…bağışla beni ey gök, gözlerimde bir ‘yâr’ saklanıyordu
yağamadım bu gece!
Kaptanlar çelişkili şiirler taşıyor gemilerinde, martılar daha bir şüpheli çırpıyor kanatlarını. Denizlerin sesi kısılmış susmaktan, suların beli bükülmüş. İhtiyar limanların saçları hep yeşile bakıyor. Buruşuk elleri ile bir güneş denize dokunuyor, bir avuç su yudumluyor ve akşama karışıyor ardına bakmadan. Sular karanlığını giyiniyor artık, yataklarına uzanıyorlar usulca. Bir dolunay örtülüyor üstlerine. Rüyalarına Mehlika’lar düşüyor.
Deniz fenerlerinden mutsuz kadın çığlıkları süzülürken, kuşlar fecir türküleri seriyor kaldırımlara, sokaklara. Bense payıma düşen acıdan notaları yudumluyorum, bir sabah kahvesi tadında. Dinginliğinden belli olmuyor mu diyorum terk edişlerin tazeliği. Boyacı çocukların siyahları daha çıkmamışken tenlerinden, gözleri sulu-sepken bakıyor boya sandıklarının. Her şey yaşlanıyor gittikçe… Mevsimler bile. Bir yaprak intihar dileniyor dalından. Ya insan?
Hani şu kendi gençliğini maktul eyleyip, sonra katilini arama yolunda zamanına da kıyan, o tuhaf yaratık. Bir engizisyon hâsılı, kendi elleri ile kendini döven eşref-i mahlûkat.
Şimdilerde ben masal kaçkını kahramanların hikâyelerinde duraklatıyorum adımlarımı. Bavulumda birkaç yaşanmışlık kırıntısı, bir ölümün küllerinde ısıtmaya çalışıyorum üşüyen tutkularımı. Yol döküyorum önümdeki uçurumlara. Bir yorgunluk önümü kesiyor. Başımı yaslıyorum omuzlarına dağların. Ağzı dili kurumuş ırmaklardan geçiyorum. Ayrılık öyle hırçın esiyor ki, saçlarını döküyor ağaçların. Saçlarımı döküyor! Öyle ki bu çölde bir ben, bir de kuyular ağlayamıyor.
Biraz yağmur yağsa diyor şair, ağla! Diyorum
Biraz anlatsam kendimi diyor damlaya, sus! Diyorum.
Biraz kış olsa diyor bu mevsim, gideyim! Diyorum
Biraz gidiyorum şimdi, şairim! Gidiyorum
Ama üşüme..
Tüm yolcuların dikkatine, diyor bulutlar. Birazdan soluyacağınız rutubetli satırların faili birazdan burada olacak! Kuşlar rikkât kesiliyor anonsa. Ağaçlar başlarını göğe doğru uzatıyor. Dereler, ırmaklar, denizler göğe doğru akmaya başlıyor. Hilkât nicedir bu an’ı bekliyor. Gecelere yürünen adımlar bitmek bilmiyor. Gündüzler güneşleri taşıyamıyor artık. O an bir türlü gelmiyor!
Bir nisyana kurban gidiyor, eli öpülesi sözcükler. Fiiller uçuşuyor ortalık yerde. Kaldırımların yüzüne sıfatsız attığım her adım, inleyen birer çığlığa dönüşüyor. Taşlar yüzüme acılı bakışlar fırlatıyor, o an uçmak geçiyor içimden. Olmayan kanatlarımı çırpıyorum, olmuyor! Bir söz aklıma ilişiyor; acaba diyorum beni acıtan yürekler de acımı okuyup gözlerimden, uçmak istiyorlar mıydı?
Heyecanın dahi heyecan ile beklediği o muhkem fail, yola çıkmak için bir akrebin peşinden koşuyor. Yelkovan da failin peşinden. Bir kargaşada sürükleniyorlar. Azığına sabır koymayı unutan hilkât, sabırsızlık ile boğuşup dururken, bir gürültü kopuyor!
Sesler boğazlanıyor. Yırtık ağızlar dikilecek terzi aranıyor. Ağızlar dikiliyor tövbeden iplikler ile. Ama ya yırtılan yürekler? Onları da diken bir terzi var mıdır acep?
Yolculuk öyle uzuyor ki, yollar bile sıkılıyor. Bulutlar asumanlara küskün, güneşin önüne kimseler geçemiyor. Sular birleşmiş, bir tufan hakkında konuşuyorlar. Ben bir Nuh gürültüsü kadar meftun bakıyorum gemilere. Bulutlar ağızlarını açmadan, kapıyorum tüm sözlerin önünü. Kurak kalemler kol geziyor ellerde. Hiçbir hesap tutmuyor, sayılar bile hafızasını yitiriyor.
Asil rüzgârlar esiyor tahtında şiirlerin ve fermanlar başlarını kesiyor harflerin. Susturuluyor korkular. Geleceğin çenesi bağlanıyor. Doğu batı ile yer değiştiriyor. Ölüm şah’a kalkınca böyle aheste, dünya büyük bir mide bulantısı geçiriyor…