Faslı filozof Taha Abdurrahman’ın 2013 yılında yayınlanmış “el-Hıvar Ufukan li’l-Fikr” başlıklı söyleşi kitabı Abdi Keskinsoy çevirisiyle “Bilgi Ahlaktan Ayrıldığında” ismiyle yayınlandı. Böylece Taha Abdurrahman geç de olsa ilk kez Türkiye’de ulaşılabilir hale geldi.
1944 Fas doğumlu Abdurrahman ülkesindeki felsefe eğitiminden sonra 1972’de Sorbonne Üniversitesi’nde dil felsefesi alanında yapmış olduğu “Dil ve Felsefe: Ontolojinin Dilsel Strüktürü Üzerine Deneme” başlıklı teziyle doktor ünvanını almıştır. 1985 yılında da aynı üniversitede “Tabii ve Argümantatif Akıl Yürütmenin Mantıkları Üzerine” isimli ikinci çalışmasıyla mantık alanında bir tez daha vermiştir. Yüksek felsefe eğitimini bu şekilde tamamlayan Taha Abdurrahman, 70’li yıllardan beri ders verdiği ülkesine dönmüş ve kalıcı olarak Rabat Beşinci Muhammed Üniversite’sinde uzmanlık alanları üzerine derslerine devam etmiştir.
Filozofun dil ve mantık dışında çalışmalarını ahlak, modernizm, gelenek ve tercüme gibi kavramlar üzerinde İslam ve Batı felsefelerindeki sistem veyöntemleri karşılaştırmalı bir şekilde ele alarak yoğunlaştırdığı görülmektedir. Tezlerinden bugüne farklı yerlerdeki bibliyografyalarda muhtelif sayılarda gözükse de yirmiden fazla eser verdiği bilinmektedir. Bu eserlerinin hepsini Arapça yazmasına rağmen yalnızca Arapça konuşulan ülkelerde değil dünyada da fikirleriyle dikkat çekmiş bir isimdir.
“Bilgi Ahlaktan Ayrıldığında” kitabının filozofun hem düşünce dünyasına yön veren şahsi ve siyasi etkilere, hem de bu etkilerin sonucu ortaya koyduğu eserlerin bir kısmının muhtevasına değinmesi bakımından eserleriarasındanTürkçe’ye tercüme edilmesi için ilk kitap seçilmesi, Taha Abdurrahman’ın düşünce dünyasına giriş için isabetli bir tercih olmuştur.
On söyleşinin yer aldığı kitapta, ilk dokuzukatıldığı televizyon programlarının deşifre edilmesiyle oluşturulmuş. Sonuncu metin ise Türkiye’den Ömer Faruk Tokat tarafından yapılmış söyleşiye ait.
Söyleşilerde içerik olarak ise çalışmalarını yoğunlaştırdığını belirttiğimiz kavramlar hakkındaki düşüncelerini dile getirmektedir. Örnek olarak tercüme konusunda söyledikleri gösterilebilir. Tüm tercüme faaliyetlerini tahsıli, tavsıli ve te’sıli olmak üzere üç gruba ayırmıştır. Tahsili, kelime kelime metne sadık kalarak yapılan tercümeleri, tavsıli mana için belirli fedakârlıkların yapıldığı ancak yine de çoğunlukla metne bağlı tercümeleri, te’sıli ise nüfuz edilen metnin aktarılmak istenilen dilde bir nevi yeniden kurulduğu ve vurgu, zaman, özne- nesne ilişkilerini aktarılan dilin tüm imkanları çerçevesinde değerlendirirek müellifin düşündüğü şekilde bir nevi metnin yeniden yazıldığı tercümeleri tanımlamaktadır. İslam dünyasındaki tüm tercüme faaliyetlerinin ise ilk aşamada kaldığını ve bu sorunun felsefenin canlanmasına engel teşkil ettiğini söylemektedir. Örnek olarak Farabi’nin ifadelerinin Yunanca veya Süryanice kalıplara göre terkiplendiğini getiriyor Taha Abdurrahman. Onun“İnsan adil olarak var olandır.” veya “İnsan adil olarak mevcuttur.” terkiplerini Yunanca ibare üçlü bir terkipten oluştuğu için söylediğini yoksa aynı ifadenin “İnsan adildir.” sözüyle mahmul ile mevzun arasındaki ekstra bir bağ olmaksızın Arapça’da ifade edilebileceğini belirtiyor.
Kendisinin te’sıli tercüme diye isimlendirdiği kısma örnek olması açısındansa bir Descartes çevirisi yaptığını; o Türkçe’de de meşhur “Düşünüyorum öyleyse varım.”ifadesini “Bakarsan, görürsün.” olarak çeviridiğini söylüyor ve gerekçelerini açıklıyor. Böylece yöntem olarak var olanlar üzerindeki analizlerini aktardıktan sonra ahlaki tutarlılık açısındandüşüncesine göreyapılması gerekeni göstermekle kendi adına görevini ifa eden bir insan olduğu da anlaşılıyor. Bizdeorijinal bir yaklaşımla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz.
Üzerinde durulan diğer bir konu da modernizm kavramı. Modernizm ile ilgili kendisine yöneltilen sorulara “Modernliğin Ruhu: İslami Modernliğin Kuruluşuna Giriş”adlı eserine atıfla cevaplar verdiğini söylüyor. Türkiye’deki yaygın sanıdan farklı olarak temellendirmeleriyle modernizmin olması gereken bir hal olduğunu işliyor. Kavramı Aristoteles’ten kalan yöntemle incelediği görülüyor. “İlkeleri, nedenleri ya da temel öğeleri olan her araştırma alanında bilmek ve kavramak bunları anlamakla mümkün olduğuna göre (çünkü ilk ilkeleri, ilk nedenleri, temel öğeleri bildiğimizde her bir nesneyi bildiğimizi düşünürüz), şu açık: doğa biliminde de ilk olarak ilkeler üzerine belirleme yapmak gerekiyor.”[1]
Fizik kitabına böyle başlıyordu Aristoteles. Taha Abdurrahman da söyleşide ilk iş modernizmin ilkeleri üzerine yoğunlaştığını açıklıyor. Neticesinde üç temel ilkenin varlığına ulaşıyor: rüşd, eleştiri, kapsamlılık. İlkelerin oluşum süreçlerini, etkilerini tarihsel perspektifiyle açıkladıktan sonra her bir ilkenin iki adet değer ortaya çıkardığını belirtiyor. Rüşdden, yaratıcılık ve bağımsızlık; eleştiriden akılcılık ve ayırma; kapsamlılıktan alanlara etki etme ve topluluklar içerisinde etkili olma.
Modernizmi tümel bir kavram olarak bu şekilde analiz eden Taha Abdurrahman kavramın uygulamasının incelemesine geçiyor. Şu an batıda mevcut modernizmdeki değerlerden sapmaları belirliyor.Sapmalarla yaratıcılığın kopuş, bağımsızlığın görelilik, akılcığın araçsallık, ayırmanın parçacılık, alanlara etki etmenin maddecilik, topluluklar içerisinde etkili olmanın bireycilik sıkıntılarına maruz kaldığını vurguluyor.
Çözümü ise görelilik yerine mutlaklık, kopuş yerine kemal, araçsallık yerine iman, parçacılık yerine tekamül, maddiyat yerine ruhaniyet, bireycilik yerineyse toplumculuğu ikame etmek. İslami modernizmin bu ilke ve değerler üzerine bina edilerek ortaya çıkmasıyla batının da bunu rahatlatıcı görerek razı olacağını ifade ediyor.
Farklı perspektifler için ufuk açıcı isim Taha Abdurrahman’ın kendisininde eleştiriye maruz kalacağının farkında olduğu ve bunu dillendirdiği bir konu var:Üst bir din kavramının varlığı dolayısıyla dünyadaki dinlerin birer form olduğu düşüncesi. Tradisyonalist ekol içindeki bazı isimlerden kaynaklı Türkiye’de yabancı kalınan bir düşünce değil bu.
Taha Abdurahman’ın eleştirdiği ana konulardan biri ise akademik çalışmaların Marksist, yapısöküm veya yapıbozumcu söylemleri İslam Medeniyeti birikimine dayatma çabaları. Bu yöntemlerin kendi kültür havzasında takdir edilesi sonuçlar elde etmesine karşılık, ithal edildiğinde yöntemler üzerinde birer antrenman vasfından daha fazlası anlamına gelmediğini ve gelmeyeceğini vurguluyor.
Bilgi Ahlaktan Ayrıldığında kitabı ile
eleştirileriyle, yorumlarıyla, önerileriyle üzerinde durulmaya, konuşulmaya,
tartışılmaya değer bir isimle tanıştığımızı görüyoruz.
[1] Aristoteles, Fizik, Yapı Kredi Yayınları, çev. Saffet Babür, sayfa 9