

3

Türkiye’de sinema şartları, algısı, anlayışı neyse ki Yeşilçam’a takılıp kalmadı. Biraz uzun sürmüş olsa da bu esaretten kurtulup yeni bir sinema profili oluşturmaya yönelik çabalar başladı. 90’lı yıllarla birlikte Yeşilçam’ın çok ötesinde realizmle paralellik gösteren, sinema tekniğini olabildiğince kadraja indirgeyen auther yönetmenleri izlemeye başladık.

Sanatsal bir kaygı ile bazen uzun kadrajlara, basit ama yoğun ve içten diyaloglara sahip bu filmler abartılı sinema anlayışını bir kenara bırakıp hayatın kıyıda köşede kalmış enstrümanlarıyla hareket ettiler. Bu estetiksel sanat anlayışı bir yandan Türkiye’de yükselen algının resmini ortaya koydu. Öte yandan kabuğunu kırması gereken sinemayı belirli bir yöne çekti. Böyle de olması gerekiyordu. Amerikan sinemasından, Fransız sinemasından vs. bahsedilirken bizim de kendine özgü bir sinemaya ihtiyacımız vardı.

4

Türkiye sinemasında estetik söyleme biraz da kuramsal kimliğinin ötesinde yönetmenler ve filmler bağlamında göz atmak gerek. Bu bağlamda belirli yönetmenleri söz konusu edelim. Örneğin sanatsal yapıyı dikkate alan bir yönetmen olarak Reha Erdem’in yapıtları psikolojik ve dahası keşmekeş insanlara yönelmesi ile oldukça sıra dışıdır. A Ay ile içerisine girdiğimiz dünya, bir yanı ile tanıdık gelse de yönetmenin zihni kurgusuyla perçinleşir. Erdem’in sinematografisi, bazen kentlerin ıssız kalmış sahillerinde filizlenen hayatların acımasız koşulları ile büyüyen ruhu (Hayat Var) konu edinirken, bazen de Anadolu’da bir köyü mekân bilmiş insanların, çocukların hayalleriyle gerçekleri arasındaki vakitlerde hümanist bir yaklaşımı (Beş Vakit) yeğler. Erdem’in sineması gündelik hayatın mizahî ironisi ile karşımıza çıkan (Korkuyorum Anne) kadrajları bazen realitenin koyu gerçeği ile yüzleştirir bizleri. Her filmi ile farklı psikolojik vakalara eğilen Reha Erdem görselliği ve ses tasarımı ile filmlerinde Türkiye sinemasında alışık olmadığımız harikaları da gösterme çabasındadır.

Estetik söyleme, sanatsal bakışa dâhil olacak bir diğer yönetmen ise Derviş Zaim! Geleneksel sanatları filmlerine uyarlayarak farklı bir bakışı ortaya koyan Zaim, hat sanatını (Nokta), minyatürü (Cenneti Beklerken) sinematografisine almayı başardı. Zaim’in hikâye üslubu doğal olduğu kadar bazen naif bir Osmanlı sanatçısı (Cenneti Beklerken) ile bazen de Kuran hattatının pişmanlığı ve Rabbe yakarışı ile estetik boyut kazanır.

Nuri Bilge Ceylan sineması hem Erdem’den hem de Zaim’den ayrı olarak fotoğrafik sinema karelerinden ve gerçeğe çok yakın öykülerden beslenmektedir. Nuri Bilge Ceylan, filminde aktörlerden birini ifade ettiği üzere Tarkovsky gibi filmler çekmeyi ister. Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı Ceylan’ın ilk filmleri olması açısından ve geleceğini göstermesi bağlamında dikkate değerdir. Ceylan, en iyi filmi olarak da değerlendirilebilecek Uzak ile evrensel bir sinemaya yönelir. Ancak Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak’tan sonra İklimler ve Üç Maymun ile ivme kaybetmesi düşündürücü. Özellikle Üç Maymun ile bildik Yeşilçam senaryolarına ve klişelere yönelir Ceylan. Filmin görsel zenginliği ve yakın plan çekimleri senaryonun gölgesinde kalır.

Türkiye sinemasında estetik söylem açısından gerçeğin merkezine yönelen bir diğer yönetmen Zeki Demirgubuz’dur. Demirgubuz, sıradan insanların zor hayatlarında gezinen bazen arabeske varan hikâyeleri özgün bir sinema dili ile işler. Demirgubuz, “Kader” ile aşkın macerasına olabildiğince sarılır. Üçüncü Sayfa, C Blok, Yazgı, Demirgubuz sinemasında öne çıkan yapıtlar olmuştur.

Estetik söylem Türkiye sinemasında Semih Kaplanoğlu’nun üçlemesi Yumurta, Süt, Bal; Ahmet Uluçay’ın harika bir hikâyesi Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmi, Onur Ünlü’nün Polis filmi ile genişlemekte. Bu yönetmenlerin 90’lardan başlayan çalışmaları ile günümüzde birçok yeni ve genç yönetmenin sinema dilini önemsemesi ile öne çıktı. Seyfi Teoman’ın “Tatil Kitabı”, Mahmut Fazıl Çoşkun’un “Uzak İhtimal”i bu çabanın filmleri arasında sayılabilir.

5

Buraya kadar genel hatları ile ele almaya çalıştığımız Türkiye sinemasında estetik söylem, yıllar yılı kendine özgü bir dil bulamamış sinemamızın çıkış yoludur. Sanatı önemseyen yönetmenlerin sinemayı sanat için icra etmeleri ile estetik söylem şekillenmektedir.

Sinema gişeleri ya da halkın genel yaklaşımı bu filmler için iç açıcı değil. Halen Hollywood’dan etkilenmiş, Yeşilçam’a öykünen sanat yoksunu sözüm ona komediler ciddi olarak etkilerini devam ettiriyorlar. Aslında sanat ürünlerin kaderi de böyledir biraz.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

121-122. SAYI / EKİM-KASIM 2010 / Ay Vakti
Kaybolan, Kaybeden, Kazanan… / Ay Vakti
Kıyametler Sürülür / Mehmet Baş
Yusuf u Züleyha Mesnevisi / Hilal Yılmaz
Yeni Bir Zamanı Başlatmak / Fatih Pala
Tümünü Göster