İki Âkif’ten Biri

EL GAZELİ
Ellerine sarın kalbimin içi
O ayla boyanmış nar ellerine

Bahar ellerine giydir düşleri
Göksel şarkıları sar ellerine

O kar ellerine yar ellerine
Deme sabah akşam var ellerine

Rüzgâr mı asker mi biçti yolumu
Önünde kaç engel var ellerine

Bitirip şu kara kuru ekmeği
Göç etsem diyorum yâr ellerine
M. Akif İnan Hicret s. 13

Mehmet Âkif İnan ağabey 6 Ocak 2000’de dünyasını değiş­tirdi. Göç etmeyi düşlediği “Yâr elleri”ne göçüp gitti. Geriye bıraktığı şiirleri, denemeleri elbette onu sonsuza kadar yaşa­tacak nitelikte bir değere sahip… Bu yüzden onu vefatının 6. yılında anmayı bir görev biliyoruz. Mekânı cennet olsun. Rabbimiz onu rahmetiyle kucaklasın.

Mehmet Âkif İnan’ı tanıdığımda lise son sınıf öğrencisiydim. Kendisiyle Ankara’da Edebiyat dergisinin bürosunda görüş­müştük. Okuduğumuz okulun niteliğinden dolayı bize cami­lerdeki vaaz ve hutbelerle ilgili o güne kadar belki de hiç duy­madığımız sözler söylemişti. Hatırladığım kadarıyla demişti ki “Eğer din görevlisi olacaksanız, cemaate yapacağınız konuş­malarda düzgün bir Türkçe kullanın. Diliniz anlaşılır olsun. Konuşmalarınız arasına konuyla alakalı mısralar, dörtlükler yerleştirin. Bir de kıyafetiniz çok düzgün olsun. Tesirli olma­nız üslubunuz kadar giyiminizle de ilgilidir…”

O gün muhakkak başka şeyler de ko­nuştuk. Yazarlardan kitaplardan söz ettik. Bize mutlaka üniversite tahsili yapmamızı söylediğini hatırlıyorum bir de… Yani ben, o ilk gün onun sadece şairlik-yazarlık yönünü değil insan ve öğretmen yönünü de gördüm. Edebi­yat onun için bir medeniyet meselesi idi. Hayattan kopuk olamazdı. Dolayı­sıyla insana ilişkin sağlıklı düşünceler edinmeli, tavırlar geliştirmeliydik.

O ilk görüşmeden sonra onunla bir çok yerde karşılaştık. Şiir şölenlerinde birlikte olduk. Bulunduğum şehirlere konferanslara geldi. Ama ne zaman görürsem göreyim tavrı, duruşu hep aynıydı. Bir sorumluluk insanı olarak yaşıyor, yazıyor ve konuşuyordu. Nite­kim vefatına kadar da bu tavrı hiç de­ğişmedi. Herkesin “Âkif Ağabeyi” ola­rak bilindi, tanındı ve sevildi.

Ben, özetlemeye çalıştığım bu duru­şundan dolayı ne zaman karşılaşsak onu adaşı M. Âkif’le birlikte düşün­müşümdür. Aralarındaki benzerlik şüphesiz ki sadece isimlerinden ibaret değildi. Her şeyden önce ikisi de aynı medeniyetin sevdalısı iki kalem ehli idi. İkisi de şair ve nâsirdi. ikisi de öğ­retmendi. İkisi de toplumsal olayların içinde bulundular. Mecmualar çıkardı­lar. Edebiyatı toplumu aydınlatmak misyonu içerisinde ele aldılar. Ayrıntılı bir incelemede aralarında daha pek çok benzerlikler bulunacağı muhak­kaktır.

Biz, şimdilik bu karşılaştırmayı bir ya­na bırakarak bu iki isimden ve daha çok Mehmet Âkif İnan’dan yola çıka­rak edebiyatçının misyonu noktasında bazı meseleleri ele alalım:

Edebiyatçı sadece yazmakla mı yetin­melidir? Onun yazdıklarının karşılığını hayatta bulmak gibi bir emeli olmalı mıdır? Bu uğurda bir mücadele içerisi­ne girmeli midir? Bunlar ve benzeri sorunlar zaman zaman hepimizin kendimize yahut başkalarına yönettiği sorulardır. Her seferinde de net bir anlayışa ulaşamayız ve tartışma haklı olarak bir türlü sonuçlanmaz. Böyle olması da doğaldır bir bakıma. Çünkü böyle bir tavrın içinde olmak sadece yazarlık yeteneği ile ilgili değildir. Bu durum aynı zamanda bir kişilik sorunudur. Yazarın dünya görüşüyle ilgilidir ve daha da önemlisi edebiyata yüklediği misyonla bağlantılıdır.

Mehmet Âkif Ersoy, edebiyata bu anlamdaki bakışı dolayısıyla müstesna bir örnektir. Ondan sonra benzer tavır içerisinde olanları aslında onunla karşılaştırmak yerine onun açtığı yolun takipçileri olarak görmek en doğrusudur. Bu anlamda bakıldığında M. Âkif İnan da bu takipçilerden biri olarak ele alabileceğimiz bir isimdir. Her şeyden önce o da adaşı M. Âkif Ersoy gibi edebiyatı kendinden ibaret bir realite olarak görmedi. Tabii ki şiiri şiir olarak ele aldı. Estetiği çok önemsedi. fakat bu olguyu bu şekilde sınırlandırmadı. Ona daha geniş manâlar yükledi. Edebiyattan yola çıkarak bir düşünce ve duyarlık dünyasının inşa faaliyetine katkıda bulundu.

Bugün için M. Akif İnan’ın şiirlerine bakanlar, söylemeye çalıştığımız bu düşünce ve duyarlık dünyasının kodlarını rahatlıkla bulabilirler. Onun ilk şiir kitabının adının “Hicret” olması tesadüfi bir durum değildir. Bu isimlendirme onun şiirinin en temel referansının ne olduğunu gösteren çok açık bir örnektir. Temek referansı İslâm olan bu şiirler, bu dünya görüşü çevresinde oluşmuş, gelenekle de sıkı bir akrabalık bağı içerisindedir. Bu yakınlık hem şiirlerin isimleriyle hem biçimleriyle hem de içerikleriyle okuyucuya ihsas ettirilir. Gazel, Kaside, Terkib-i Bend… onun şiirinde sadece bir nazım şekli değil şiir adlarıdır aynı zamanda. Ama bir gelenek tekrarcılığı değildir bu. Geleneği bir ruh akrabalığı tavrı içinde dinamik yönleriyle bugünün şiirine bir zenginlik olarak katmaktır
asıl yapılmak istenen. Böylece biz, onun şiirlerini okurken bugünden geriye doğru asr-ı saadete kadar uzanan bir tarih koridoru içerisinde yolculuk yaparız.

M. Âkif İnan’ın ilgisi sadece divân şiiriyle de sınırlı değildir. Halk şirine bakışı da aynıdır. Halk şiirinden de ses olarak, duygu olarak çokça yararlanmıştır. Zaten bu anlamda şiirimizi halk şiiri,divan şiiri diye tasnif etmenin de çok anlamlı olduğunu söylemek güçtür. Edebiyatı besleyen ana kaynak insan ve hayat ise her iki şiir de bizim zenginliğimizdir. Renk, ton farklılıkları da olması çok doğaldır ve onlar da ayrı bir zenginliktir. Akif İnan, şiirdeki bu tutumuyla sadece geleneksel olanı bugünün şiir dünyasına bir imkân olarak sunmamıştır. O kendi şiirini yazmıştır her şeyden önce… Ama bunu yaparken modern şiirin geleneksel olanla bağının nasıl ve hangi ölçüde olması gerektiğini göstermiştir.

Bugün Türk şiirinin en önemli sorunlarından birinin ses ve duygu sorunu olduğu ehlince malum bir husustur. Bu sorun aşılmadan şiirin insanla buluşması mümkün görünmemektedir. Bu tür konuların tartışıldığı günümüz edebiyat ortamında M. Âkif İnan şiirinin üzerinde düşünülmesi ve incelenmesi gereken bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Onun yaptıkları şüphesiz ki ilk olmanın olumsuzluklarını da içermiyor değildir. Ama çok önemli bir şiir hadisesi olarak karşımızda durmakta ve daha güzel örneklerin nasıl verilebileceği konusunda bize yeterli bir fikir vermektedir. Mesela yazının başına aldığımız “El Gazeli” şiiri bile bu anlamda çok önemli bir örnek durumundadır. Beş beyitlik bu metin şiirde ses, duygu, anlam, gelenekle bağ ve modern duruş meselelerinde gerçekten de önemli bir metindir.

Yenilik, modernlik farklı ve ilk bakışta heyecan verici kavramlardır. Bu yüzden meraklısı ve ilgisi de çok olur. Tabii ki, yenilik ve modernlik edebiyatta da olması gereken bir husustur. Ama bunun geçmişten, gelenekten kopmadan, klasik olana dönüşmüş geleneğin canlı damarlarını modernliğin içinde atıyor hale getirmeden gerçekleşemeyeceği aşikârdır. Bu meselede bilhassa edebiyatçıların tavrı çok önemlidir, işte M. Âkif İnan’ı bu anlamda modern zamanların bir gelenek yorumcusu olarak önemli görüyoruz. Edebiyatçı misyonu itibariyle de adaşı M. Âkif Ersoy’un takipçisi olarak yaşadığı zaman dilimi
içinde gazete ve dergi yazarlığından öğretmenliğine, şairliğinden sendikacılık faaliyetlerine, konferanslarından diğer sivil çalışmalarına kadar hayatı ve insanı bütünüyle kuşatıcı bir aksiyon insanı olarak bugün de saygıyla anıyor, rahmet dileklerimizi sunuyoruz.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Kaygısı Hakikat İşi Güzellik Olan Bir Şair / A.Vahap Akbaş
Cellatla / Alâaddin Soykan
İki Âkif’ten Biri / Mustafa Özçelik
İstanbul’a Çığlık / Recep Garip
Nurettin Topçu ve Bugünkü Türkiye / Muammer Çelik
Tümünü Göster