Oradan Buradan Denemeler

1.

Zemin: Bahsetmek

Hurdaların gölgesinde kalmış bahçelerden, hayatın ilk ve sonundaki uzam­lardan, bir fidanla aramızdan inen gaip sızıntılardan, içimizi sevmiş bir ağa­cın götüreceği serin yerlerden, kızarmaya giden ekmekler­den…

Akşam: Bir savaşın yokluğu kadar küçülmek, olabilir.

Ve akşam o sokakta bütün bunları iyi biliyordur, sokakları bütün köşeleriyle geçiyordur. Böceği, yaprağı, toprağı. Bü­tün insanlık enkazlarına rağmen akşam onların üzerinden ilerliyordur. Karıncanın götürdüğü bir buğday oluyor, bir ağaç sonbaharı kaldırıma nasıl döküyor, görüyordur. Bir düşkünün sokaktaki kıvrılmış bir ekmeği cebine koymasına hayretle bakıyordur. Yoksulluğun o değişmeyen çehresini çok iyi biliyordur: İstememek için karanlığı beklemek.
Akşam, bunlardan başka: Zulaların örtüsü…

Pankart: Bir ülke, sıcak bir toprak.

Orada yaşamak, bir insanın ölüme kadar giden yalnızlıklara katlanması demektir. Kaldırımlarında tek başınıza gezmek, nitelendirilemez bir şekilde, bir tenhalığa sürükler insanı. Orada bir başınıza ve ilginçsinizdir. Kendinizle kuru, kıraç ve çağının üzerinde bir korkuyla beslenen bu sıcak toprakta tekrar tanışırsınız. Ne yazık ki insanlığın, kapıları daha önce hiç açılmamış taraflarıyla karşılaşırsınız. Gününüzün birço­ğunu başka düşünmeklerle, rabıtalarla geçirirsiniz. İçinizde öyle bir büyürsünüz ki dağınık za­manlarda, dağınık yerlerde inandık­larınız kadar geçicilik taşırsınız. Tam ortanıza oturmuş bir gerilim duyarsı­nız, sonranızdaki bütün acıları bastı­racak.
Bunun yanında içinizde yerleşmemiş bir ülkenin sınırları: Çığlığınızla, yok­luklarınızla… Büyüdüğünüz yer.

Karanlık: Evlerin, parkların dışında bir şey… Bir türlü kuşatılmayan bir alan.

Morfin gibi ışıklı bir ülke, kurşunlan­mış. Kendimizi, bıraktığımız kenarlar­dan
Shakespeare’in kız kardeşi gibi doğ­rulmak: ‘beklediğiniz ölü ozan birçok kez toprağa yatırdığı bedenine bürünecektir.’

Ve bir ünlemin (!) içinde haktır; için­deki paylaşılmaz, renkleri tanınmayan bir dizi travma zamanların, kat­merleşmeden küllenmesi için; insa­noğlunun her geçen gün kaybolma­ya giden hikâyesini bir an önce bitir­mesi için, dönüp bir toprağı anlamak için, gideniyle hayatın içinde kalanıy­la. Ölecek ıssız bir yerdir; susulabilir, bir duvara bakılabilir.
‘Rabbim dilimi çöz de anlaşılayım’ de­diğimiz yerdir.

1.

Geceye en güzel örnek bir hüzündür.
Bazen Bağdat’tadır bazen İstan­bul’dadır.

Dipsamon: (Sarhoşlukta dibe vur­mak)

2.

Uçuculuk, bizim olmayan yerler, kim­sesiz bir postalın yalnızlığı, trende gi­den bir vakit.Başkalarının kitapların­da durmak, sayfaların arasından bir sabah gibi çıkmak… Bir hayat nasıl yaşanırsa öyle.

Akşam, eşiğidir: Derin. Belki bir neh­rin seması, o tıkırtıya değmeden akan şey, kan gibi. Kanamaya göre nefesin kemiklerinin bir sürü gibi kırıldığı yerdir; kuşa, kurda.

Hiçbir uygarlığın çadırlarını kurmadı­ğı bir yer… İnsan en çok bir gece gibi geçebilir.

Rasa: (Sevi, Hoşluk)

Ellerden kan gibi tutmaktır, bir nehir boyunca. Burada uzanmış kızıl kar laleleri görebilirsiniz. Yürümeyin, do­kunun. Bir akşamın serinindeki üşümüş Lut’ u düşünün.

Hâl

Bir yüze ait olmayan bir dıştır. Ölüm gibi bir sürü düşünülmemiş şeyleri vardır, devamlı oralı olma ihtimalimizin dı­şında. Bazen kararmaya giden bir duman…
O bir terlemedir belki bizde, bir gi­dişte birkaç dakikada çıkan. Hatırın­da hep bir Hallacı Mansur vardır, küllerin de­rin sessizliğinde. Bir de Dicle, hâllerin hâllerinden anlamayan.
Aramızdan bir şey sallanır sokaklara sürgün, size ait olmadığı zamanlarda.

Yedi

Kuledir, boğazın sularıyla gider, bir ateş gibidir, küllerden önce. Kuytularda buzlar düşerken, yataklarımıza kadar uza­nan bir tıkırtıdır. Kaç defa düşünürüm burada bir serçenin göğsünde bir ısı gibi can vermeyi, üşüyünce hemen oracık­ta.

Ben(nizdeki) ben

Öldüğümüzde çalınacak tek bir yanımızdır. Öteler, yüzü­müze ait bir dışla diğer insanlara hissettirdiğimiz. Kalabalık bir içi var aslında, bizi dramatize ettiren.
Genel olarak kapsamlı bir çıldırmanın diğer anlamı.

Estrüman(larımız)

Ağzımızın içindeki açlık, küreselleşmek, küfürleri her dile tercüme etmek.

Tutunmak

İnsan tutunmaya çalıştıkça, bir kül öyküsüne giriyor, birbiri ardına, bir samanı deşer gibi. Bir sözü sınırında duymaya başlıyor, ne dudakta ne kulakta, sözlerin asıl sahibini arıyor, o boşlukta. Vakti yok, valizi yok gideceği yer hiç yok.

3.

Yolculuk

Her yolculuk bir simgenin ifadesidir. Bir şehirden başka bir şehre gitmek, elinle bir masanın kıyısından bir bardağa varmak, yeni bir gömleğin içine girip başka bir renge intikal etmek. Kalbine tek kişi kaldığı yer insanın.

Hayat

Bir şiire bulanıyordu elim, bir düz yazıya; bir de hayata do­kundukça midem bulanıyordu.
(berika-öyküden)

Mutluluk

Ölüm gibi. İçine almaz insanı kolay kolay. Bazen bulunabili­yor. Yanlış yerde atına binen çabuk iner. Rakam gibi katlanır (2-4-8-16-32), düşüşü de böyle olur.
Clark Gable’nin yakışıklılığı
Rockefeller’in serveti
Gandhi’nin ahlakı
Mutluluk bu ise ne kadar mutlu olabilir her insan. Burada kimselerin pek fazla eğlenecek vakti olmaz.

Acı

Biz insanlar tüm acılarımızı insanlara göre görebiliriz. İçi­mizden geçip gidenlerin arasından bir o kalır geriye. Bunu bir yerde görebiliriz, mutlu olmadı­ğımız anlarda. Gelen, giden, kalan… Hep acıyla. Zamanla anlaşmış gibi bize düşmanlığı. Ruhu­muza bir yerde taş koyacak. İlk ne­festen son (sarı) soluğa kalan tek hatıra onun olacaktır: Acı.

Gelişi var gidişi yok. İlk çağdan kalma alışkanlıklar gibi barbardır… Tabelası yok.

Doğu

Dünyanın en eski tarihi buraya aittir. Yedikçe acıkan bir peri masalı gibi. İnsan kendini dünyaya ait hissettiği anda, yeryüzünün bu acı tatlı kitabının (ha­yatın) ilk sayfalarını buradan çevir­meye başlamıştır. Tarih il kalemini burada eline almıştır. İnsanlığın eline ‘hayat’ açık bir çek gibi burada sunulmuştur. Ne yazarsan yaz!,

İlk anneyi, ilk babayı, ilk çocuğu, ilk kabileyi, ilk aşkı, ilk savaşı, ilk nefreti, ilk cinayeti, en önemlisi de sahibinden uzak ilk gurbetini insan burada tat­mıştır. Zama­na sınır koymayı, endişeyi, bekleme­yi, açıkça belirtilmemiş bir yerde dav­ranışlarına bir anlam yüklemeyi burada öğren­miştir. Yani misafir, dünya evine bu kapıdan girmiştir.

Nasıl dönersen dön!

İlk aydınlık, ilk güneş yükselmeye başlarken, insan dünyaya ait ilk eylemine burada başlamıştır.

Ne yaparsan yap!

Bir yığın ilkler yumağı, olmuştur bu­rası. İlk sözcük, ilk cümle, ilk nesne neydi, ilk haykırış niçindi, ilk akmaya başla­yan nehir hangisiydi, ya ilk koklanan çiçek?

İlk yürünen yol, ilk doğru, ilk yanılış. İlk imge neydi, ilk şair neden, neyi yazdı?











Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yirmi Beş Issız Gece-5 / Mazlum Civan
Yarı / Cihat Duman
Yarenlik / Zeynep Dilyare
Veda Vakti / Meral Afacan
Suya Düş Kalışlar IV / Celal Türk
Tümünü Göster