Fazıl Hüsnü Dağlarca, ünü asırlar öncesine adı günümüze ait bir şairdi. Türk edebiyat tarihini anlatırken lise son sınıf öğrencilerine veya lise mezunu öğrencilere Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın hangi edebiyat dönemine ait bir şair olduğunu veya yaşadığı dönemi sorduğumda öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun bir asır veya asırlar öncesini söylediklerini biliyorum. Belki de ülkemizde edebiyatla, şiirle ilişkisi isimlerden öte geçmemiş birçok insanda da aynı düşünceler vardır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın faniliğinin bittiği haberini alan birçok insan, bu haberin içeriğinin yıllar öncesine ait olduğunu ve haberi güncellemeye çalışanların da bir yanılgı içinde olduklarını düşünmüşlerdir. Bu durum bir sanatçı için elbette bir yönüyle övünülecek bir durumdur; çünkü yaşadığı dönem içinde geçmişle anılan sanatçı geleceğe kalmanın da temelini atmıştır. Her kuşak bir önceki kuşaktan beslendiğinden doğrular, yalanlar, bilgiler, haberler, efsaneler, dedikodular da kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Şanı geçmişte anılan Fazıl Hüsnü Dağlarca, eserleriyle ve adıyla gelecekte de kendine yer bulacaktır.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın da üzerine titrediği şiir, Türk edebiyatının en eski edebi türüdür. Şiirin İslamiyet öncesi dönemde sözlü kültürde koşuk, sağu gibi ürünlerle başlayan tarihi yolculuğu; halk şiiri, divan şiiri, Batılılaşma dönemi Türk şiiri ile devam etmiş ve günümüze çağdaş dönem Türk şiiri olarak ulaşmıştır. Her dönemin kendine özgü bir duygu dünyası, bir şekil disiplini olmuştur. Şiir, edebiyatımızda kendine gelenek oluşturmuş tek edebi türdür. Diğer edebi türler için pek kullanılmayan bu ifade “Türk şiir geleneği” üst başlığıyla derin ve uzun bir serüveni işaret etmektedir. Fazıl Hüsnü Dağlarca da bu geleneğe katkısı olan en önemli şairlerindendir. Dağlarca, tanıdıkları ne kadar artarsa o kadar yalnızlaşmış bir şairdir. Anlattıkları ve anlatış şekliyle kendi olmayı başarmış, duyguya dil katmış, dile biçim kazandırmış, biçime can katmış bir şairdir.
Şiirde birikimi önemsediği kadar özgünlüğü de önemseyen şair, kendisiyle yapılan bir konuşmada şunları söyler: “Bana zaman zaman ozanlar gelir, defterlerini getirirler. Okurlar, düşüncelerimi alır, giderler. Belki bu bin kez olmuştur. Onlara hep şunu söylerim: “Arkadaş elli tane kalın defter alacaksın, bu defterlerin her birinin üstüne Türkçemizde en çok kullanılan 15 heceyi, 35 de aruz veznini yazacaksın. En az o yüz sayfalık olan defteri o vezinle dolduracaksın, her dizeyi gömüt taşına yazar gibi, özene bezene yazacaksın. O defteri buraya getireceksin. Denetleyeceğim; her defter vezin ve başka yanlışlıklar yapılmadan doldurulmuş mu? Doldurulmamışsa, git bir daha dene diyeceğim. Doldurulmuşsa, bu elli defteri yazacaksın, istediğin gibi şiir yazmaya şimdi başlayacaksın.” “Vezinsiz ve kafiyesiz yazacağımıza göre, niçin bu kadar büyük çaba gösterelim” diyorlar. Bu kez diyorum ki, “bunlar senin elinin sertliğini, dile karşı olan yabancılığını, uzaklığını alacak.” Ondan sonra sözcüklerin gerçek ağırlıklarını parmaklarında duyacaksın. Yazarken, serbest şiirde de, vezinsiz şiirde de, bir başka ölçü olduğunu göreceksin. Ben bugün birçok serbest şiirime bir tek sözcük, bir tek harf katamam, katacak yer bulamam. Örneğin Kızılırmak Kıyıları’na hiçbir sözcük, hiçbir ses katamam, çıkaramam da. Evet, vezinsizdir, yine de o dizelerde sesin ölçüsü vardır. İşte buna erişmek için, ozanların, geçtiğim bu çileden geçmesi gerekir. Gördüğüm bir gerçektir: Aruzu bilmeyen, heceyi bilmeyen biri şiire yakın olamaz.” 1
Söylediklerini şiirlerinde büyük bir ciddiyetle uygulayan şair, şekil ve tema çeşitlemesiyle şiirin bütün görüntülerini yansıtmıştır. Fazıl Hüsnü Dağlarca kendisiyle yapılan bir konuşmada “bize şiir anlayışınızı şiirin ne olduğunu açıklar mısınız?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Şiir, usu kuran yapıtaşıdır, yalnız usu bağlamaz bu. Yeniden açıklayalım: Şiirde us yapabiliriz, usla şiir yapmak gerçeğin yapısı dışındadır. Kişi her şiiri için başka bir tanım da yapılabilir. Bir tanımlama içinde kalmak bizi ikiz, üçüz, beşiz şiirler yapmaya götürür. Yazı yazarken (şiir yazarken demek istiyorum) o yazının da kendine özgü şiir tanımı vardır. Bu şiir tanımlarının bitmez tükenmezliği yeryüzüne gelmiş gelecek bütün ozanların, yazılmış, yazılacak bütün şiirlerin sayısıncadır. Şiirin tanımı, o şiirdeki anlam yapıtaşlarının ses yapıtaşlarının düzenlenmesini anlatmaktır. 2
Her şiirin ayrı bir tanımının, görünümünün ve ahenginin olduğunu söyleyen Dağlarca, ilk şiir kitabı olan “Havaya Çizilen Dünya” ile gerçekten kendisine bir şiir dünyası kurmuş ve bu dünyada “Çocuk” tan “Allah”a kadar her şeyi kendince anlatmıştır. 1970’li yıllarda şairin politik ve ideolojik içerikli şiirler yazmasına hem kızan hem de üzülen Prof Dr. Mehmet Kaplan, Dağlarca’nın şiir hakkında şu görüşü ifade eder: “Dağlarca’nın tamamıyla içe dönük, bir rüya ve hayâl şairi olmadığını ehemmiyetle belirtelim. Dağlarca, dış âlemi realist veya objektif bir gözle görmemekle beraber, onunla ilgisini de hiç bir zaman kesmez. Tanpınar gibi, o da, ne büsbütün içe, ne de dışa dönük bir tiptir. Pek çok şiirinde görüldüğü üzere onun temel duygusunu, kozmetik âlemle insan arasındaki münasebet teşkil eder.” 3
AĞIR HASTA Üfleme bana anneciğim korkuyorum/ Dua edip edip, geceleri./ Hastayım ama ne kadar güzel/Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri
İSTEK İnsan buğdayla beslene,/ Amma da yağız olur./ Ne kök haşlar bakraçta ninem,/ Ne oğul ot devşirir yamaçtan./ Ne dert kalır ne kasavet,/ İnsan buğdayla beslene.
KIZILIRMAK KIYILARI Kardaş, görmüyorum ama hâlâ duyabiliyorum,/ Geçmiş zamanlar geleceklerden parlak değil./ Vakte şahadet edercesine yükselmiş, / Akşam parıltısından, büyük zaferler üzerine,/ Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.
DÜNYACA Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız, / Bölmüş saadetimizi çizgisi yurtların; / Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,/ Gökte kuşların kardeşliği,/ Yerde kurtarın.
SAVCI’YA Savcı, nedir düşündün mü,/ Dağları sorguçlu kılan? / Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yücede./ Gelmiş dağlardan yalınayak, durmuş kapına bir işsiz,/ Seni bile içli kılan. 4
Dağlarca’nın farklı şiirlerinden alınmış bu dizeler de şairin şiirlerindeki tema çeşitliliğini göstermektedir. Bu konuda ve Dağlarca’nın şiiri hakkında Mustafa Miyasoğlu şu açıklamaları yapar: “Dağlarca’nın şiirini temalarının çeşitliliğini göz önüne alarak şu başlıklarla ele alabiliriz: Lirik felsefi şiirler, destanlar, sosyal ve politik şiirler, gazete şiirleri ve çocuk şiirleri. Bu şiirleri kuran temel unsurlar yalın dil, etkili biçim ve alegori, kafiye kaygısı ‘ki’, ‘ve’ bağlaçlarıyla uzayıp giden mısralar, kelime tekrarlarıyla güç kazanan ses kompozisyonları dikkat çeker. Dil dikkati bir yana, Dağlarca’nın gücünün ve son yıllarda girdiği söylenen çıkmazın ipuçlarını, başka şiirlerinde de kullandığı biçim ve alegorilerde aramak gerekir. Kimi şiirlerinde alegori mekanik bir kurgu niteliği kazanır. Çeşitli konular üzerinde sürekli şiirler yazan şairin ‘çoğaltmacı’ durumuna düşmesi, kendini yenileyememesi, tıkanıp kılması bir yerde kaçınılmaz olur. Yine de Fazıl Hüsnü, Tanzimat’tan beri yetişen şairlerimiz arasında şiirlerinin çokluğu, eski ve yeni hiçbir şairimize açıkça bağlanamayacak bir şiir dünyası kurması, mutlakçı şiir döneminden aldığı temaları İkinci Yeni ve sonraki dönem şairlerine aktarmasıyla özellikle kendi şiirinin imkânlarıyla geliştirdiği serbest çağrışım tekniğiyle yeni Türk şiirinde önemli bir yere sahiptir” 5
Yüz elliye yakın eseriyle Türk edebiyatı ve Türk şiirine neredeyse bir külliyat bırakan Dağlarca, bazen bir çocuk, bazen bir hayal, bir toprak, bir destan, bir fizik, metafizik olarak geçmiştir kâğıtlara. Edebiyatımıza eserleriyle iz bırakmış bir sanatçı olan Dağlarca kendisiyle yapılan konuşmada “Niçin yazıyorsunuz?” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Diller, ulusların kimlikleridir. Büyük yapıtlarda ilk görülen ulusallık ya da evrensellik, bu dilin kendi içindeki bakışlar alanını kapsayan birer çeviridir. Demek istediğim şu: Diller tek dile doğru giden adımlarımız… O gün gelecek, bütün yeryüzü o genel dille konuşacak. Yine o yeryüzünde kocaman bir eski diller müzesi kurulacak. O müzede şimdi kullandığımız yeryüzü dilleri, bu dillerdeki başarılı yapıtlarla sergilenecek belki, o diller müzesindeki rafların birinde Türkçeyi yazabildiğim yapıtlarla değerince yaşatmak için yazıyorum. 6
Bir asırdır geleneği, geçmişi ve çağdaşı dizeleriyle yoğurarak okuyuculara sunan Dağlarca, üretkenliği, samimiyeti, sesi ve Türkçesiyle edebiyat dünyamızda devamlı var olacaktır.
1. Alkan, Erdoğan; Şiir Sanatı, Yön Yayıncılık, 1995, İstanbul, s. 571
2. Dağlarca; İlk Yapıtla 50 Yıl Sonrakiler, Özgün Yayın-Dağıtım, 1985, İstanbul, s. IV*
* Bu eser Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ilk eseri olan Havaya Çizilen Dünya’nın ilk yayınının 50. yılı dolayısıyla basılmıştır. Yapıtının yeni baskısı nedeniyle Ahmet Miskinoğlu, Ahmet Soysal ve Faruk Şüyün Dağlarca ile bir söyleşi yapmışlar ve bu söyleşi kitapta yayımlanmıştır.
3. Kaplan, Mehmet; Şiir Tahlilleri 2, Dergâh Yayınları, 1997 İstanbul, s. 161
4. Fuat, Mehmet; Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Adam Yayınları, 1997, İstanbul. s. 227-248
5. Oktay, Ahmet; Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993 Ank. s. 599
6. Dağlarca; İlk Yapıtla 50 yıl Sonrakiler, Özgün Yayın-Dağıtım, 1985, İstanbul, s. IV