Şu günlerde ellinci yıl kutlamaları yapılıyor Erdem Beyazıt için. Anlaşılan odur ki, Anadolu’nun gür sesli yüreği, nice elli yıllar için çarpmaya devam edecek. Kimi insanların varlığı huzur ve güven verir. Herhangi bir toplantıda ya da oturumda onlardan biri varsa, huzur ve sekine vardır. Sanki onlar varsa her şey tamamdır. Yoksa her şey eksiktir. Erdem Bayazıt onlardan biridir. Onu tanıyalı tam otuz yıl olmuş. Mavera Dergisiyle tanışmam onunla tanışmamdı bir bakıma. O kuşak, kendilerini dergilerde gösterdiler. Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera o dönemin atölyeleridir. Dergiciliğin dergâhlarıdır da denilse yerinde olur kanaatindeyim. Bu merkez dergilerin soy ağacı aslında daha da kapsamlı ele alınabilir. Lakin onları inceleme yerine Bayazıt’a dair söylenecek şeyleri de birilerinin mutlaka söylemesi gereklidir. Soy ağacına ilaveten Yeni Devir gazetesi atlanmamalıdır. Adı geçen dergilerde gördük biz onları. Onlar bir devrin yıldızları olarak ayna tuttular topluma, evrensel mesajlarla yeryüzüne.
Kimi zaman Afrika’yı, Kudüs’ü, Bağdat’ı, kimi zaman Anadolu’yu, Afganistan’ı, Kerkük’ü ve kimi zamansa Buhara’yı, Bosna’yı, Mekke ve Medine’yi gördük onların gözlerinde, sözlerinde ve şiirlerinde. İstanbul başlı başına bir yeryüzü gibi işlenirdi. Onlardan anladık şiirin evrensel imler taşıdığını. Bayazıt, ister ‘bir bey oğlu’na benzetilsin, ister yerli duruşun simgesel isimlerinden birisi olduğu söylensin, ya da, ‘umudun’ aşkın, acının, çilenin, medeniyetin dahası insanın öz mayasına iman mayalayan bir usta olarak tanımlansın yine de eksik bir şeyler kalır geride.
Çocukluk arkadaşlığı her insan için unutulmaz anılar taşır. Bayazıt’ın çocukluğu Maraş’ın arka sokaklarıyla ön bulvarları arasında bir koşu alanıdır. Okuma tutkusu şiiri öne çıkarmış, okuduğu şiirleri ezberleyebilen bir hafıza onu yürürken şiir okuma matineleri halini almasına ve arkadaşları içerisinde kendiliğinden öne çıkmasına da neden olmuştur.
O şiir atı gibi yağız, alımlı, hür, her an koşmaya hazır, koşturmaya hazırdır. Çocukluk yıllarını ve sonraki yılları birlikte geçiren Rasim Özdenören; ‘Maraş’ın ana caddesinde küme halinde volta atarken, o, gür sesiyle çabucak ezberine almış olduğu şiirleri okur, onun irşadını zevkle dinlerdik’ diyor.
Erdem Bayazıt’ın şiiri ironi dolu bir şiirdir. Trajedileri geçmişle gelecek arasındaki insan gücünün ve yüreğinin omurgasından alarak bugüne yansıtır. Bugüne taşır. Dünün özlemi aşkın bir anlayışla dikkat çeker. Bir medeniyet savunucusunun manifestosu niteliğindeki betimlemeleriyle salonlarda okunabilen şiirlerini, oturan, yürüyen insanın damarlarına zerk eder. Artık koşu halinde, uyumlu sesler çıkaran, aynı anda çelik dişliler gibi işleyen bir cemiyetin; şiire düşüşü yaşanır. Bir bakarsınız hafızasına aldığı Necip Fazıl’ın Kaldırımlar’ında, ya da İstiklal caddesinin yoğun figüranları arasında incecik bir esinti gibi muştular serperek yoluna devam eder. Ve şöyle söyler:
‘Ey hep bir kelime arayan kalbim
Sonra arayan tekrar arayan kalbim’.
Bütün mesele kalbin hükümranlığını yakalamaktır. O nedenle zaman zaman çağdaşı olan Attila İlhan’ın şiirlerinden, Edip Cansever, Turgut Uyar’ın şiirlerinden hafızasını beslerken bile arkadaşlarının hafızalarına ekimler yapar. Oratoryo niteliğinde okunabilecek şiirlere sahip olur zamanla. Ve şöyle söyler:
Ama sen uzaklardaydın ey kalbim
Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
Ayın yıldızların çağlayarak
Berrak şelaleler yaparak
Coşku içinde aktığı
Bir yerlerdeydi.
Bütün mesele kalbin bulunmasındadır. ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ kurulabilir, lakin kalpleri ayarlama enstitüsü kurulamaz. O nedenle kalbe sahip olmak demek, ana, zamana, mekâna sahip olmaktır. Mademki yaşıyoruz, mademki yaratılışımızın bir nedeni var, öyleyse, kalbe sahip olmak mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde ‘sürgün ülkeden’ ‘başkentler başkenti’ne dönemeyiz. Sürgün, ilk sürgün olan Âdem’in Sürgününe benzer ki bu sürgünde mahvolabiliriz. Kendimizi kaybedebiliriz. İstikametimizi bir daha bulamayabiliriz. Bu nedenledir ki, Bayazıt şiirlerinde çağlardan beri sürüp gelen Müslüman’ın yaşam trajedisini yansıtır. Yürürken sanki büyük bir ordu yürüyor gibi olunur ya işte öyledir onun şiirleri. Okurken büyük bir ordunun yürüyüşünü resmedersiniz bir bakıma.
Birazdan Gün Doğacak şiirinde;
Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın
Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana
O inanmışlar çağının.
Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer
Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde
Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz
Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.
Gün doğar rüzgâr eser bulut dolanır
Rahmet şarkısı söyler yağmurlar
Alnınız en soylu isyandır demir külçelere
Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar
Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde…
Şiirin akışı, derinlerde çağlayan bir şelaleye benzer şekilde gürülder. Yaşadığı çağa duyarlıdır. Çağın sesine kendi sesini yükler. Eritmek için yoğun çabalar harcar. Çağın ifadelendirilişini kestirmeden yorumlayarak ‘beton duvarlar’ tabiriyle işi bitirir. Beton duvarları yıkarak kendi özlediği gül bahçesindeki seçkin çiçekler içinden bir çiçeğe dönüştürür. Sonra bütün enerjisini muhataplaştırarak kahramanlaştırır. Çelik dişlilerin kumandasını ele geçirir. Yediveren başaklar gibi ulu çınarlar kadar kökleri olan bir derinlikte bulursunuz kendinizi. Kendinize olan güveniniz bir medeniyet olarak sizi karşılar. O çağın adı da, bu çağın adı da, gelecek çağın adı da artık inanmışların çağıdır.
Ölümsüz bir çiçek sevdalısıdır Bayazıt ve bunu söylediği tarih henüz bin dokuz yüz atmış altıdır. Coğrafya geniştir. Sorumluluk yeryüzüdür. Direnişin bir ucunda inanmış yürekler gereklidir. O yürekleri ateşlemekse şairlere düşmektedir. Dolayısıyla, ‘Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini’ mısrasıyla verdiği savaşı dünyaya ilan eder. Yabancılaşmaya karşı, anamalcılara karşı, tanrı tanımazlara karşı bir direnişi haykırır. Bunu yaparken ustaca, tarihin derinliklerinden beslenerek, bir medeniyet bilinci aşılamayı sürdürür. Güneyin insanlarında bulunan sıcakkanlılık, insani ilişkilerdeki sıcaklıkla kalmaz şiirlerinde de yerini alır. Bu duruş onun tarihi, coğrafi, medeniyet, şiir, edebiyat alanıyla kalmaz, siyasal alanı da kapsar. Onun şiirlerinde yer yer çığlıklar duyarsınız. Bu çığlıklar tanıdık çığlıklardır. İçerisinde yaşadığı Anadolu topraklarının çığlığı olduğu kadar koca bir coğrafyanın da çığlığıdır. Yeri geldiğinde bir başkaldırı şiiri, yeri geldiğinde bir ağıt ve yeri geldiğinde bir mersiye kadar ince ve zariftir. Kelime kelime, harf harf, bir kalbin ritimlerini duyurur gibi meydanlardadır. Hafızalarda şiirleri yer tutar. Salonlarda şiirleri okunur. Bir meydan savaşı verir gibi bazen, bazen bir sevgiliyi bekler gibi dile gelir şiiri Bayazıt’ın. Umudun şiiri olduğu kadar, aşkın da şiiridir. Çağdaşlarından ayrılan tarzı kelimelere yüklediği ağır anlamlardadır. Belki de Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil’e benzeyen yönü aynı duygu ve düşüncelerle iman çizgisindeki ısrarıdır. O Anadolu’nun gürleyen bir sesidir. O nedenle bir kimlik bırakır ortaya. Müslüman bir coğrafyanın Müslüman bir kimlik belirlemesidir. Seksen öncesi yıllara dönüldüğünde –ki dönülmedi; şiirleriyle, tiyatrolarıyla, romanlarıyla, denemeleriyle, sinema filmleriyle ve belgeselleriyle, buna yetmiş sekiz kuşağı diye ifadelendirmek pekâlâ mümkündür ki- onun şiirleri salonlardaki en gür seda ya da duvar afişlerine düşen bir slogan veya duvar yazılarında yerini alan bir mısraıyla hayata dinamizm katan bir dinamodur. Kimi zaman Yunus gibi giriverirdi kapının eşiğinden içeriye. Sakin duruşlu, mütebessim ve sabırlı görüntüsü içerisinde bizim musikimizdeki seçkin eserleri arşivinde bulundurur eğer konuk olursanız ondan size ikram ederdi. Hayatı boyunca sanki bir destan yazdı Erdem Bayazıt. Ya da bir destanın kendine düşen bölümlerini ifadelendirdi. Şiirde çok cömert olduğu söylenemez belki de. Ancak, coşkuda, muştuda ve doğurganlıkta alabildiğine cömertti. Çağlardan beri esen esintilerden müjdeler verdi.
Kendi toplumunun değerlerini mistik bir anlayışla kavrayıp yeniden onlara ses, sada, soluk verdi. Bir bakıma, ruhundan diriliş muştuları bıraktı her bir kelimesine ve mısralarına:
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
Eller bilirim haşin hoyrat mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı sorulacak bir hesabı
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.
Mehmet Kaplan şöyle söyler; ‘Erdem Bayazıt’ın şiiri değil eski dindar şairlerinkinden, Mehmet Akif’inkinden de çok farklı bir şekil ve üslupla yazılmıştır’.
Bir adam belki de en çok bir rüzgârdır şimdi
Sisli, yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgâr
Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor
Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor
Başlıyor içinde sonsuz susuzluk
Avuçlarının içi terliyor.
Erdem Beyazıt’ın insana yüklediği yüklem de oldukça ağırdır. Sorumluluk gerektirir. Bir kez onun şiirine girmiş iseniz mutlaka bir sorumluluk üstlenmişsiniz demektir. Artık okuduklarınızdan sorumlusunuzdur. Çağa karşı tanıklık etmeğe, kendi değerlerine karşı olumsuzluklara, haksızlıklara, insan haklarına karşı işlenen cinayetlerden sorumlusunuz demektir. İnanmak demek, iman atlasında, insana ve inanca saygılı olmak demektir.
O nedenle insan bireyini kavrarken, tarihiyle, kültürüyle, yaşantısıyla, kadınıyla, erkeğiyle ele almak gerekiyor. Ülke sınırlarımızın ötesindeki kardeşlerimize sorumluluklarımız olduğunu hatırlatmak için de bin dokuz yüz seksen bir yılında bir grup arkadaşıyla birlikte İran, Pakistan, Afganistan ve Hindistan’a iki aylık gezi programına katıldı. Ardından da İpek Yolunda Afganistan gezi notlarını kitaplaştırdı.
Dünyada yaşamak demek, sorumlulukları paylaşmak demektir. Acıları, sevinçleri, hüzünleri, ağıtları ve umutları paylaşmak demektir. Yüreğin haziran sıcağı gibi yandığı vakitlerde sırt sırta, omuz omuza vermek gereklidir. Yemene gidenleri, Çanakkale’ye gidenleri hasretle, özlemle, sabırla, metanetle beklemek demektir. Anadolu insanını anlatırken ve analarımıza seslenirken;
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi mümbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
Ahmet Kabaklı, şair’in işlediği konular hakkında şu tespiti yapar: ‘Bir genç adam için şehrin ıstırabını, bozulmuş törenin, inançsızlığın, faziletsizliğin tepkilerini, alışılmış düzenden yılgınlığı ve isyanı ve İslam’da kurtuluşun güzelliğini, maddeden kaçışı, şehirden köye kasabaya kaçışı ısrarla anlatan şiirler…’
Altımızda kayan bu ölü şehri durdursana
Ey gücü toprak kadar eski
Ey gücü yer kadar ağır çocuk
Büyüyen elimin üstüne koy elini
Sana bir yürek vuruşu gibi belirli
Gelen zamanı haber veriyorum.
Erdem Bayazıt’ın şiir serüveni ilk şiirlerinden son şiirlerine kadar yazdıkları arasında kopmaz ve sarsılmaz bağlar vardır. Duruş şiirleridir. İstikamet şiirleridir. Klasik edebiyatımızdan faydalanmayı bildiği gibi günün şiir dilini de iyi bilen, bilmekle kalmayıp iyi kullanan bir şairdir. Şiirinde dün olduğu gibi bugün, bugün olduğu gibi de yarın mutlaka vardır. Coşkuyu İslam’dan almıştır. Dolayısıyla, medeniyet iklimimizden yeterince faydalanmıştır. O nedenle denilebilir ki Beyazıt’ın şiiri, soylu, soylu olduğu kadar da tılsımlı bir şiirdir.
Yeri geldiğinde coşkulu, yeri geldiğinde sükûna çağrıcı, yeri geldiğinde savaşçı, yeri geldiğinde destansı temaları da içerisinde taşır. Aynı şiir içerisinde bütün bunları bulmak mümkündür. Klasik şiirimizdeki, seçkici tavır her an görülebilir durumdadır. Dili ustaca kullanır. Türk diline hâkimiyeti şiirinin her kelimesinde kökleri vazgeçilmez bir şekilde belirginleşir. Bayazıt şiirinin imge zenginliği yanında müzik seçiciliği ve resim tutanakları ile de hükmünü sürdürür. Belki de çağdaşları olan aynı kuşaktan ayrılan en belirgin yönlerinden biri de burasıdır. Yaşam ne kadar değerliyse biliriz ki bu yaşama bağlı olarak gelen hastalıklar da o kadar anlamlıdır. Onlarca sohbet, oturum ve paylaşmışlık içerisinde bizlere düşen bugün ‘Ya Şafi ya Allah’ ı kendisiyle paylaştığımızı bilmesini arzu ederiz. Ve yine temennimiz odur ki birçok şiir gecelerinde birlikte şiir okuyacağımız günler adına kendi mısralarıyla affına sığınarak;
Susmanın kalesine sığınıyorum
Önümde karanlıktan duvarlar
Sırtımda insan yüklü bir gök var.