Seyir Defteri Öyküleri… IV

MASALa.Ya hiç yola çıkmasaydım, göremeyecektim başka hayatları. Varoşları, kıyıda köşede devam eden solumaları, yaşanmışları, karanlıktan aydınlığa uzanışları… Ya hiç yola çıkmasaydım, belki hiç değişmeyecektim. Hep aynı tonda, hep aynı kelimelerle küçük bir daire içine sıkışıp kalacaktım, belki. Belki de iyi olacaktım, şimdikinden çok daha iyi. Belki de daha kötü…Ya hiç yola çıkmasaydım, dünyalar benim olmayacaktı. İçinde binbir çeşit terennümler, binbir çeşit fısıltılar ve binbir çeşit kompleksler barındıran dünyalar… İnsanlar gördüm hikâyeleri çok başka. İnsanlar gördüm hayat üzerinde duruşları çok başka. İnsanlar gördüm hepsi birbirinden çok başka. İnsanlar… bu dünyaya yerleşen, bu dünyaya sığamayana, bu dünyayı bir türlü paylaşamayan, bu dünyaya çok gelen insanlar.Ya hiç yola çıkmasaydım… kaç çeşit öyküm olduğunu farketmeyecektim, belki. Yazmayacaktım, yazamayacaktım, yazdıklarımla yaşamayacaktım… Ya hiç yola çıkmasaydım bu hassasiyet, bu yorucu beyin fırtınası içimde yer edinip beni külliyen ele geçirmeyecekti. Ölüme bu kadar yakın olamayacaktım; belki de hayatın içine bu denli nüfuz edemeyecektim; hatta yaşamak ile ölmek yanyana yürürmüş ele ele-kol kola, ihtimâl ben idrâk edemeyecektim. Ya da ben, yedi renk ile oyalanıp duracaktım, yeryüzündeki renk cünbüşünden habersiz.Ya hiç yola çıkmasaydım…b.“Adım Leyla, ama bana Lili deler.”Kaldırımda o kadar hızlı yürüyordu ki Şehremin, koşuyordu neredeyse. Birden durdu. Durdu ve başı önde hiç hareket etmeden onu durduran şeyin bir zihin oyunu olup olmadığını birkaç saniye tartmak istedi.“Ara sıra görüyordum sizi, buralarda. Bu kaldırımda…”Başını geri çevirdiğinde zayıf, uzun boylu, bal rengi bakışlı, solgun yüzlü, kırmızı kısa saçlı bir kadın gördü Şehremin. Bakışları elinde olmadan kırmızı saçlarında takılı kaldı. “Neden kırmızı?” diye sormak istedi hemen, ama daha önce niye soramadıysa bu soruyu başkalarına, Leyla mı yoksa Lili mi diyebileceği bu kadına da soramadı.“Burada saç boyuyorum, daha bir ay önce başladım.”“Kendi saçını da kendisi boyuyor olmalı” diye düşündü Şehremin. Daha dikkatli gezdirince bakışlarını kırmızı saçların uçlarında yeşil uzantılar olduğunu farketti. Bu sefer de “Neden yeşil?” diye sormak istedi. Soramadı. Sustu. Zaten henüz tek kelime bile söylememişti. Aklında yetişmesi gereken yığınla işin sıralaması vardı. Fakat, “Kusura bakmayın gitmeliyim” de diyemedi.“Yakında bir yerde oturuyor olmalısınız.”“Çok yakında, evet” diyebildi Şehremin. “Çok çok yakında, caddenin karşısındaki apartmanlarda.” Sağ elini kaldırıp parmağıyla işaret etti bir de, hiç gerek yokken.“Çok iyi Türkçe konuşamam, idare ediyorum. Ni çivo!* Bazen… yolda böyle karşılaşırsam birileriyle konuşmaya başlıyorum. Sonra da “dilimi unutmamışım” diye seviniyorum. Hoşuma gidiyor. Mutlu oluyorum. Annem ve ablam yanımdayken daha çok konuşuyorduk. Onlar Moskova’da kaldılar, ben buradayım. İnanılmaz mı? Bazen düşündüğümde bana da inanılmaz geliyor. Çoğu zaman, “Ne işim var benim burada?” diye soruyorum kendime. Bütün cevapları da biliyorum. Hepsini. Garip öykünün tamamını belki milyon kere dinledim annemden. Bizim masalımızdı çünkü o. Ve hep masal olarak kaldı. Ezbere bildiğim bir masal. Masal şehrimiz de İzmir.”c.“Bu gece… her şeyi bırakıp gitmemiz gerekiyor” dedi adam. Tedirgindi. Çok tedirgindi. Sıkı sıkı kapatılmış perdelerin ucunu kaldırıp dışarıyı gözetliyor, sonra küçük odanın içinde ileri geri hızla adımlıyordu. “Hiçbir şey alamayız yanımıza.”“Ya çocuklar!” diye inledi kadın.“Onları da götüreceğiz. Güzel bir ülkede, iyi bir yaşam içinde, gerçekleşmiş hayâllerle büyüteceğiz onları. Kızlarımız da bizimle gelecek… Burada kalamayız. Çok tehlikeli. Her yerde beni arıyorlar. Bulacaklardır. Daha fazla saklanamam. Kaçmalıyız. Bizi bulamayacakları bir yere kaçmalıyız.”Geceydi. Sokaklar karanlıktı. Boştu. Evlerden dışarı sızan ışık solgundu. Kimse kimseye kapısını açmıyordu. Açamıyordu. Ya da açmaya korkuyordu. Yıllardır ölümle, karışıklıklarla, kavga ve gürültüyle beraber yaşıyorlardı. Kimse neyin neden olduğunu bilmiyordu. Bilse de anlamıyordu. Anlasa da kabul etmek istemiyordu. Dünyanın her yerinde yaşanan kavgalardan, mücadelelerden, çatışmalardan biri de kendi hayat çizgilerini zorluyordu. Yaşamak için mi, yaşatmak için mi oldu her şey, bir muamma olarak işlendi tarihe.“Sabaha bir kamyonet bizi alacak ilerideki koruluktan. Arkasına gizleneceğiz. Samanların içine. Karadeniz’den bir tekne ile Ukrayna’ya geçirecekler bizi.”“Nasıl olacak bütün bunlar? Pasaportlar! Kim yapacak bütün bunları bizim için? Gitsen teslim olsan, devlet büyüktür, bulurlar… Yol çok uzun. Buradan Karadeniz’e kim bilir ne kadar sürer. İzmir’den kalk…” Kadının konuşması yavaşça mırıldanmaya döndü. Adam onu dinleyemeyecek kadar dağınıktı. Dar odada sürekli yürüyordu. Yok, koşuyordu. Ter içinde kalmıştı. Ellerini birbirine sürtüp duruyordu.“Pasaportlar tamam. Bugüne kadar onları bekledik. Ben ben değilim artık, sen de sen değilsin. Kızlardan birinin adı Fatma, diğerininki de Leyla. Pasaportlarda her şey yazıyor. Hepsini ezberleyeceğiz. Kolay olacak. Her şey kolay olacak. Hem de daha iyi… Sonra döneriz. Ortalık yatışsın belki hemen…”d.Lili, sırtını verdiği direkten ayrılmadan Şehremin’e baktı uzun uzun. “Saçlarını keselim mi? Çok uzamışlar. Uçları da kırılmış. İstersen boyarız da… Bak herkesin saçı renk renk. Dilediğini seçebiliriz.” Yanından geçen kadının saçını gösterip, “Onunki turuncu… Beğendin mi, turuncu ister misin?” dedi dudağının kenarına takılan garip gülümseme eşliğinde.Şehremin, “Belki başka zaman” diyebildi sadece. Başka zamana ertelediği şeyler o an üzerine yığılmaya başladı. Kimi küçük, kimi büyük ertelenmiş bir yığın altında ezilmemek ne kadar mümkün olabilirdi. Lili alaycı mıydı biraz. Sanki… Birşeylere kızmış da bu öfkeyi kimden çıkaracağını bilemiyormuş gibi bir hâl. Hiç susmaya niyeti yoktu. Anlatacak ve belki hafifleyecek miydi? Bunun Şehremin’e denk gelmesi bir şans mıydı ya da?“İnsanlar” dedi Lili, “İnsanlar değişik görünmek istiyorlar. Farklı mı demeliydim? Herneyse ikisi de bir. Değişik ya da farklı… Saçlar bunun için en elverişli yol. Eskiden herkesin saçı da aynıydı, elbiseleri de… Sözleri de aynıydı, yedikleri yemekler de… Herkes çalışırdı, herkes meşgûldü, herkes zamanını ve hayatını başkasına hiç karşılığında satmıştı. Geri almak için değil, hayatta kalabilmek için çalışıyorlardı. Tek tip hayatlar. Tek renk hayatlar. Şimdi saçlarını değiştirmekle aynılığı yıktıklarını düşünüyorlar. Zannediyorlar ya da. Bir çeşit eylem. Karşı duruş. Ne dersin?”Şehremin, “Sen niye kırmızıyı seçtin?” diye sormak istedi. Soramadı. Öylece kalakaldı, bütün sorulamamış sorularıyla beraber. Nasılsa bugün kırmız-yeşil saç yarın sarı, öbür gün mavi, daha ileriki günlerde lâcivert olabilirdi. Engel yok, sınır yok, ölçü yok. O hâlde sormaya da gerek yok. Ki sonraki karşılaşmalarında Lili’nin hem saçlarının şeklini, hem de rengini değişmiş bulacaktı Şehremin. Zamanla işin felsefesini çözmek de mümkün olabilirdi dahası. Zamanla bir de, bu karşılaşmalar sanki ayarlanmış gelecekti Şehremin’e. Lili kaldırım nöbetlerinde izleyecekti onu, farkettirerek üstelik.e.“Bu iş bu kadar işte” dedi adam Ukrayna topraklarına bastıkları zaman. Sesine garip bir heyecan, garip bir sevinç, garip bir başarmışlık tınısı hâkimdi. Kızlarını kucakladı sımsıkı. “Size söylediğim gibi olacak her şey, göreceksiniz” diye bağırdı. Kahkahaları çınlıyordu. “Artık özgürüz…”Kadın, yolculuktan epey bitkin, tek bir söz söylemeye mecalsiz, büyükçe bir taş bulup üzerine yerleşti. “Birazdan gelirler bizi almaya, meraklanma” dedi adam. “Kardeşlerimiz söz verdikleri gibi karşılayacaklardır bizi.” Bir saat geçti. İki saat geçti. Üç saat geçti. Kızlar mızıldanmaktan yorgun düşüp annelerinin dizleri üzerinde uyuyakaldılar. Kadın sadece baktı, bakabildiği her şeye. En çok da kocasına. “Burada ne işimiz var bizim?” der gibi baktı. Artık söylenecek tek bir söz bile yoktu. Bu yüzden susulmalıydı. Susulmalıydı ve beklenmeliydi sadece. Bekleyişin dördüncü saati dolmak üzere iken büyük bir gürültü duydular yakınlardan. Değişik bir kamyonet, insanı yoran gürültüsüyle onlara doğru yaklaştı. Yaklaştı. Ve durdu. İçinden üç-beş kişi atlayıverdi dışarı. Kiminin söylediklerini anladı kadın, kimininkileri hiç anlamadı. Bu dili daha önce duymamıştı. Oysa ki, birgün gelecek bu dil ile güzel cümleler kurarak konuşmayı başaracaktı. Rusça konuşacak, Rusça yaşayacaktı. O ilk günü de her gece bir masal gibi anlatacaktı kızlarına.“Bir sürü işleme takılmışlar” dedi adam kadına. “Bu yüzden bu kadar gecikmişler. Her şey yoluna girdi bak. Her zaman dediğim gibi, her şey iyi olacak. Hiç ayrılmayacağız. Güzel bir hayat bizi bekliyor.”Ve adamların geldikleri gürültülü kamyonete sıkışarak yerleştiler. Toprak yollardan, bazen denizi gören küçük köylerin yanından geçerek iç kısımlara doğru ilerlediler. İzmir de, deniz de uzun yıllar boyu sadece anılarında yer alacaktı; birgün görme ümidini hiç yitirmeden.f.“Babam” öldü dedi Lili. “Moskova’ya yerleştikten bir yıl sonra, bize bir yolunu bulup geri dönmemizi söyleyerek. Gitti. Hastalandı ve gitti. Annem onu hasta eden şeyin hayâl kırıklığı olduğunu söyledi hep. Dönemedik. Dönüş yolları artık kapanmıştı. Belki birgün… Sen hiç gittin mi İzmir’e?”  Şehremin susmakta kararlıydı. “Gittim” dese; neyi aradığını bilemeden yürüdüğü caddeleri, boş boş baktığı çiçekli balkonları, sıcak ve nemli yaz günlerini anımsamak zorunda kalacak; “Gitmedim” dese kolayca işin içinden sıyrılmayı seçmiş olacaktı. Başını hafifçe çevirip kalabalık yola baktı. Akşam olmak üzereydi. İnsanlar birazdan çekilecek, şehir derin bir uykuya yavaş yavaş kayacaktı. Lili’ye döndü yüzünü. Çok şey söylemek istedi. Ama Şehremin istediği her şeyi söylemenin hiç iyi olmadığını, hatta zarar verdiğini, dahası zaman kaybı olduğunu artık biliyordu. Hepsinden ötesi susmak hem kolaydı, hem de insanı yormuyordu. Sadece süssüz bir “hoşçakal” dedi ve bir daha o kaldırımı hiç kullanmadı.*   Ni çivo! : Rusça, “Önemli değil”

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Vav Halinde Uçan Kuş / Yunus Emre Tozal
Seyir Defteri Öyküleri… IV / Naz
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -44 / Şiraze
Osmanlı Şiirinde İran / Şadi Aydın
Müseferet / Bahattin Yıldız
Tümünü Göster