Cezada Elif Kararı

7.

“Duydum seni.” dedi yumuşacık sesiyle okşarcasına. Ayşemin hemen sesin geldiği yöne baktı oturduğu yerden fırlayarak. Tam karşısında elinde olgun bir şeftali tutan ve yumuşacık sesi gibi yumuşacık bakışları olan, beyaz tennûreli yaşlı adam devam etti: “Nereye gitmek istediğini biliyor musun?” “Yok.” dercesine başını iki yana salladı Ayşemin. “Buraya ulaşmak için mi çıktın yola?” Yine “Yok.” dercesine başını iki yana salladı Ayşemin. “Bak şu elimdeki şeftaliye… Ne kadar olgunlaşmış. Bir de bak şu ağaçlara, hepsi daha yeni yeni çiçeklenmiş. Hiçbirinde henüz hiçbir meyve yok. O hâlde sen bu şeftaliye erişebilir misin?” Yine başını “Yok.” anlamında iki yana salladı Ayşemin, ama şaşkındı. Konuşmak istiyordu da, ne diyebileceğini pek kestiremiyordu. “Bu şeftali aslında yok.” diye devam etti yaşlı adam. “Senin bu şeftaliye ulaşabilmen için geçmesi gereken bir zaman dilimi var. Bu çiçekler tamamen açacak, ağaçlar meyve verecek, meyveler ağacın başında olgunlaşacak. İşte o zaman ancak… Her şeyin bir olgunlaşma vakti vardır, henüz o vakit gelmemiş ise beklemeyi bilmek gerekir. Gelene “git” demeyiz, ama gitmek isteyene de ‘kal’ deme hakkımız yok. Eğer buraya gelebilmişse insan sebebini de biz bilemeyiz. Takdîr edilene karşı boynumuz kıldan ince.” Ayşemin dönüp arkasında duran Daye’ye baktı. Ellerini önünde birleştirmiş, neredeyse iki büklüm olmuştu o da dinlerken. “Ben!” diyerek tekrar önüne döndüğünde Ayşemin, söyleyecekleri dilinin ucunda asılı kalıverdi. Yaşlı adam gitmişti. Artık etrafına bakınmanın yersiz olduğunu biliyordu Ayşemin. Bu yüzden bir çuval gibi yere yığılıverdi. Başını kaldırıp ileriye doğru baktığında da geceledikleri odayı hayretle farketti. “Orada değildi.” diyerek binayı gösterdi narin ve incecik sağ elini hafifçe ileri doğru uzatarak. “Burada kalmamız gerektiğine mi işaret ediyor şimdi bu?” diyerek dadısına baktı. Sorduğu soruya bir cevap beklemiyordu belli. Cevaplar kendisindeydi çünkü, artık bunu biliyordu. Önemli olan o cevabı olduğu yerden bulup çıkarabilmekti, doğru zamanda ve doğru yerde. Bitkin bir hâlde binaya doğru yürümeye başladı. Bir anda bütün istekleri sönüvermiş, öfkesi su yemiş ateşe dönmüştü. Hayâl kırıklığı mı yanaklarından süzülen yaşlara sebepti? Ne farkederdi ki, Ayşemin henüz iki adım ötesini göremeyecek kadar perdeliydi dünyaya. O perdenin varlığını keşfedebilecek miydi, ya da perdeye uzanıp onu aralayabilecek miydi, ya da perdeyi nasıl aralayacağını öğrenebilecek miydi, ya da o perdeyi çekenin kim olduğunu veya ne olduğunu çözebilecek miydi; ya da herkesin bir perdesi olduğunu, bu perdelerden kiminin hep açık kaldığını, kiminin hiç açılmadığını, kiminin arkasını gösterip kiminin bir çelik kadar sert ve ardındakini gizleyen olduğunu anlayabilecek, yani ki her çeşit perdenin var olma ihtimâlinin varlığını tartabilecek miydi? Ve birgün Ayşemin herkesin perdesini görme yeteneğini kazanabilecek ve o perdelerin ardına varmak için her karşılaştığı perdeyi açma cesareti gösterebilecek miydi? İzin verecekler miydi onun bu teşebbüsüne, yoksa Ayşemin gözlerine çekilen mili kaldıramadan ve ölçemeden derinliğini kaybolacak mıydı kendi enginliğinde? Karmakarışık bir yüzle oda kapısının önünde durduğunda tam yedi kapı geçmişlerdi. “Yedinci kapı” diye mırıldandı Daye. Sağ elini uzatıp dokundu pütürlü yüzeyine Ayşemin. Biraz daha sert sürtse parmaklarını, kıymıklar onu rahatsız etmeye başlayacaktı. Aldırmadı. Her kapının kahverengisi başkaydı. Her şeyin bir anlamı ve her şeyin bir sebebi vardı mâdem, bu değişik kahve tonlarının da gizlediği bir mâna olmalıydı. Tasavvuf hocasını hatırlayıverdi yine öyle beklerken kapı önünde: “İnsan düşünebilme yeteneğiyle süslenmiştir. Ama herkes bu yeteneği tam anlamıyla kullanamaz. Düşün Ayşemin. Ne duyarsan duydukların üzerine düşün. Ne görürsen gördüklerin üzerine düşün. Bir de duyduklarının ardında henüz duymadıkların, gördüklerinin ardında henüz görmediklerin olabileceğini düşün.”  Kapının yanından geriye doğru uzaklaşmaya başladı taş binayı bir bütün olarak görebilmek için. Daye onun içinde büyük bir kargaşa başladığını görebiliyordu. Ses çıkarmadı. Bir kenara çekilip her zamankinden daha fazla Ayşemin’i seyretmeye koyuldu. Bakışları koyulaşmıştı. Yüzü gergindi. Sırtı sanki ağır bir yük sırtlanmış gibi hafif öne eğilmişti. Geri geri tam on-iki adım attı Ayşemin ve durdu. Şimdi bulunduğu yerden taş binanın bütününü görebiliyordu. Upuzun tek katlı bina çam ağaçları arasında uzanıyordu. “Kaç kapı var?” diye mırıldandı. Sağdan sola doğru saymaya başladı kapıları. “Bir, iki, üç, dört, … otuz iki!” Daye’ye baktı durduğu yerden. “Tam otuz-iki kapı var dadı.” diye seslendi. Yeniden kapılara odakladı bakışlarını. İnsana rahat ve güvende olduğu hissini veriyordu sanki bu renk. Kahvenin otuz-iki tonu ard arda dizilmişti, değişik aralıklarla. Hiçbir aralık birbirinin eşiti gibi görünmüyordu. Ama garip bir düzen vardı bu sıralanışta, ilginç bir uyum. Taş binanın yükseldiği duvarlar, yine kahverengi damarların şekiller verdiği açık kahve, pürüzsüz oniks taşlarıyla örülmüştü. Çok yüksek olmayan çatı yukarıya doğru dikleşiyor, her kapının bulunduğu bölmeye denk düşen kısımlarda boy boy bacalar yükseliyordu. Daye yorulmuştu Ayeşmin’i beklemekten. “Bir şeyler yapmak lâzım!” diye mırıldandı. Tam bu sırada onun mırıltısını duymuş gibi Sıray belirdi yanında. “Yapmak isteyene meşgâle bulmak zor değil.” dedi usulca. Ayşemin işte o an her kapının üzerinde bir harf yazılı olduğunu fark edivermişti. “Harfler var.” diye bir sevinç çığlığı bıraktı havaya. “Bir bilmece gibi, oyun gibi her şey. Çok keyifli. Ama neden harf sırasına göre gitmemiş sıralama bilemiyorum.” Başını çevirip de Daye’nin Sıray ile yanyana durduğunu görünce onlara doğru ilerledi. “Sorsam, belki sen biliyorsundur.” diyerek atılıverdi heyecanla. “Soruları cevaplayacak olan ben değilim.” diye karşılık verdi Sıray, karşısındakini incitmemeye özen göstererek. “Eğer ısrarla sormaya devam edersen kendine ve cevabı ısrarla ararsan birgün mutlaka ulaşırsın istediğine. Arayan aradığını istisnasız bulur.” Üzerindeki hafif kumaştan yapılma elbisesi ilkbahar esintisiyle usul usul dalgalanıyordu. “Ne hoş görünüyor.” diye düşündü Ayşemin bakışlarını onun üzerinde gezdirerek. “Hoş, alımlı, bakımlı, sevimli ve güzel.” Birden, “Teşekkür ederim.” dedi Sıray. Ayşemin olduğu yerde dondu kaldı. Afallamıştı. “Neden?” diye soruverdi hayretle. Ama Sıray cevap vermeden tebessüm etmekle yetindi. Daye’ye baktı Ayşemin ürkekçe. Daye şimdi Ayşemin’in aklından geçenleri biliyordu. Ama ikisi de hiçbir şey söylemedi. Ayşemin aklından geçenleri bile kontrol etmesi gerektiğini anlamıştı işte. Diline bile söz geçiremiyorken düşüncelerini nasıl durdurabilirdi ki? “Atelyeleri ziyaret edeceğiz.” dedi Sıray. “Böylece neler yapabileceğinize karar verebilirsiniz.” Ayşemin kalmaya karar verip vermediğini düşündü ansızın. Sanki henüz emin değildi, kalmakla gitmek arası bir tereddüt vardı içinde. “Kalmalı mıyım?” diye mırıldandı taş binaya, binanın yedinci kapısına, kapının üzerindeki “ز ” harfine bakarak. Bir bilmecenin, bir bulmacanın ya da bir labirentin içinde sıkışmış gibi hissetti, daraldı içi. Daye ve Sıray birkaç adım ilerlemişlerdi bu sırada. Ayşemin’in hâlden hâle girdiğini en az Ayşemin kadar onlar da biliyordu. Demediler. Deseler de bir anlam ifade etmezdi. Ayşemin artık biliyordu. Bu, onun yolculuğuydu. Bu, onun öyküsüydü. Bu, onun çizgisiydi. Kimse istese de müdahale edemezdi. Etseler de belirlenmiş olanın değişmesine zaten izin verilmeyecekti. Olacak olan bir şekilde, öyle ya da böyle, iyi ya da kötü, az ya da çok olacaktı. Bir ses, o ses, evet aynı ses fısıldadı kulağına Ayşemin’in yine: “Harfler sırdır.” Bu sefer korkmadı ama. İrkilmedi. Ürkmedi ceylanlar gibi. Bu sesin yardıma gelmesini hatta için için bekliyordu. İnsan tek başına karar veremiyordu işte. İnsan tek başına ilerleyemiyordu işte. İnsan tek başına başaramıyordu işte. İnsan tek başına yön belirleyemiyordu işte. Teklik insan için değildi işte.

Kimdir ki gamında nâle vü zâr etmez

Derdin sana nâle ile izhâr etmez

Feryâdına hiç kimsenin yetmezsin

Feryâd ki feryâd sana kâr etmez.  (Fuzûlî)

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

121-122. SAYI / EKİM-KASIM 2010 / Ay Vakti
Kaybolan, Kaybeden, Kazanan… / Ay Vakti
Kıyametler Sürülür / Mehmet Baş
Yusuf u Züleyha Mesnevisi / Hilal Yılmaz
Yeni Bir Zamanı Başlatmak / Fatih Pala
Tümünü Göster