vezme vaktidir, kıyâmda niyâm
çelişki çeker isyanın başını; üçten beşe, beşten yediye
davullar an sonra susacak, susacak dünü anımsayanlar
çamur deryâsında Azyâ, savaşı oyun sanacak
kimse bulunduğu yerden memnun değil
hudutlar çekilmiş Cizre’de kan, Bakras’ta ne varsa çökmüş üzerine rihlet
ve Alleben uyutur güzelliğini hissettirmeden, gel de terket
kimse olduğu mekânı, durduğu yüksekliği
manzarasını resimlerinin; bakışını, sesinin her bir kavsini
gözlerinin ferini, gamzelerinin derinliğini beğenmiyor Şirâze
kimse ne ise, o olmaktan hoşnut değil; bir yük, bir hây ki büyük
nush ile mesâfeli, meşk ile medbûr
Şirâze; aklı ötekinin yerinde, yüreği başka sevgilerin peşinde
elindekini yakıp
ya da bir kenarda karanlığa bırakıp
olmadı gömüp tarihe, yok saymak istiyor
olmuşluğunu asmak, kesmek, ömür boyu mahkûm etmek istiyor
Şirâze kimse kendisini sevmiyor, sevemiyor
sırf bu yüzden sonu olmayan çetrefilli öykülerde kayıp veriyor
az az kendisini, az az utkularını, az az hayâlindekileri
ve az az bindiği gemileri hainlere kaptırıyor
Şirâze kendisini her köşe başında, her apartman girişinde, her girintide
ve hayaller içinde yitiriyor
Şirâze, başkası olamayan herkes silikleşiyor öylece
fevâih sardı ara sokakları, başımın üstü yaldızlı çiçekler
efdalinden günler öpüyor ellerimi, yarına buhûr yakıyorum
zerefşân kızlar dönüyor devrin gerisinden mütebessim
irkiliyorum, kekeliyorum, son sözümü söylemedim diye hiçbir yerde duramıyorum
fevâih sardı ara sokakları, bende solan yaldızlı çiçekler
bak bana, dağlara baktığın gibi
bak bana Şirâze, o dağlardan atlasa uzandığın gibi
Salacak’ta beni, Meram’da beni, Belen’de beni…
beni Şirâze, yüreğine yazılmış bir roman gibi oku ve bul ve öyle tak gerdanına
Şirâze, zûr muyum metinlere dizi dizi, kusur muyum nezdinde
dûr muyum, dumûr muyum
bak bana Şirâze
düşen yaprağa baktığın gibi
dönmeyecek olanın ardından baktığın gibi
duru denize, fırtınalı geceye, Boğaz’a ve ötelerden gelene baktığın gibi
bir melhûbun gözünden bak bana
Tanrı Dağları’na çık da bak
Sahra’ya açıl da bak
Şirâze, Gazâli’nin cümlelerine sarın da nigârınmışım gibi bak
ve ben öyle ödeyeyim bedelimi
min ba’d…
jurnalimdesin şeffâf harfler gerisinde fevc fevc büyüyen
âteş-i hecr dökülür üzerime, âteş-i bahâr açılır bir de, öylesine
bütün rakamların sonunda beklemedeyim
kır kalemi, değiştir avuç çizgini ve kur saatini
sene ikibiniki
metro’nun üçüncü durağında indim
yok artık adresim, yok artık kimliğim, yok artık Şirâze
seçeneksizim, Baykal’da üşüyen aç bir kurt kadar tehlikeliyim
başıma gelen en girift serencâmım Şirâze
ne âfî sensin, ne de ben
bu ehvâl ile yürüyoruz
kaç güneş daha doğacak bizim için bilmeden