Düşüncelerimizi noktasıyla virgülüyle, her ünlemiyle yazıya geçiremediğimiz gibi; yaşadığımız her kareyi de akıtamıyoruz satırlara. Bunu yapmak isteyen, yapabileceğini aklından geçiren ya da “yapsam” diye direten yazar var mıdır? Veya hangi yazar ayrıntı kaydedecek zamana sahiptir? Dolayısıyla okuyucu da hız peşinde. Çağın getirdiği gelişmeler hızı hayatımıza sokarken, keskin virajlarla dolu yolları önümüze sererken, “artık yapacak çok iş var” ve “işleri yetiştirecek vakit yok” noktasına bizi getirmişken oyalanamayacak denli telâşlıyız sanırım. Her şeyimiz bu yüzden belki de hep eksik, hep tamamlanmamış gibi. Artık tasvirlere tahammül edemiyor, psikolojik irdelemelere güç yetiremiyoruz. Artık Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sını, Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ını okuyabilmek için sıkı bir dayanma sınırımızın olması gerekiyor. Artık Peyami Safa’nın “Yalnızız” ını, Mehmet Rauf’un ” Eylül “ünü okumalarda zorlanıyoruz. Uzun cümlelerde ilk kelimeleri unutuverip, son kelimelerle aralarındaki bağlantıyı kuramıyoruz. Zihnimiz dopdolu bir çıkın çünkü. Bu çıkının içinde dolabımızdaki renk renk, desen desen kıyafetlerimiz; akşam yemeğimiz, sokakları dolduran insanlar, sıkışık trafik, alış-verişlerimiz, gazete manşetleri, pek de gereksiz televizyon programlan; şu şunu yapmış, bu bunu yapmış’lar… ve daha neler neler var. Ayıklanmamışlarla dolu bir çıkından taşanları yakalayıp uygun yere koymak, gereksizleri silip süpürmek ve dinlenmiş bir zihin ortaya çıkarmak hassasiyeti bulunmadıkça okumak göz yorgunluğundan başka bir şey değildir oysa. Bugünün çocuklarının “çatal tabağın neresinde durursa dursun, bunu neden yazıyor” ya da “suyu içerken adam nereye bakarsa baksın, bu beni ilgilendirmiyor” demesi, okurken sıkılmalara, ağır cümlelere gelemediğimizi gösterir ve aynı zamanda hayatın hızına kitapların da uyması beklentimize işaret eder. “Yüzyıllık Yalnızlık”* gibi, “Sevgili Arsız Ölüm”** gibi koşarak, hiç durmadan ve soluklanmadan okumalardan mı hoşlanıyoruz? Ayrıntılarda oyalanamayız, ayrıntılara ayıracak vaktimiz mi yok? Zaman tükeniyor ve biz nihayet zamanın hakikat anlamında ne derece ehemmiyet taşıdığının farkına mı vardık? Ve daha bir dolu olasılık… Fakat… Hayatın ayrıntılarda gizli olması nerede kaldı o hâlde? Küçük diye bir şey yoktu hani? Bir vidanın yerinden oynaması bir gemiyi batırmaya yetebilirdi, bir çarkın onlarca dişinden sadece bir tanesinin kırılması fabrikayı durdurabilirdi. Hani ayrıntılar önemliydi ve ayrıntılarda yatardı gerçekler? Ayrıntı olmadan, neyin üzerine dikeceğiz binalarımızı? Doğruya giden yolu ayrıntılar olmadan nasıl çizeceğiz? Tasvirsiz bir hayâli nasıl şekillendireceğiz kâğılar üzerinde? Daha eksik ve daha yarım olmayacak mı o zaman her şey? Her şey daha az, daha küçük ve daha silik görünmeyecek mi? Ve basamakları doldurmadan merdiveni oluşturamayacağımız öğretilmemiş miydi bize? Şimdi oturup bir bir ayıklayalım taşlarımızı. * Gabriel Garcia Marquez ** Latife Tekin |
Bu Sayının Diğer Yazıları
Yüksek Ruhlu İnsanlar / Naci GümüşYeşilçam 12 Eylül’ü Sorguluyor / Gülşah Nezaket Maraşlı
Yalnızlık Bir Kıştı Dinmeyen / Naz
Tömbeki Üstüne veya “Nargilemin Dumanı, Yokt... / Reşit Güngör Kalkan
Talebe, Hafız ve Hattat / Fatma Balcı
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…