Umut Ateşini Özgürlük Meşalesiyle Tutuşturmak

“Yüce ALLAH’a yemin ederim ki, asla köle olmayacağız!”
Aliya İzzetbegoviç

Asırlar önce sözün en kutlu meşalesini yaktı bir insan. Bu meşaleyi yürekleriyle taşıyan insanların, ışığı kaybetmemek ve alevlendirerek tüm dünyayı aydınlatmak için gösterdiği çabalar şüphesiz tarihte yerini aldı. Bu harlı külü ateş kılmaya vesile olup insanlığa öncülük etmek; hakikati gün yüzüne çıkarmak için ne savaşlar yapıldı, yuvalar dağıldı, çocuklar yetim ve öksüz bırakıldı. Öyle ki hakikat için zaman zaman anne-evlât, anne-baba, baba-oğul bile ayrıldı, birbirlerine karşı savaştı. Hz. Nuh, oğlu için gemiye binmeyip büyüklük tasladığı ve tufanda boğulduğu için üzüldüyse de bir şey değişmedi. Yine Musab Bin Yasir, annesinin ölüm orucu tuttuğunda söylediği “Anne, saçlarının adedince canın olsa ve sen hepsini oğlunun tekrar atalarının dinine dönmesi için gözümün önünde versen, yine de dönmeyeceğim İslam’dan” sözü hala akıllarımızda. Yine Hz. Lut’un eşinin kâfirlerle antlaşma yapıp Hz. Lut’a ihanet ettiğini bildiriyor Kuran.

Doğu-Batı tarih boyunca her ne kadar dünyanın merkezi olma kaygısı içinde çalkalanıp dursa da, hakikat huzmesine ram olmuş insanlar hem fizyolojik, hem ontolojik, hem de epistemolojik olarak dünyayı aydınlatmaya yüzyıllardır devam ediyorlar. Doğu’yu ve Batı’yı analiz edip de ilim, irfan ve hikmet ışığıyla insanı ileriye; ait olduğu yere, hakikate doğru çağıran bir mütefekkirden, Aliya’dan söz ediyoruz. Avrupa’nın ortasında Doğu-Batı Arasında İslam’ın damıtılmış fikirlerini benimsemiş, hayatına geçirerek halkına ve tüm dünyaya örnek olmuştur. O sadece Müslüman kimliğiyle İslam dünyasının sorunlarına eğilmekle kalmamış, Modern dünyanın da sorunlarına eğilerek insanlığa evrensel düşünceler, ahlak prototipi ve ilkeler bırakmıştır.

Tarih boyu hazin bir tutsaklığın savaşını verdi insan. Düşünsel ve yaşamsal bir özgürlük savaşı. İslâm’ın hiç sönmeyen ve  sönmeyecek olan nurunu alınlarında taşıyan nice özgürlük abidesi, bu meşale ile insanlığı karanlıklardan ve tutsaklıktan kurtarmaya çalıştı. İşte meşaleyi taşıyanlardan biri de kuşkusuz Aliya İzzetbegoviç oldu.

Bulunduğu konum itibari ile çağdaş İslam düşüncesinin yanı sıra evrensel anlamda düşünce üretebilmiş, bize durmamız ve bakmamız gereken noktayı göstererek umudu her an aşılamış bir entelektüeldir Aliya. Bir direniş mucizesinin kapılarını açmazdan evvel, şüphesiz önce bir Aliya portresi çizmek şart. Bu portreyi çizmemizde bize yardımcı olacak halk, elbette ki Bosna halkı. Direnişin mistik boyutuna doğru yol aldığımızda, Aliya’nın özgürlük aforizmaları dikkatimizi celbediyor: “…Her şeyden önce; insanlar, haklı bir amaç için, özgürlükleri için ve her şeyden daha fazla kendi kurtuluşları için savaştıklarının bilincindedirler.” Hülasa bu bir var oluş mücadelesiydi.

İnsanlık tarihi boyunca yapılan savaşların genelinin nedensiz dogmalara dayalı, havsalanın alamayacağı kadar kof müstemlekeler şeklinde tezahür ettiğini görüyoruz. İnsanlar belki şehirleri işgal edebilir fakat elzem olan aklın ve hür düşüncenin hangi işgalin altında alınmaya çalışılması… Hür bir inancın gölgesinde, Hakk’tan beslenen bir aklı, hangi güneş kurutabilir ki!

Zulmün angaryasında, mutazarrır bedenini görmezden gelip, müthiş bir cesaret örneği gösteren Bosna’nın yanı sıra, korku ve cesaret arasındaki iniltiyi perdeleyen ve yaşayan bir örnek olan Aliya, bu konuya şöyle yaklaşıyor; “Geçen yıl bir ara, şehir ağır top ateşi altında iken aklıma bir şey geldi. Korumalarıma şehrin merkezine doğru bir yürüyüş yapmak istediğimi söyledim. Şehir, o günlerde, patlamalardan dolayı tam bir sarsıntı yaşıyordu. Havan mermisi patlamaları her yerden görülebiliyordu. Yerde yatan bir kadın aniden haykırdı: ‘Başkanım, korkmuyor musunuz?’ ‘Elbette korkuyorum’ dedim. Cevabımdan dolayı, şaşkınlığa uğradığı çok açıktı. Eğer biri korkmuyorsa, bu onun normal olmadığına işaret eder… Cesaret, güdülerinizi korkularınızdan daha kuvvetli hale getiren şeydir… O kadın bana ‘Başkanım peki neden yürüyorsunuz?’ diye sorduğunda ona ‘yürümek için nedenlerim var!…’ diye cevap verdim.”

Onlar ölüme ve dünyaya meydan okudular. Onlar yürüdükçe dünya şaşkınlığa uğradı, en çok da çağın oryantalistleri. Müslümanları vahşi ırklar olarak tasnif eden ve tabiata ana-bacı muamelesi yapan spritüalist sentetikçiler… Kafka, Gustav Janouch ile yaptığı bir konuşmasında; ‘Kişi komşusunu tanımazsa daha çabuk ezer’ diyor. Şüphesiz Bosna birçok ırkı bir arada bulunduran bir şehirdi. Bosna’da kurulmak istenen bir ırk cumhuriyeti değil, her dinden, ırktan ve medeniyetten insanın hoşgörü içinde yaşadığı ideal bir ülke olmasıydı. Aliya yıllarca bunun savaşını verdi. Tek istediği bir inanç idolü dikmekti şehrin göğsüne. Ve O’nu değerli kılan bir başka unsur da; “Kaybedeceğimi bilsem dahi, doğru şeyi yapardım!” sözü oldu.

“İnsanlar suçluların cezalandırılacağına inanıyor. Ancak kör intikam üzerine kimse konuşmuyor. İnsanlar, bizim savaşımızdan, savunmamızdan, köylerimizi ve kasabalarımızı özgürleştirme ihtiyacımızdan söz ediyorlar. Ancak, kör nefret üzerine tek bir kelime bile yok!” Bu sözleri ile  Aliya aslında soykırımın vicdansızlığına, insanın nasıl algılanması gerektiğine dikkat buyuruyor. ‘İnsanları tehdit eden bir ordu sefildir, çünkü insanlar en büyük hazinemiz.”

Bosna, süregelen tarih boyunca insanlığın başına nadir gelen bir trajediye maruz kalmıştır. Zincirlere vurulmak istenmiş bir trajedi… Koyu bir ırkçılık halkası kaplamış bu zinciri. Etrafındaki diğer bütün düşüncelere pranga vurulmak istenmiş. Belki de ‘ümit en son ölen şeydir’ sözü, Bosna halkını ayakta tutmaya yetiyordu. Şehrin üçte ikisini işgal eden Sırplar, II. Dünya savaşından beri görülmemiş bir terör politikası estiriyordu Bosna’da. Vicdansızlıklar, ahlaksızlıklar, katliamlar, çocukların önünde işlenen soykırımlar, tecavüzler… Millî değerlerin bir bir yok edilişi, bir neslin tarihe gömülme uğraşı ve Hakk’ın ilzam edilme çabası…

Bosna’ya uygulanan bu anlamsız soykırımda, insanlar büyük haksızlıklara maruz kalmış, kadınlara tecavüz edilmiş, çocukların gözyaşlarına aldırmaksızın kör nefretler konuşturulmuştur. “Bu bir entelektüel cinayettir!” diyen Aliya, faşizmin de odak noktası olan modern katilleri böyle tanımlıyor. Bosnalı çocuklar ile o zamanlar kendine entelektüel tanımlaması yapan batılı sessiz aydınlar arasında yaptığı mukayesede Aliya, çocukların daha aydın olduklarını söylüyor. Çünkü onlar durdukları yeri biliyorlardı ve sonuna kadar tek taraflardı. Böylesi bir vahşete karşın sessiz olmak, o vahşeti işleyenlerden bir farkının olmadığının da göstergesidir. Buna mukabil birçok Batı ülkesini bu kategoride tasnif edebiliriz, onlar güya tarafsızdılar. Zulme maruz kalan tarafın Müslüman kitle oluşu da belki bunu tetikleyen etkendi. Söz konusu bir Hıristiyan topluluk olsaydı durum farklılık arz edebilirdi. Bu bağlamda, böylesi bir vahşet fenomeninde, hem ırkçılığın, hem faşizmin hem de oryantalizmin siluetlerini açıkça görebiliyoruz. “…Bu korkunç katliamın gayesi salt temizliktir. Böyle bir şeyin olması nasıl mümkün oldu ve bunun sebebi neydi? Bu Sırp toplumu nasıl bir toplum ki, böyle bir harekete girişti?.. Bir Alman ile karşılaştığınız zaman kendi kendinize; ‘Bu insanların böyle bir şeyi yapması mümkün müdür?’ diye soruyorsunuz. Benim cevabım, hayır. Bu, Alman halkının değil Alman idarecilerin işidir” diyor Aliya.

Rosenberg teorisi tüm bu cinayetlerin kalbini oluşturmaktadır. En kötü cinayetler basit bir teori üzerine kurulmuş ve kendince haklı gerekçeler üzerine oturtulmuş, bununla da kalınmayıp halk buna inandırılmıştır. Zira temelde bunun Tanrı’nın hoşuna giden bir iş olduğunu savunan müspet bir gerekçe yatmaktadır. Shakspeare Dramalar’ında insanın içindeki kötülüğün aşırı dürtülerini ve bu kötülüğün kaynağını yakalamaya teşebbüs etmiş, ancak bunu başaramamıştır. Bunu hiçbir akıl yürütme yöntemi çözemedi. Beauvoır’ın dediği gibi, ‘İnsanı kim yargılayacak?’ İnsan özünden taşıyor bu devrede. Hayvandan daha aşağıdaki mevkiine doğru yol alıyor.

Tüm bu epistemolojik kayıpların kıskacında, bir de ahlâki kayıplardan söz etmeden geçmeyelim. Özellikle Sırp toplumu, bu yaşananların ardından büyük ahlâki yaftalara maruz kaldılar, kalacaktır da. Onlar toplum nazarında, soykırımlarla, katliamlarla, kadınlara tecavüzlerle, kültürel-millî değerleri hiçe saymakla vb. ahlâksızlıklarla hatırlanacaktır. Kütüphane ve camilere pervasızca yapılan saldırılar, hastanelerin yüzlerce kez bombalanışı, bir milleti tarihe gömmek olarak algılanabilir ancak. Bunu ruh ve madde bazında ele aldığımızda Aliya söze karışıyor; “Bizim insanlarımız ve kendimize ait ahlâkımız vardır. Onların ise teknikleri ve maddi üstünlükleri vardır. Burada gerçekten ruh ve madde mukayesesi söz konusudur ve bu savaşta ruh galip olacaktır.”

Vicdanı paramparça edilmiş, medeniyetten ve insanlıktan uzak kalmış böylesi sapkınlıklar, bir hoşgörü yoksunluğunun da tezahürüdür: “Hoşgörüyü öğrenmek ve bir caminin yakınında bir sinagogu veya onun yakınında bir katedrali kabullenmek yüzyıllarımızı aldı… Hoşgörü tabii bir davranış değil, bir kültür  işidir. İnsanları hoşgörülü olmaya ikna etmek, düşmanı vahşete ikna etmekten daha zordur…”

Birbirlerinin inancını, ırkını ve yaşam kalitesini çekemeyen, hazmedemeyen insanlar ne kadar aydın oldukları naralarını atsalar da, onlar bağnazdırlar. Hiçbir algıya sığmayan politik kaygıların eşiğinde bir dünya ve insanlıktan büyük parçalar koparan bir zihin, yamuk bir tasavvur bu. Mustafa İslâmoğlu’nun ters dönmüş mantıkla söylediği şu sözler anlatıyor aslında insanoğlunu: “İnsan eğer Allah’a karşı sorumluluğunu asarsa eşyaya karşı da sorumluluğunu asar. Eğer bir insan kendini yamuk bir yere yerleştirirse her şeyi ters görür. Orman görse bütün ağaçları ters diye söker. Yani ters dönmüş bir mantık… Tanrı atama yetkisinin elinde olduğuna inanan bir insan türü. Tanrısını kendi tayin ediyor. Bu insanın tanrılık iddiasıdır. Küstahlıktır!…”

Böyle bir dünyada bir avuç insan, insan kalmaya devam edebiliyor. “Olumsuzluklarımızla birlikte, benim için önemli olan şunu söyleyebilmek; Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk… İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur” derken Aliya, insan olmaktan ziyade, insan kalabilmenin üzerine biraz fazlaca basıyor. Ültimatom zamanı zalimlerden biri Saraybosna’nın tepesinden ‘Vicdanımız rahat!’ sözlerini rahatlıkla savurabiliyor ve bu Aliya’nın nokta-i nazarında bakın nasıl yankı buluyor; “Aynı gün içinde başıma çok ilginç şeyler geldi. O gün Kuran’dan daima etkilendiğim bir bölüm okuyordum. Bu bölüm, Kuran’ın sonlarında yer alıyor ve şu sözcüklerle başlıyor: ‘Ve güneş karardığında ve yıldızlar döküldüğünde…’ Ve bu, tehditkâr tonun devamı şöyle geliyor: ‘Ve suçsuz yere öldürülen kız, hangi suçundan dolayı öldürüldüğünü sorduğunda…’(*) Akabinde televizyonu açtığımda, Markale katliamından iki gün önce gerçekleşen bir katliamın görüntülerini gördüm. Bildiğiniz gibi, Şubatın dördünde altı çocuk öldürüldü. Ve ardından kamera öldürülen bir kız çocuğunun yüzünü ekrana yansıttı. İşte, öldürülen bu kız çocuğu ve ‘vicdanları rahat’ akademisyenler (!) Kuran’da yer alıyorlardı.”

Bir yanda vicdanın üzerine örtüler örten ters dönmüş bir tasavvur, diğer yanda var olmak ya da yok olmak üzerine bir duruş! Kaybedeceğini bilse dahi doğrudan sapmayan bir avuç insan… Orwell’ın tabiriyle, “Bazılarının  diğerlerinden daha eşit” olduğu bir dünyada, özgürlük üzerine daha çok söz savurmamız gerekecek.

Tüm dünyanın gözleri önünde, Avrupa’nın ortasında yapılan savaş için Aliya şöyle söylüyor: “Benim halkım güneşin altındaki yerini bizatihi kendisi almak zorundadır. Ona özgürlüğünü birilerinin ‘tepside sunması’ doğru olmaz.”

Aliya’yı anlamak, insanlığı anlamaktır.

Aliya’yı anlamak, gözyaşlarına rağmen umudun var olduğunu, hiç bitmeyeceğine inanmaktır.

Aliya’yı anlamak, koşullar ne olursa olsun tutsaklığı kabul etmemektir.

Aliya’yı anlamak, vicdanın sesine, hakikate kulak vermektir.

Aliya’yı anlamak, kâinatın zikrine katılmaktır…

Aliya’nın deyişiyle “Şimdi güneşin altındaki yerimizi alma zamanı…”

*(Tekvir Suresi: 1–9)

Kaynaklar
Konuşmalar, Aliya İzzetbegoviç
Tarihe Tanıklığım, Aliya İzzetbegoviç
Bosna Mucizesi, Aliya İzzetbegoviç

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yusuf’a Düşen Kuyu / Yavuz Ertürk
Umut Ateşini Özgürlük Meşalesiyle Tutuşturmak... / Mehlika Toyga
Siyah-Beyaz Davetlisiniz / Yusuf Bal
Sevim / İffet Oral
Savaş Övgüsü / Abdüssamed Bilgili
Tümünü Göster