felâ gûya ile ferahlatayım cümeli hem’sen de, ne’msen de… baharat kokusu yayılmış damlara, şevâib peşimde sönen lambaların direkleri üzerime eğilir ışıksız, tâgi, dar ve taş yollarda hışırtılarla dansım bilâistisna eteğimi bıraksa koluma yapışan sıcakla debelleşirim dipdiri kumlar rüzgâra kapılır da o tepeden bu tepeye uçar ne çöl kimsenin, ne kimse çölün; mağrur derim, derim de Şirâze şu hafî divânda havf içinde beklerim ey hâile! hâilem ey! bereket topraklarında, zirvesinde Samura’nın bir esinti dolanır koyu kırmızı Şirâze basamaklı etekleri, fırfırlanmış inişleri nağme kulaklarımda; kuruluş öyküsünü, yayılış öyküsünü serer her gelene üçüncü katın güvercinleri konar başıma; beyaz değil, alacalı mı desem Şirâze yola ağır vasıtaların titreşimi dökülür, bir ay düşer yere gölgesi ardında asılı kalır çizgi ararım önüm sıra, bana yol göstersin isterim Andante Cantabile’yi asıp duvarıma öyle dinlerim ben Şirâze, atamadım başımdan toprak hasretimi ne vakit yağsa bereket kapaklanırım da kokusunu içime çekerim ne vakittir Şirâze, bu koku götürür beni bitmişlerin sahnesine berd vurur eskiyi anar ellerim eskiyi eskittim ben çok ekiden -gûn için, bidûn için, hûn için kadîm sözlerin darbında sersemlemiş işe yaramaz hâldeyim kim ne etsin beni Şirâze, kimin başına belâ çekeyim yok kendime tahammülüm, yok kimseye hükmüm; tin, zin, her katın tarihi ben derim çok derin yakılmış türküler de unutulur, yaşanmış öyküler de ben Şirâze yoldan geçen izsiz dervişin peşindeyim Portikus Tapınağı’ndan Karl Kilisesi’ne doğru uzun yoldan sapan nehirlere düşer fikrim kırılan kalemim Şirâze, ressamın sözleşmesini deler geçer mûsikîde aradım kendimi, yok; tuvalde aradım, yok; yok üstüne yok Şirâze âriflerin engin bilgilerine hayretimden küçüldükçe büyür sanki aklım Şirâze bir caminin kollarına atılsam bulacağım ışığımı al götür beni revaksız avlulu Kurtuba’ya, oradan helezonik minareli Samerra’ya oradan Fustat’a, Kayrevan’a, Kubbetüssahra’ya… götür beni Şirâze toz toprak her yer, toz ve de toprak evler toz, odalar toz; yer-gök-hava toz, insan toprak Şirâze bu günden başlayıp çevreme örmeliyim dikenli teller bütün halklara seslenip “toplanın” demeliyim sonra işaret parmağımla gösterip kuzeyi, biten kitabın son sayfasını ezberden geçmeliyim: “yetmiş yılın öyküsüydü bu, en berbat tarafından bakılmış her yanı dökülmüş bir öyküde pembe yok griden, siyahtan, kahve tonlardan sıyrılabilecek bir metrekarelik alana bile rastlamak yok yetmiş yılın öyküsüydü bu ölümden başkası çıkmadı karşımıza patatesler, havuç ve lahanalar, kargalar bir de ölüm çoktu, toprak da; toprak çoktu, ölüm de… yüksek binalarda daralanlar, ahşap evin içine sığamayanlar görünmemek için karanlık zamanın karanlığında saklananlar yüzlerini örtüp öyle dinlediler insanın ütopik kurtuluş öyküsünü ne inandılar, ne de inanmak için kımıldandılar yetmiş yılın öyküsüydü bu” Şirâze’m, bu kadar söz silemedi seni; bu geniş dünya parçasının kanlı yazısı… nesin sen, toz mu toprak mı nesin Şirâze’m sen, beni ateşe çeken heves mi nesin Şirâze’m, benim bir türlü veremediğim imtihanım mı ya da hükme varılmış cezam mı renîndir hep işittiğim renînim Şirâze |
Bu Sayının Diğer Yazıları
Hayat ve İnsan / Naci GümüşFihi Ma Fih’ten III / Sezai Küçük
Selim(iye) ve Sinan / Hülya Atakan
Bir Otel Odası Yalnızlığında Necip Fazıl ve Attila... / Hayati Koca
Aynalar ve Yüzler / Mehmet Öztunç
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…