Olcay Yazıcı’nın vefatını duyduğumda yaklaşık 25 yıllık hâtıralar, çeyrek asırlık bir zaman dilimindeki sahneler hızla dönen bir film şeridi gibi gözümün önünden gelip geçti.
Hâfızamı zorlasam belki de 1980’li yılların başlarında bir Olcay Yazıcı portresini hatırlayacağım. En azından Türk Edebiyatı Vakfı’mız Yeşilay İşhanı’ndayken… Çünkü 1982’de ben de aynı binada Ergun Göze merhumun idaresindeki İslâm Ansiklopedisi’nde çalışıyor, ‘Çarşamba Sohbetleri’ne katılıyordum. O sıralarda görüşmüş olmalıyım, ama bu net değil. Türk Edebiyatı dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyormuş o zaman. Ama Doğuş gazetesinden Türkiye’ye geçtiğimde gazetede yeni başlamış olan veya beraber başladığımız Olcay Yazıcı’yı gayet iyi hatırlıyorum. Hurşit Akyıl’ın küçücük bir köşe olarak başlattığı kültür sanat köşesini birlikte büyüttük ve röportajlar yapmaya başladık. Müşterek çalışmalarımız semeresini vermeye başladı o zaman. Rahim Er ağabey teşvik ediyordu. Kültür haberleri, yazılar, röportajlar, derken iş büyüdü. Tam sayfa ayrılmaya başladı bölümümüze. Hatta haftanın neredeyse her günü kültür sanat röportajı veya sayfası neşrediliyordu. Yaptığımız konuşmalar iki üç güne yayılıyor ve haftanın yarısını Olcay Bey, yarısını da ben dolduruyordum. Mülâkat yaptığımız kişiler de Türkiye çapında mühim simâlardı: Mehmet Kaplan, Ömer Faruk Akün, Tarık Buğra, Halit Refiğ, Barış Banço, Ahmet Özhan, Ahmed Yüksel Özemre, vs. Cağaloğlu’nda Güle Güle Apartmanı’ndaki o uzun ve hareketli salonda, kapıya en yakın küçük masayı ikimiz müşterek kullanıyorduk. Gece gündüz yaptığımız konuşmaları teypten deşifre ediyor, kasetleri binbir zorlukla çözüyor, fotoğrafları banyo ettiriyor ve yayıma hazırlıyorduk.
Sonra “Hayatım Roman” diye bir köşe vardı. Oraya gelen yazıları okumaya başladık. Para ödüllü yazılardı ve okuyucudan büyük ilgi görüyordu. Doğrusu bu hikâyeleri adamakıllı redakte ediyor, âdeta oturup bazılarını yeniden yazıyorduk. Sonra o köşeye Ünal Bolat getirildi ve artık an’anevîleştirildi. Sanırım hâlen sürüyor bu köşe. Ve Ünal Bolat’ın adı “Hayatım Roman” ile özdeşti, hatta bu isimde birkaç kitabı da yayımlandı dostumuzun.
Yedek subaylık için gidip de döndüğümde Olcay Beyin farklı bir serviste çalıştığını gördüm. Gazetenin yazı işleri bölümünde “redaktör” olarak istihdam ediliyordu. Uzun yıllar orada dirsek çürüttü. Başkalarının berbat metinlerini düzeltmekten sıkılıyordu. Ani bir kararla gazeteden ayrıldı ve Kültür Dünyası dergisinin yöneticiliğine transfer oldu. Fatih’te çıkan bu dergiye bütün mesaisini ayırıyordu artık. Gazeteden ayrılıp bu dergiye geçmesinde Özcan Ünlü’nün dahli oldu zannediyorum. Doktor Ahmet Yıldızhan’ın sahibi olduğu dergi, kültür sanat çevrelerinde büyük ilgi görüyor, ben de o derginin yazarları arasında bulunuyordum. Birinci sınıf bir iş çıkarıyordu Olcay Bey. Ve bu gayreti, kimi takdir ediyor, kimi de görmek istemiyordu. Ama o heyecanını asla yitirmiyor, gece gündüz çalışıyordu.
Trabzon Sürmene’de 1953’te başlayan hayat. İlk ve orta tahsil yılları… Edebiyat merakı, yazı ve şiir gönderilen dergiler… Sonra gazetecilik, kültür sanat çevresi… Ardından gelen güzel eserler: Erguvan Uğultusu, Tartışmayı Tartışmak, Hüzün Yazıları, Eylül’ün Kırdığı Gül, Kitapsız Toplum, Büyük Gün/Kendimiz Olmaktan Nasıl Çıktık, Nemrut Ateşi ve Yaralı Küheylân…
Taziye Mektupları
Benim Olcay Yazıcı ile kadîm dostluğumu bilenler sağ olsunlar aradılar ve taziyede bulundular. Abdülkadir Akgündüz, Baki Günay, Meryem Aybike Sinan, Ömer Öner, Pervin Ayşe Yaşa, Saliha Malhun, Senem Gezeroğlu ilk sıralarda arayanlar arasındaydı. Tabii daha sonra telefonla taziyede bulunanlar da oldu. Bir de elektronik posta ile acımı paylaşanlar vardı. Nazif Gürdoğan, Mustafa Ruhi Şirin, Afşin Selim, Aydın Başar, Erol Afşin, Fatma Kılıç, Fırat Kızıltuğ, Hüzeyme Yeşim Koçak, İbrahim Ethem Gören, İhsan Kurt taziye gönderenler arasındaydı. Bekir Oğuzbaşaran ise Kayseri’den bir dörtlük yollamıştı. Oğuzbaşaran, “Olcay Yazıcı” için bir tarih düşürmüştü ve şöyleydi:
Osman Olcay Yazıcı, şiir dolu bir gönül
Yûnus’un dost bağında, güle sevdâlı bülbül
Yolda Hakk’a yürüdü, Pazar 12 Eylül
Mekânın Cennet olsun, “Eylül’ün Kırdığı Gül”…
Elimde kitaplaştırılmasını istediği bunun için Ömer Ziya Belviranlı ağabeye teslim ettiği, sonra bana ulaşan son şiir dosyası var: Ateşi Uyandıran Şiirler… Yayımlansın diye bir yayınevine yolladım. O kadar güzel şiirler ki… Mistik şiirin en âlâ örneklerini ortaya koyabilmiş bir sanatkârdı Olcay Yazıcı. Buna rağmen yıllarca Anadolu’da düzenlenen şiir toplantılarında görmemezlikten gelindi. Mâlum kör taassup edebiyata da sirayet ediyor zaman zaman. Son yıllarda birileri ikaz edildi de, çerden çöpten mısraları şiir diye okutanlar Olcay Yazıcı’yı keşfettiler. İyi de oldu, Kızlarağası Medresesi’nde, şiir akşamlarında, farklı mahfillerde o güzelim şiirlerini kendi sesinden dinleyebildik. Şiir dosyasından “Ansızın”ı çıkarıp okuyorum. Ölümü anlatıyor şairimiz. Zaten o ölüm düşüncesinin yakasını bir türlü bırakmadı ki. Kendisine Allah’tan rahmet diliyor, kabrinin nur mekânının cennet olmasını niyaz ediyor ve sizleri o Yûnusvarî mısralarla baş başa bırakıyorum:
Kafesten kuş uçar gibi
Bir çığlıktan kaçar gibi
Gök yarılıp göçer gibi:
“O size ansızın gelir!”
Hüzün verir belirişler
Ağıta dönüşür düşler
Yarım kalır bütün işler:
“O size ansızın gelir!”
Kurduğunuz hayâl-mesken
Hatırlamaz, hiç ummazken:
Kâh geçinden, kâh çok erken:
“O size ansızın gelir!
”Sayılı gün tez bitecek
Son menzilde dizgini çek
Ölüm denen, ölmez gerçek:
“O size ansızın gelir!”