Hayat Resimleri

40.
Bir deli miyim? Hayır diyemem. Yazının peşine bu denli düşüp hemen her fırsatta – ki bir bedel de almadan – bir şeyler karalıyorsam bunun çok da akıl işi olduğunu söyleyemem. Aklını kullanan bir deli denebilir belki de bu halime. (halimize)
Yazıya müptela yaratılmışız vesselam. Kimi zaman yararlı, kimi zaman incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler yazmışız. Oysa her yazdığımızın yararlı olmasını sağlamak da elimizde… Ama şunun da bilincindeyim. O yararlı şeyleri yazabilmek için incir çekirdeği şeylerle, artistik metinlerle kalemi bileylemem gerekiyor. Yani şu: Sahih metinleri delilik besliyor. İnsan, deli yanını bu artistik metinlerle bastırıyor.
41.
Beni Güneşin Düştüğü Yerlerde Ara/Ma
“Çocuğum, nur’a yürüyorsan zalâmı unutma!”
Yalnızlığın kötü bir şey olmadığını; hatta yalnızlıktan dayanılmaz bir zevk aldığımı düşündüm.
“Gözlerine bakıp ağlamak sanat değildir. Âşık ki uzak bir mekânda sevgilinin gözlerini karşısına getirip ağlayandır.” dedim. Sözlerimin anlaşılmamasına önem vermedim. Beynimin bütün hücrelerinde ilan-ı aşk şiiri vardı. Bir türlü sadede gelip bu şiiri okuyamıyordum.
Bir ikindi vakti, olurdu olmazdı derken yağmurlar yağmaya başladı. İğde kokusunu, yağmur sesleri ve toprak kokusu bastırdı. Yağmur, bir şeyler hatırlattı. “Seni görmek imkânsız / Rüyalarım olmasa” şarkısı bitmeden daldım, uyudum.
Uyudum, uyandım, uyandım uyudum. Hep şiirle, o şiiri okuması gerektiği düşüncesiyle kıvrandım.
“Ben bu şiiri niye yazdım ki” diye geçirdim içimden. Fotoğraf makinesindeki son pozu kendimi çekerek bitirdim. Karşıma getirdiğim o gözleri seyre daldım. Mısralar ırmak olup akıyordu. Ahmet Fe, ahlar çekiyordu. Bir sevdanın yıkımı sonrası aşka tövbelerini anlatıyordu. Her defasında fırçalanıyordu; çünkü sevda yıkımlarının ardından da yeni sevdalara başlaması olasıydı.
“Âşık olmaya niye karar verdim ki? Kadına direnen ben, onun varlığını nasıl kabul ediyorum. Kadın yoktu benim indimde.”
Tepedeki güneş gözlerime zarar verdi. Güneşten kaçanlar gölgelerde dinleniyordu.
Kuşları ve mantıksal çıkarımlarla aşk planlarının tutarsızlığını anlayan yeni yetme sevda delisi ben, aşk manifestomu yırttım. Bütün kavramlara baş kaldırdım. Bu ayaklanışım yine anlamsız karşılandı. Açık kalmış ağızlara yükleniveren istihza dolu gülüşler, harcıâlemin de altındaydı.
Yürüdüm ardına kuşları takarak. Yürüdüm ve yüreğim büyüdü. Adımlarımı boşluğa atmaya başladım. Bütün kelimeler gözümün önünde resmigeçide başladı. O gözleri gördüm ve şiire davrandım. Okuyamadım ve tutuşturuverdim ellerine.
Şiirimi de kaybetmiştim şimdi.
O gözlerin, isimsiz bir güzele ait gözlere sahip güzelin elinde ve dilindeydi şiir.
Bir sigara tablasında söndürülmüş son sigarada bitmek bilmeyen zamanla gözlerim eridi. Yırtılmış manifesto kâğıtları havada uçuşuyordu. Bir kuş gelip sehpaya kondu. Baktı, baktı, baktı… Sonra üç kez öttü. Son bakışıyla bir güzel haber bıraktı, öldü.
Çılgınca karanlıklara daldım. Yağmur iliklerime kadar işlemişti. Evleri, arabaları, sokakları, caddeleri geçtim, geçtim. Dermanım bittikçe hızım azaldı. Aniden bir kapı önünde durup zile bastım. Eğildim bahçeden bir gül kopardım ve delice atıldım yine yollara. Kapıyı açan kadın tuhaf bir şaşkınlıkla ıslandı. Yağmurda yağmurla gelen ve giden adamın kopardığı gülün yerinde durmadan güller açıyordu.
42.
Hayat soluk alıp vermede, temel ihtiyaçları karşılamada olmamalı. Çünkü bunu şairin ifadesiyle hayvanlar da yapıyor. Peki hayat nerede? Bu soru birden gelip oturdu aklıma. Parada mı sefa da mı cefa da mı? Ne çok para, ne çok sefa, ne çok cefa var dünyada? Bir tarafta uzaktan şirin görünen albenili bir yapay dünya, diğer yanda altı delik ayakkabısıyla öldüren bir yazar, bir başka yanda bir dilim ekmeğe muhtaç insanlar. Hayat nerede? Silahın ucunda mı, ekmeğin tadında mı kadının sesinde mi? Hangi hayatı anlayacağız, hangi hayatı bileceğiz ve hangi hayatı yaşayacağız. Yoksa: “Benim bu âleme aklım ermiyor!” deyip sıyrılacak mıyız? Gerçekten de bu âleme akıl erdirmek güç. Sokaktan uzak bir yaşam sürüyorum. Sterilize edilmiş bir ortamda “âleme” uzaktan bakarak yaşıyorum. Hayatın uzağında, hayatı anlamaya çalışarak, çevremdeki “hayattan uzak” kişilerin fasılasız bir şekilde süren “hayat”la ilgili konuşmalarını dinleyerek. Hayatın uzağında durularak ne çok söz tüketiliyor anlaşılmayan bir hayat üzerine? Hakikat nerede, hayat nerede, biz neredeyiz? Biz bu hayatı nasıl anlayacağız? Acıdan uzak olan insan acıyı ne kadar anlayabilir, acı üzerinde ne kadar konuşabilir? Bunu yapmak sanal âlemin sentetik yaşamından ne kadar farklıdır? Susuyorum. Soruyorum. Hayat nerede?
43.
Yağmurlara Yürüyorum
Kanıksamış bir yürekle dolaşıyordum günlerdir. Gözlerimin en alımlı yerinde durağan bakışlar yer etmişti. Kalkmamda, oturmamda, konuşmamda bir heyecan yoktu. Bir şeyler değişmeliydi. Buna takmıştım kafayı. Günler var ki gece yarıları uyanıp ney çalmamış; yahut arabesk takılıp gökyüzüne bakmamıştım. Bir dizeye ruhumu çizivermemiştim. Rüyalarıma sığınmak ve oradan görülmezi kapalı gözlerle görmek iştiyakımı da yitirmiştim.
Filozof dostumun tabiriyle “banal” bir hayat yaşıyordum.
Sıradan ve harcıâlem bir hayat… Oysa böyle bir hayat şaire göre “ölüm” demekti. Bu ölümün beni öldürüşüne karşı direnme kararı aldım.
Bir ikindi vakti ruhumu dinlemek yerine gidip uyumak ve şehrin boğucu havası karşısında beyaz bayrak çekerek yatağa sığınmak için eve doğru yürürken içime yağmur damlaları düştü. Gözlerimin önüne bir çift göz ve utangaç bakışlar geldi.
Âşık olmaya karar verdim.
Haftalardır okuduğum ve ruhumu bulmaya çalıştığım şiir ve hikâyelerde aşktan öte geçmeyen sözlerin devinimsel işlevi şimdi gün yüzüne çıkıyordu artık. O, aşka tövbeler unutulmuş, kadının varlığını inkâr çabaları boşa çıkmış, ikindilerde güneşe, kuşa ve şiire sığınmalar ruhumu kurak çöl iklimlerinden alıp çıkaramamış, sonunda beni aşkın kapısına getirip bırakmıştı işte. Geceleri yıldızlarla paylaşmak, şairlerle yaşamak ve bir şiiri ürkek adımlarla sokağın alnına nakşetmek…
Sabaha özlemi yüklemek ve her doğan günü bir başka kabul etmek, sevildiğini düşünerek ve kendini davetsiz rüyaların prensi olarak hayal etmek… Bunların hepsi güzeldi. Sevmeyi yeni baştan öğreneceğimi düşündüm. O ceylan bakışlı ürkek güzelin gözyaşında bir şairin ağlayacağını düşündüm. Bu, baharı bir başka bahar kılardı.
O utanç yüklü bakışların karşısında başımı kaldıramayışım, günah işleyişimin mahcupluğu ve ürkek ceylanlarca sekerek acele uzaklaşışım kalbine bir şeyler düşürebilmiş miydi acaba? Günlerce rüyalarımın abonesi o içli; ama sessiz; sessiz; ama soylu düşüncelerin içimizdeki adımlayıcısının gözlerine bakmakla mı aşkımı ilan edeceğim? Benim hep elem dolu hâlim ve utancımın verdiği kaçışların bitmek tükenmek bilmeyişi, acımı dindirecek mi? Yoksa ben bu susmalarımın dışa vurumunu yapmadan bir kuş gibi uçup gidecek mi o?
Ah ben, bu içten sevgimi susmalarla saklayan ben, sevgimin anlaşılacağını ve gözlerime bakılıp hayatımın bana iade edilmesini daha ne kadar bekleyeceğim? Gidip karşısına oturamam ve oturup ağlayamam. Ağlayarak aşkımı itiraf edemem. Sevgilinin önünden o ceylan gibi geçişlerimle “Ben varım!” diyebilirim o kadar.
. . .
Güneşimin tepelerde gezindiği vakitlerin birinde bakışlarımı uzaklara dikip mısralar düşürdüm kâğıda, “şairin yerinde”. Şairce duygular sessiz yağan yağmurlarca akıp geliyordu ve aşka davetiyeye imza atıyordu. Duygularımı dışa vuruyordum artık. “Sadede” gelip aşk babında konuşmaya karar veriyordum. O gözlere doya doya bakamadan, o ürkek tavırlara kendimce yorumlar yaparak ve hiçbir kesin bilgi sahibi olmayarak içime aşkı düşüren o güzele adını dahi bilmediğim o güzele aşkımı itiraf ediyordum.
 . . .
Ağlıyordum. Evet ağlıyordum. Doya doya ağlıyordum. Kalbim dar gelmişti. Çiçeğin rengini, kuşun sesini, güneşin varlığını, kendi varlığımı unutmuştum. Gözyaşlarım mısraları ıslatmıştı. Mısralar kâğıttan hürriyetini elde etmiş ve bir yüreğe yazılmıştı artık. Gece yarıları yıldızlara anlatılan aşkım anlaşılmış, itiraf edilmiş ve sevgiliye ulaştırılmıştı. Şimdi burada her şey aşktı.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Vav Halinde Uçan Kuş / Yunus Emre Tozal
Seyir Defteri Öyküleri… IV / Naz
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -44 / Şiraze
Osmanlı Şiirinde İran / Şadi Aydın
Müseferet / Bahattin Yıldız
Tümünü Göster