Giyiniktim.
Evlerin önünden geçtim. Sadece kadınlar uyanıktılar. Bir de kediler, balıklar… Deniz boşuna çağıldıyordu. Hiç kimse bir yere gitmiyordu. Usulca ayrılmış, ölçülü ve cam kırığı kadar pürüzsüzdük. Oradaydık, pencerenin hemen yanı başındaydık. Orada olmak zorundaydık. Aynıydık. Aynı kalmaya samimi bir ısrarımız vardı. Yürümüyorduk. Ayaklarımız baskıdaydı; çünkü yürüdüğümüzde yorulmuyorduk durduğumuz kadar. Kolay değildi öylece duruyorduk. Parçalarımızı çekiştirip sıkıca tutuyorduk. Şunun şurasında neyimiz vardı öyle sahiplenecek. Ne var… Önceden orada olmamış, azar azar gelmesini beklediğimiz… Sarı mı, turuncu mu, rengi var mı? Kimsenin görmediği yerdeyiz, kimsenin görmeye tenezzül etmediği anda. Yine de oradayız işte. İçimizdekini koruyorduk. Dışa yansıtmadan içimizdeki ipuçlarını yiyorduk. Yanaklarımızı yiyorduk, dudaklarımızı, gözlerimizi sonra akan yaşlarını… Yaramızı giyiyorduk.
Kim geçirdi beni bu sokaktan bilmiyorum. Bilmek istemiyorum. Tenime özentisizce kim değdi ki yaralıyım. Önce ne vardı, var olmaya devam eden… Kaybolup gitti mi, o kadar da dayanılmaz mıydı dur demedim ona? Sahi neler gitti benden, gitmeye hala devam eden? Farkında mıydım? Kim bilir kaçıncı defadır soruyorumdur bu soruları. Kaçıncı defadır cevap istemiyorum. Cevaplar her zaman istenmiyor, bazen sadece aramak istiyor insan. Bulduğunda orada birileri olmuyor çünkü. Arıyorum sadece.
Gittiyse elbette güzel sözler söylemişimdir giderken. Arkamı dönüp bakmışımdır. Başka ne beklenir, giderken büyür insan ardında bıraktığınca. Gidenim benden azaltarak büyümüştür, fakat yine de öpmüşümdür. Öptüm de… Dur demedim. Durmadı zaten.
Gidenim kimse, her ne ise bırak gitsin. Ben oradayım. Kadın, kedi ve balık… Ortancamız yok hepimiz aynı yaştayız. Zıplamıyoruz. Zıplayıp bir boşluk bırakmıyoruz, birinin o boşluğa yerleşmesinden korkuyoruz. Korkular artık korkusundan bizleri korkutuyor, anlamıyoruz. Hala oradayız konuşmadan, düşünmeden. Yiyoruz, yedikçe kanıyoruz. Fakat kadın, kedi ve balık bir şeylerini yedikçe göbeklerinden büyüdüler. İçlerinde büyüyenin başından, patilerinden, yüzgeçlerinden emin olmadıkça durmadılar. Yediler. Yedikçe baş oldu, pati oldu, yüzgeç oldu.
Ben, derinlerime kadar kendimi kemiriyordum. İçimde ne söylenesi söz büyüyordu ne de bir menekşe.
Herkes evine girdi. Kendini çoğaltarak evlerinden çıktı. Çekinmeden, bilerek ve isteyerek yapıyorlardı bunu. Birdenbire duvara karşı, bana, hikâyeme karşı… Oraya, kendi masalının içine girmek ve oturmak için. Konuşmak için, hissetmek için, kendi içinden çıkanı yürütmek için, emzirmek için, yüzdürmek için. Ben yapamadım. Denemedim bile. İçimden çıkaracağım bir şeyim yoktu. Yalnızdım, yapayalnızdım. Eksiktim. Biriciktim. Buradan yalnızca geçip gidiyordum. Anlatacağım bir masalım da yoktu. Vardı fakat inkâr ediyordum. Masallar için birden büyümüş oluyordum, yaşamaya geç kalıyordum. Yaşamaya gerek görmüyor muydum? Hayır.
Ve aslında kadınlar masallarını anlatmak için çocuklarını doğurdular ve kediler yavrularını ve de balıklar… Bu bir oyun değildi. Oyun olması da gerekmezdi. İleride bir oyunun parçası olmayacaktı, olmadı. Bu bir oyun olamazdı. Eğlendiren bir yanı yoktu. Göğüslerinde benimki gibi taşları da yoktu. Hiç kimseyi özlemiyorlardı. Özleyecek kimseleri yoktu. Gidecek kimseleri de…
Ben, aslında uyuyordum; tambur ruhlu insanların ağladığı bir düş görüyordum. Yaram kanıyordu. Sanırım sen gidiyor oluyordun. Burada ben bayılıyordum. Kalabalıklar arasında gezinir oluyordum. Susuyordum. Övgülerimi alıp gidiyordun, geride suskun kalıyordum. Denizi görmeye götürün beni diyordum. Dalgaların hemen yanı başına… Gidiyoruz. Sanırım geceydi çünkü içine yıldızlar düşüyordu, taşırıp yanaklarımı ıslatıyordu. Bir çocuk yürüyordu, bir kedi emiyordu, bir balık yüzüyordu.
İşte burada susturmak gerekirdi sesi diyordum. Her şeyi… Ellerimin kaslı yerleriyle kavramak dili… Kapanmak içime –geldiğim yere- annemde yükümü tutuğum yere dönmek… Aklımdan geçirmek ve önemi yok yalnızca buradan geçiyordum, deyip özür dilemek dünyadan… Geri dönmek ve susmak ne şekil olursa olsun, aşınarak, küçülerek… Gerekçelerim var, uzak tut beni Tanrım. Orada olmayayım ki kimse olmasın benim için. Başlamış olmasınlar ve yazılmasınlar bir masala, dilimce. Al beni Tanrım ve son görenim ol demek gerekir, diyordum. Evlerin avlusundan geçtim. Sadece kadınlar uyanıktılar. Bir de kediler, balıklar…
Bu Sayının Diğer Yazıları
Yıldızların Doğduğu Yerden / Recep GaripYârlı Bir Ölüm Sofrası / Selami Şimşek
Üstad ve Ölüm / Necmettin Evci
Üstad Necip Fazıl Kısakürek / Nurettin Durman
Seyir Defteri Öyküleri – 3 / Naz
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…