Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -34

felâ
gûya ile ferahlatayım cümeli
hem’sen de, ne’msen de…


baharat kokusu yayılmış damlara, şevâib peşimde
sönen lambaların direkleri üzerime eğilir
ışıksız, tâgi, dar ve taş yollarda hışırtılarla dansım bilâistisna
eteğimi bıraksa koluma yapışan sıcakla debelleşirim
dipdiri kumlar rüzgâra kapılır da o tepeden bu tepeye uçar
ne çöl kimsenin, ne kimse çölün; mağrur
derim, derim de Şirâze şu hafî divânda havf içinde beklerim

ey hâile!
hâilem ey!


bereket topraklarında, zirvesinde Samura’nın bir esinti dolanır

koyu kırmızı Şirâze
basamaklı etekleri, fırfırlanmış inişleri
nağme kulaklarımda; kuruluş öyküsünü, yayılış öyküsünü serer her gelene
üçüncü katın güvercinleri konar başıma; beyaz değil, alacalı mı desem Şirâze
yola ağır vasıtaların titreşimi dökülür, bir ay düşer yere gölgesi ardında asılı kalır
çizgi ararım önüm sıra, bana yol göstersin isterim
Andante Cantabile’yi asıp duvarıma öyle dinlerim
ben Şirâze, atamadım başımdan toprak hasretimi
ne vakit yağsa bereket kapaklanırım da kokusunu içime çekerim
ne vakittir Şirâze, bu koku götürür beni bitmişlerin sahnesine

berd vurur eskiyi anar ellerim
eskiyi eskittim ben çok ekiden -gûn için, bidûn için, hûn için
kadîm sözlerin darbında sersemlemiş işe yaramaz hâldeyim
kim ne etsin beni Şirâze, kimin başına belâ çekeyim
yok kendime tahammülüm, yok kimseye hükmüm;
tin, zin, her ka­tın tarihi ben derim çok derin
yakılmış türküler de unutulur, yaşanmış öyküler de
ben Şirâze yoldan geçen izsiz dervişin peşindeyim


Portikus Tapınağı’ndan Karl Kilisesi’ne doğru uzun yoldan sapan nehirlere düşer fikrim

kırılan kalemim Şi­râze, ressamın sözleşmesini deler geçer
mûsikîde aradım kendimi, yok; tuvalde aradım, yok; yok üstüne yok Şirâze
âriflerin engin bilgilerine hayretimden küçüldükçe büyür sanki aklım
Şirâze bir caminin kollarına atılsam bulacağım ışığımı
al götür beni revaksız avlulu Kurtuba’ya, oradan helezonik minareli Samerra’ya
oradan Fustat’a, Kayrevan’a, Kubbetüssahra’ya…
götür beni Şirâze

toz toprak her yer, toz ve de toprak

evler toz, odalar toz; yer-gök-hava toz, insan toprak Şirâze
bu­ günden başlayıp çevreme örmeliyim dikenli teller
bütün halklara seslenip “toplanın” demeliyim
sonra işaret parmağımla gösterip kuzeyi,
biten kitabın son sayfasını ezberden geçmeliyim:

“yetmiş yılın öyküsüydü bu, en berbat tarafından bakılmış

her yanı dökülmüş bir öyküde pembe yok
griden, siyahtan, kahve tonlardan
sıyrılabilecek bir metrekarelik alana bile rastlamak yok
yetmiş yılın öyküsüydü bu
ölümden başkası çıkmadı karşımıza
patatesler, havuç ve lahanalar, kargalar bir de
ölüm çoktu, toprak da; toprak çoktu, ölüm de…
yüksek binalarda daralanlar, ahşap evin içine sığamayanlar
görünmemek için karanlık zamanın karanlığında saklananlar
yüzlerini örtüp öyle dinlediler insanın ütopik kurtuluş öyküsünü
ne inandılar, ne de inanmak için kımıldandılar
yetmiş yılın öyküsüydü bu”

Şirâze’m, bu kadar söz silemedi seni
;
bu geniş dünya parçasının kanlı yazısı…
nesin sen, toz mu toprak mı
nesin Şirâze’m sen, beni ateşe çeken heves mi
nesin Şirâze’m, benim bir türlü veremediğim imtihanım mı
ya da hükme varılmış cezam mı

renîndir hep işittiğim
renînim Şirâze

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Hayat ve İnsan / Naci Gümüş
Fihi Ma Fih’ten III / Sezai Küçük
Selim(iye) ve Sinan / Hülya Atakan
Bir Otel Odası Yalnızlığında Necip Fazıl ve Attila... / Hayati Koca
Aynalar ve Yüzler / Mehmet Öztunç
Tümünü Göster