Fuzûlî’de Var Ve Yok Olma Sorunu

Edipler, “yok olma” olayından çok “var olma”dan taraftırlar. Nitekim bu varlar ile eser verirler. Yoksa edebi bir ürünün yaşama felsefesi hiç oluşmazdı. Bu kurguyu özelde şiir ve şairler üzerinde kurguladığımızda ilginç sonuçlar elde edebiliriz.

Fuzûlî’nin Farsça mukaddimesinde var olmak ve kaybolmamak adına orijinal fikirleri vardır. Hem ilim ve irfan peşinde olan ve hem de yaratılışında ki aşk ve sevgi istidadı onu bilinmez bir muammaya sevk ederken var olmanın peşinde gitme sevdası bakın şairimizi nelere kadir bırakır. Geçmişten şöyle bir ders çıkararak:

Geçip giden eski dostlar ibare ve manaları öyle yağma etmişler ki artık şiir fezası bizim için çok darlaşmıştır. Ah, bu bizden önce gelmek yok mu?

İşte bu çekinme şairimizi çok riskli bir yola sevk etmiştir. Şiire başladığı zamanlar sürekli mahlas değiştirmek zorunda kalan Muhammed (orijinal adı) bir müddet sonra aynı mahlası kullanan bir başka şaire rast geliyor ve edebiyat tarihimizin en renkli kararını alıyor. Şiirinin bekâsı ve yaşama arzusu niyetine kimsenin hoşuna gitmeyen, boş anlamına gelen “Fuzûlî” mahlasını alıyor. Hakikaten de bu mahlası almakla ortalıktan ona gelebilecek üzüntülerin kapılarını kapatır ve şiirlerinin başka şiirlerle karışması endişesinden kurtulur.

Farsça bir şiirinde şöyle der:

Kötü bir nam almam beni halk arasına karışmaktan uzak tuttu. Bu suretle kendi köşeme çekilip hüner elde etmekle meşgul oldum. Allah’a şükür olsun fena sandığım şey iyi çıktı. Dikenim gül, toprağım altın, taşım da mücevher oldu.

Klasik zamanlarda yok olmamak için verilen bir mücadele örneği sonucu şiirimiz de verilen bu değer neticesinde yücelmiştir. Şiiriyle bir toplum önderi, bir sorumluluk anıtı olan Fuzûlî, bilgin ve erdemli bir şairimizdir. İslam dünyasının o günkü siyasi ve toplumsal yapısını, durumunu, düşünce ve sanat problemlerini çok iyi bilen ve değerlendiren bir görüş ve bozuklukları kendi imkânlarıyla düzeltmek için savaşan bir idoldur. Çevresini diriltmek, ölü olan düşünce ve sanat hayatını canlandırmak için kalemin işlediği bütün alanlarda eser vererek var olma savaşını sürdürmüş bir kahramandır. Şiirlerinin eşsizliği ona edebiyat tarihinde erişilmez bir taht sağlarken insanlara ve topluma bir önder olarak yaptığı hizmet gözlerden saklamıştır.

Zaman engelini aşarak zirvedeki yerini koruyabilmiş sayılı şiir ustası olan Fuzûlî şiiri nasıl var olmuştur. Bütün bunlarla beraber şairimizin şiiri nasıl var olmuştur. Buna en iyi cevabı verenlerden biri Mine Mengi hocamızdır.

Sayın Mengi, şiirde var olmayı etkileyiciliğe bağlar. Etkileyicilik ise bilindiği gibi şiirin hem anlam hem de anlatım yönünden bazı değerler taşımasıyla mümkündür. Bu değerlerin başında onun doğal söyleyişi çok önemli. Fuzuli çoğu zaman günlük konuşma dilinin anlatım yollarından yararlanır. Şiirde dolaysız ve kısa anlatım esastır. Fuzûlî’nin şu meşhur şiirine bir bakalım:

Perîşân hâlin oldum sormadın
hâl-i perîşânım
Gamından derde düştüm kılmadın
tedbîr-i dermânım
Ne dersin rûzgârım böyle mi
geçsin güzel hânım
Gözüm canım efendim sevdiğim
devletli sultânım

Bu dizelerde doğal, doğal olduğu kadar dolaysız, devrik cümle ve soru cümlesine yer verilmiştir. Ama bunlardan en önemlisi şiiri çekici kılanı “gözüm, canım, efendim, devletli, sultanım” gibi konuşma dilinin hitaplı kullanılışı olmuştur.

Yine onun bazı şiirlerinin günümüze ulaşmasının katkısı olduğuna inandığımız bir şiiri var ki insanın okudukça okuyası gelir:

Beni cândan usandırdı  cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı?

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana dermân beni bîmar sanmaz mı?

Şairimiz bu beyitlerde de “usandırdı, usanmaz mı”, “yandı, yanmaz mı” kelimeleriyle bir tezatlı anlatım ve “cefadan yâr usanmaz mı?”, “Niçün kılmaz bana dermân beni bîmar sanmaz mı?” şeklinde ki soru cümlelerinin seçimiyle konuşma dilinin doğal ve rahat söyleyişini kullanıyor.

Bir şiir oluşurken ebediliğini de beraberinde getirmeli, onu şiir haline getiren şeyler insanlardan, nesnelerden, zamandan ve bilgiden ve bunların kaynaklarından bağımsız değildir. Şairin ustaca kullandığı sezgi bilgisini oluşturan da yine dünyevi ve uhrevi şeylerdir. Şiirin uçucu varlığı, şairin sınırlarını zorlar ama, şairin zaaflarından, ve kullandığı dile olan hakimiyetinden de payını alır bu arada. Şiir yeni bir şey, yabancı olan bir şeyi getirip koysa bile okurun önüne bunu yine alışılmışın yolu ile yapar. Zira Fuzuli’nin şiirini var olma payesine eriştiren de budur.

Usta şairinin lirizm kokan ve arkasında üç hatta dört düşünce katmanını beraberinde taşıyan şiirlerine bir göz atalım:

İlm kesbiyle pâye-i rıf’at
Arzû-yı muhal imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl u kâl imiş ancak

Bu beyitlerde kelimeler tasarrufun yanı sıra şekil ve vezinde de kısalığa gidilmiş ama kıtanın etkileyiciliği kelime, mısra sayısı, kısa aruz kalıbı kullanımından çok aşkın, ilimle karşılaştırılarak üstünlüğün vurgulanmasında kullanılan anlatım yoğunluğu ile sağlanmıştır.

Fuzuli’nin payitahttan bu kadar uzakta ve iltifattan yoksun yazılan bu şiirleri hiç şüphesiz onun var olma mücadelesi ile açıklanabilir. Nitekim bir ara Kanuni tarafından  bazen iltifat edilse de bu uzun sürmez ve şairimiz meşhur şikayetnamesini yazar.

Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Eğerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.

Dedim: – Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?

Dediler: – Bizim âdetimiz böyledir.

Dedim: – Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.

Dediler: – Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.

Dedim: – Beratımın gereği niçin yerine gelmez?

Dediler: – Zevaittir, husulü mümkün olmaz.

Dedim: – Böyle evkaf zevaidsiz olur mu?

Dediler: – Asitanenin masraflarından artarsa bizden kalır mı?

Dedim: – Vakıf malın dilediği gibi kullanmak vebaldir.

Dediler: – Akçamız ile satın almışız, bize helaldir.

Dedim: – Hesaba alsalar bu tuttuğunuz yolun fesadı bulunur.

Dediler: – Bu hesap, kıyamette sorulur.

Dedim: – Dünyada dahi hesap olur, haberin işitmişiz.

Dediler: – Ondan dahi korkumuz yoktur, kâtipleri razı etmişiz.

Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile hacetim kılmağın reva görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim ve mey’us ü mahrum guşe-i uzletime çekildim.

Burada şairimiz gerçek manada bir şikâyetten çok bir iç sızlanışla o vakit memleketinde türlü problemlere, anarşi ve soygunlara karşı bıkmadan mücadele etmiş, emanetin ehline verilinceye kadar isyan bayrağını dalgalandırmıştır. Kuvveti zulme alet edenlerden acı acı yakınmıştır ki onu yok olma tehlikesinden uzaklaşmıştır. (Edebiyat Yazıları 1 s.50-51)

Ve ezelden ebede beraber içtiğimiz aşk şarabını bakın Fuzuli bize nasıl içiriyor yok olmadan:

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

Kutsal sözlerden, akan suyun sesinde, bir aşk şarkısında, hüznünde, sevincinde, kederinde ve mutluluğunda hep onunla birlikte şiirin mutlak yazgısında buluşalım.

Şair var olmak için yazacaktır, yok olma tehlikesi içinde kaybolmamak için…

Başvurulan Kaynaklar:

Abdülkadir Karahan, Fuzûlî’nin Mektupları

Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları- 1

Mine Mengi, Divan Şiiri Yazıları

Ali Nihat Tarlan, Fuzûlî Divanı

Abdülkadir Karahan, Fuzûlî, Hayatı, Muhiti

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Artiye / Muhammet Çetinkaya
Sürgün / A.Vahap Akbaş
Şiirin Gür Atı / Saatin Zembereği Erdem Bayazıt... / A.Vahap Akbaş
Seyir Defteri Öyküleri – 2 / Naz
Selâm İle / Ay Vakti
Tümünü Göster