Osmanlı Şiirinde İran

Türkler, İranlılarla temasa geçtikleri zaman onların bilgi ve kültüründen istifade etmişlerdir. Bu arada, İran kültürünün kendi ırki hususiyetleriyle ahenk içerisinde olup olmayacağını düşünmemiş ve hatta onu kendi istidatlarına uygun bir halde değiştirmeye bile teşebbüs etmemişlerdir. Osmanoğullarının, Selçuklu mirasını devraldıkları zaman yaptıkları şey bir Türk edebiyatı meydana getirmek olmuştur. O zamana kadar anılmaya değer bir Türk edebiyatı mevcut değildi. Fakat bundan böyle Türkler kendilerini dünyaya kendi dilleriyle ifade edeceklerdi. Gerekli olan ilk şey, düşüncenin nasıl ifade edileceğini gösteren bir rehber ve kullanılacak olan ifade şeklini tayin edecek bir ölçüydü. Rehber ve ölçü hususunda bir tereddüt yoktu, zira başka seçim de yoktu. İran edebiyatı örneği her şeyiyle hazırdı. Binaenaleyh bu edebiyat Türkler için bir tercih sonucu değil, içinde bulundukları vaziyet öyle gerektirdiğinden, tesis ve teşkil edecekleri edebiyatın modeli olacaktı. Osmanlılar bir Türk edebiyatı oluştururken İran destan şiiri, aşıkane şiir ve tasavvufi ve felsefi şiir tamamıyla işlenmiş ve kemal bulmuştur. Türkler, İran şiir sistemini kabul ettikleri zaman tasavvufi fikir ve terimlerin çoğunu kullanıma hazır halde buldular ve eserlerinde kullandılar. İran şiirinin Türklere sunduğu karakter onların ırk özellikleriyle ahenk içinde olmamakla beraber bütünüyle kabul edilmiştir. (E. J. Wilkinson Gibb, A History of Ottoman Poetry “Osmanlı Şiir Tarihi I-II” Tercüme Ali Çavuşoğlu, Akçağ Yay., Ank., 1999, s. 33-42) Acem edebiyatı, yüzyıllarca hususiyle Türk hükümdarlarının saraylarında ve onların maddi ve manevi destekleri sayesinde o kadar büyük bir gelişmeye erişmiştir. Böyle olmakla beraber Türkler, daha İslamiyet dairesine girdikleri sırada, İslam aleminin din ve ilim lisanı Arapça’yı ve kurulmuş zengin bir dil halinde Farsça’yı buldukları için, ırk ve milliyet fikirlerini ortadan kaldırmak gayesini güden İslamiyet tesiri altında, milli lisan ve edebiyatlarını ihmal ederek, bütün fikri faaliyetlerini ortak İslam medeniyetinin ve Acem edebiyatının yükselmesine tahsis etmekte hiçbir mahzur görmemişlerdir. İslam ortak medeniyeti, her hususta olduğu gibi zevk ve edebiyat hususunda da, kendi dairesine aldığı kavimler üzerinde tesirli oldu. İslamiyetten evvel kavmi bir takım hususiyetlere malik olan Arap edebiyatı, Sasaniler devrindeki İran edebiyatı, “Tu-kiie”ler zamanındaki Türk edebiyatı birbirinden pek derin farklarla ayrılıyordu; halbuki İslamiyetten sonra, Arap edebiyatı –başka medeniyetlerle ve mesela İran’la temas neticesinde- eski çöl edebiyatından çok farklı bir hale geldiği gibi, Arap fetihlerinden yüzyıllarca sonra meydana çıkabilen İslami  İran edebiyatı da bir çok bakımlardan, İslami Arap edebiyatına benzedi. Türkler İslamiyet dairesine layıkıyla girdikleri sırada Arap ve Acemlerin müşterek mahsulü olarak klasik bir edebiyat ve ona dayalı olan bir takım umumi edebiyat esasları takarrür etmişti. Lisanda, vezinde, edebi şekil ve nevilerde, hayat ve kainat hakkındaki telakkilerde, güzellik anlayışında müşterek ve değişemez bir takım umdeler vardı ki, onların dışına çıkmak kabil değildi. İslam ümmetinin müşterek verimi olan bu medeniyet, edebiyatta da hiç olmazsa bir takım müşterek ve umumi kalıplar vücuda getirmişti ki, bu medeniyet dairesine giren her kavim, kendi kültür ve ananesini ne kadar kuvvetle muhafaza ederse etsin, ruh ve hissiyatını o kalıplar dairesinde ifadeye mecbur olacaktı. İşte yalnız Türkler değil, İslamiyet dairesine giren diğer kavimler ve mesela Hintliler de bu İslami edebiyat kaidelerine ve kalıplarına şiddetle itinaya mecbur kalmışlardır. (M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken, İst., 1984, s. 98-100) Osmanlı divân şiirinin mitolojik karakteri çoğunlukla İran mitolojisinden gelmektedir. Divân şairlerini derinden etkileyen Şehname, İran mitolojisini toplayan en önemli kaynaklardan biri olmuş ve bu eser vasıtasıyla divân şiirinde de İran esatiri kahramanları bolca kullanılmıştır. İran’ın büyük sultanlarını şiirinin –bilhassa kasidelerde- malzemesi yapan Osmanlı şairi, bütün dünya onların kahramanlıklarını anlatsa, Acemler onlarla iftihar etse bile, onların övdüğü kendi hükümdarı yanında bir kapıcı, bir çer-çöp toplayıcısı bile olamayacağını söyler ve bu kıyaslamalarla, memduhuna büyük övgüler yağdırırken teşbih edilen kişileri ise aşırı derecede küçültmüş hatta onlara hakaret etmiştir. (Dursun Ali Tökel, Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar-Şahıslar Mitolojisi, Akçağ Yay., Ank., 2000, s. 97-110) İslam sonrası Fars asıllı kimselerin asla işbaşına gelmediği Fars coğrafyası bu devirden sonra çoğunlukla Türk asıllı sülaleler tarafından idare edilmiştir. Sırasıyla, Türk asıllı Samanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Harezmşahlar, (Moğollar), İlhanlılar, Timurlar, Safeviler, Nadir Şah Afşar, (Zendliler), Kacarlar tarafından hükmedilen İran topraklarında gelişen kültür ve sanat yine Türk sultanlarının desteğiyle zirvelere yükselmiştir. Özellikle, Osmanlı şiir ve sanatının parlak dönemi olan 16. asırda sönmeye yüz tutan İran edebiyat, sanat ve idaresi şairlerimizin sıkça konu ettikleri bir durumdur. Artık İran şiir ve sanatı şaşasını yitirmiş, Osmanlı kültür ve edebiyatı onun yerini almıştır. Osmanlı idari ve askeri olarak da İran’dan üstündür, İran yıldızı sönmüştür. İşte bu devir Osmanlı şairlerince bir mukayese unsuru olmuş ve kendi haklı üstünlüklerini cesurca dile getirmişlerdir.
Giydirelden adl-i şeh emn ü ferâgat hil’atin
Rum iline milket-i İran u Turan imrenir (Necatî)
Rum memleketine benim sultanımın adaleti, emniyet ve rahatlık elbisesini giydirince, İran ve Turan illeri bu duruma imrenirler.

Geh Mısır iklimlerin seyrettirir geh Rum ilin
Geh Acem mülkün temaşa kıldırır sevdâ garib (Necatî)
Sevdâ ve âşk, insanı öyle bir hale koyar ki; âşık bazen Mısır bazen  Rum diyarını bazen de Acem mülkünü gezer.

Hüsn-i re’yiyle bu gün hükme girer div ü peri
Darb-i tiğiyle bu gün feth olur iklim-i Acem (Fuzulî)
Yüce sultanımın düşüncesinin güzelliğiyle, bu gün dev ve periler hüküm altına girerler, onun kılıcının darbesiyle, bu gün Acem memleketi feth olur.

Menzil-i zendeka vü mecma-ı ilhad olalı
Sarsar-ı kahrun ile hıtta-i İran viran (Bakî)
Ey sultan, zındıka ve ilhad menzilleri, aynı zamanda bunun merkezi olan İran mülkü, senin kahrının fırtınasıyla viran olur.

Gönlümüz mamuresin ol Hüsrev-i bi-dad-ger
Mülk-i İran sandı benzer turma viran itmede (Bakî)
O zalim sevgili, bizim gönül ülkemizi herhalde İran mülkü sandı, daima gönlümüzü viran ve perişan etmektedir.

Kaşlarun çîni Hayâli bac alır fağfurdan
Kendini İran ile Turan’a hakan oldu tut (Hayalî)
Ey sevgili canan, senin kaşlarının eğrisinin hayali Çin padişahından vergi alır, kendini İran ve Turan sultanı farz et.

Yemin ile yesarında ide feth ile nusret seyr
Nüvid-i fethi gelsün dergeh-i sultana İran’un (Ş. Yahya)
Benim vezirimin sağında ve solunda feth ile Allah’ın yardımı beraber olsun, sultanın dergahına İran’ın fetih müjdesi gelsin.

Saadetle otağın kurmadan serhadd-i İran’a
Düşe Turan zemine saye-i tuğ-ı ser-efrazı (Nefî)
Benim sultanım, İran serhaddine otağını kurmadan, yüce tuğunun gölgesi Turan ülkesinin üzerine düşsün.

Görün bir gün verir Mısr u Yemen gibi vezaretle
Bir ednâ bendesine kişver-i İran ve Turan’ı (Nefî)
Sultanım, bir gün gelir Mısır ve Yemen mülkleri gibi, vezaret payesiyle en küçük kuluna İran ve Turan memleketlerini bahşeder.

Çıkardın eşkiyayı mülk-i Rum’a verdin âsâyiş
Düşürdün kişver-i İran-zemine şur u gavgâyı (Nefî)
Eşkiyayı dışarı attın ve Rum diyarına asayiş verdin, bununla birlikte İran ülkesini korkuya saldın.

Kaside vü gazelim hod pür etdi dünyâyı
Ne Rum’u koydu ne Hind’i ne mülk-i A’câm’ı (Nefî)
Benim kaside ve gazelimin güzelliği bütün dünyayı doldurdu, ne Rum, ne Hind ne de Acem mülkü kaldı.

Geh bir veziri şâh-ı Acem’den harâc alır
Geh bir vekili asker-i Tatar’a han verir (Nefî)
Benim padişahımın bir veziri, bazen Acem şahını haraca bağlar, bir vekili de bazen Tatar askerine hanlık bağışlar.

Ale’l-husus ben ol şair-i suhan-sencem
Ki reşk ider bana daim suhan-veran-ı Acem (Neşatî)
Hususen ben, sözün kıymetini bilen ve sözün değerini tartabilen şairim ki, daima Acem şairleri beni kıskanırlar.

Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü behâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır (Nedim)
Bu İstanbul şehrinin benzeri olmadığı gibi ona paha da biçilemez, onun sahip olduğu bir küçük taş parçası dahi Acem mülkünün tamamından daha kıymetlidir.

İran-zemine tuhfemiz olsun bu nev-gâzel
İrgürsün Isfahan’a Stanbul diyarını (Nedim)
Bu yeni gazelimiz İran ülkesine bizim hediyemiz olsun, İsfahan’a İstanbul diyarının havasını götürsün.

Mutriblerin her ruz u şeb kılsınlar aheng-i tarap
Ammâ usuli feth u darb olsun makamı Acem (Nedim)
Ey sevgili, senin çalgıcıların gece gündüz çalsın ve söylesinler ama usulleri feth ve darb makamları da Acem makamı olsun.

Hüda hem-vâre mahfuz eyleyüp zât-ı hümayunun
Musahhar eylesin fermanına İran u Turan’ı (Nedim)
Ey padişahım, Allah senin yüce zatını daima muhafaza buyursun, İran ve Turan’ı emir altına almayı sana nasib etsin.

Bu Rum milketine olduğun gibi olasın
Bütün memalik-i İran’a da ser ü server (Nedim)
Ey sultanım, bu Rum diyarına sahip olduğun gibi, bütün İran memleketlerine de baş olasın.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Vav Halinde Uçan Kuş / Yunus Emre Tozal
Seyir Defteri Öyküleri… IV / Naz
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -44 / Şiraze
Osmanlı Şiirinde İran / Şadi Aydın
Müseferet / Bahattin Yıldız
Tümünü Göster