Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -44

herc ü mercim
Eyüp sırtlarında dolaşsam hafifler, başkalaşır mı kerbim
bulmayacaksın beni kat’i
belli ki sen de noktaladın serâpâ enisim

bir enstantane  
bir durum
bir isim geçsem buradan, tarih kokmayacak
ve “boşluk” dediğim, burada ilk karanlığını bırakmış gibi
dolana dolana dünyayı saracak vehmimden
cauntry pek muallak, pek garbî
ve modernite bozuyor sanki şarkın şiirselliğini

dün bir şelâlenin kıyısından geçtim, neyle müsemmâ bilemeden
basamakların her birini saydım min taht ilâ fevk
içim kıyıldı çâk çâk, artık söyle visâle kaldı mı ramak
bir katre olsun bulsam tesellî; kırmayacağım, dağıtmayacağım
söz olsun kızmayacağım
ancak bu yokuşun inişi belli ki ne yöne sapsam başlamayacak

kırıldı kalem levh-i mahfûz’da
söz bitti, dürüldü zebr

yine de hayat, merhamet ümidi içinde sürer

içim heşmekeş, dışım heşmekeş
bir mevc büyütürüm Manş’tan Kuzey Buz Denizi’ne
ne olduysa birden oldu Şirâze
döküldü inciler, ışıltısı söndü gençliğin, tadı kaçtı vakti eğlemenin
atıldı imzalar, satıldı kaderi insanın ve ben diyorum artık kimseye ait değilim
soyutluyorum hayâllerimi dünyadan
dokuzuncu boğumda bekletiyorum özenle ölçülmüş, biçilmiş, tartılmış sözlerimi
sıkı denetim altında zihnimden dilime doğru yönelen
hatta yasaklarla kısıtlıyorum özgür düşüncemin yayılma alanını
sonuçta kimse istemiyor düşünmemi, söylememi, anlamamı
sorgusuz itaat etmek yüceltilen, övülen, methedilen

ama biliyorum bir gün beni bulacak o beklenen

tecrit ederim kendimi
silerim sarf edilmişlerimi
geriye kalır zell
karşımda Lea ve Rahel

Şirâze, seni bana ben seçmedim, beni sana ben biçmedim
çizmedim yolları, almadım kararları, bu öyküyü de belirleyen ben değilim
yönleri ben tayin etmedim, Yûşâ Tepesi’nden de bu vakte değin hiç geçmedim
belki bu yüzden bilmiyorum
kim kime nasıl yazılır, kim kimden nasıl alınır, kim kimi nasıl kandırır
ve inkisar Şirâze dönüp insanı nasıl devirir
her dokunduğum nitâf bulanır sanki
derim çok “olsaydım nev” severdim belki buudu başka, duruşu başka
hemzesi başka, zammesi başka
vidâdi başka, idrâki başka ve olurdum bambaşka Şirâze
olsaydım nev, nev Şirâze

aşikâr artık yoksun, bu kaçıncı yıl ve bu kaçıncı ertelenişin
muhayyelsin, sen benim muhayyilemsin kesin
bir anlık düşüm, bir an düşün; ben seni âb-ı hayât misâli içtim
içtim ve öyle değişti derinliğim

diyorlar ki; artık kâfî, bitsin bu derbederlik, bu meşakkat
dargınlığın kime, kime bu kırgınlık
kâfî yüzüne düşen keder ve elem ve illâ bu kem duruş
çok diyorlar Şirâze, lâkin bilmiyorlar
dönemem ki, artık hiçbir yere dönemem
nereden başladığımı unuttum, ne ile başladığımı unuttum
kim ile başladığımı, yolun başını, sonunda ne bulabileceğimi
hepsini sil baştan unuttum Şirâze
değiştim, dönüştüm ve çok şeyin üstünü çizdim
sitemsizim de, isteksizim de, belirsizim de
değilim mücellâ, değilim mübeccel, değilim mükemmil
üstelik ışığı çoktan kapattım, çaldım kendimden ve verdim Po nehrine
Patagonya’daki kimsesizlere, gökdelenlerin gölgesinde ezilmişlere
valizim her geçen gün küçülüyor Şirâze, her şeyi bırakıyorum gittiğim her yerde
bir yüreğim büyüyor, bir de yüreğime medfûn olanın ağırlığı

nüksettin yine
ah ki, nüksettin niye Şirâze

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Vav Halinde Uçan Kuş / Yunus Emre Tozal
Seyir Defteri Öyküleri… IV / Naz
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -44 / Şiraze
Osmanlı Şiirinde İran / Şadi Aydın
Müseferet / Bahattin Yıldız
Tümünü Göster