Hoşluğun boşluğunu yaşamaya bırakacağım kendimi. Ne yalan söyleyeyim burada oluşumun en sahici, en kayda değer gerekçesi bu.
Nicedir göremediğim bu türden vesileler de olmazsa bir araya gelemeyeceğimiz üç beş nezih dostla soğuk pınarın çağıltılı serinliğinde buluşup hoş zamanlar paylaşmak. Önceleri şiir denizinin boyumu aşan dalgalarıyla sürükleniyordum buraya. Şiir, daha da önemlisi sanat deyince derin mi derin bir döngü içinde ruhum ürperiyordu. Nasıl ürpermezsin? İçinin iniş çıkışlarında kendi cevherine yekinmekten bunaldığın eşikte kapılar birdenbire varoluşun, hakikatin sırlarına açılacaktır. Ölçülemezlik, izah edilemezlik anlamında vahye yakın bir düzlemdesindir. Kendine kopuşun, kendini kopuşun; kendine akışın, kendini akışın; kendini aşmanın, kendine aşmanın, kendine boşalmanın rahatlığını yaşayacaksın. Kendimi aşkın ve aşkınlığın serin sarmalında kaybediş rüzgârına hazırlarken, toplantının sunuculuğu üstüne yıkılan şair dostun kısacık bir cümlesi zihnimde evrilip çevrilmeye başladı bile:
‘Burada şiir adına bir duruş belirleyeceğiz. Şiir adına bir duruş ortaya koyacağız.’
Zihnimde bu cümleye yer bulma çabam, aslında orada dönenirken belirginleşmek için yol arayan düşüncelerimi düzenleme uğraşısıydı.
‘Şiir adına’, haydi çerçeveyi daha geniş tutarak ‘sanat, düşünce adına bir duruş’ diyelim.
Şu sıralar iyiden iyiye açığa çıkan bir duruş sorunumuz var. Bu sorun teori ya da pratik yaşantımızda ne tür çözümler yapmamızı gerektiriyor? Duruş sorunu yaşantımızın siyasal, sosyal, düşünsel; öznel veya nesnel hangi alanlarına tekabül ediyor? Yoksa hepsine mündemiç bir sorun mu? Neden müstakil olarak felsefî, sanatsal, siyasal, toplumsal, ahlâkî bir sorun değil de doğrudan duruş sorunu? Bu sorunun öne çıkması diğerlerinin geriye itilmesi anlamına gelmez. Esasen duruş kelimesiyle kastedilen anlam sanatsal duyarlığı, felsefî ve siyasal bakışı, ahlâkî tavrı içine almalıdır. Yoksa bütün bu değerler alanında içimiz rahat da bir tek duruşumuz bozuk değil. Bilakis duruş sorununun gündeme getirilmesiyle onarılmak istenen tüm bu değerler dünyamızdaki aksamalardır. Hiç birimiz bu meseleye eğilmeyi fotoğraf stüdyosunda objektife poz vermek şeklinde anlamaz.
Niçin mi bu örnek? Vesikalık çektiriyorsun. İçin kan ağlasa da gül biraz. İyi ama şimdiye değin yaşantımızda ciddi manada entelektüel inşa faaliyeti olmadıysa bu durum ezbere, gözü kapalı yaşadığımızın da ifadesi değil midir? Sanki şakadan, sanki mahsustan yaşamışız. Cidden bir duruş eksikliğimiz varsa yaşanılan dehşet(!) bir çöküş, tükeniş sonrasında; yaşarken fark ettiğimiz son ölümümüzün sarsıntısıyla olmasın?
Duruş sorununu nasıl ele almalı? Duruş sorunu bir durma ihtiyacına mı işaret ediyor?
Ancak hareket edenin durması isteneceğine göre böyle bir sorun zihinsel faaliyetimizin yoğunluğuna, hızına mı delâlet ediyor? Keşke öyle olsaydı. Düşünce evrenimizin doyurucu çabalarla iç açıcı bir seviyede olmasını kim istemezdi? İster birey, ister müesseseler bağlamında olsun toplumun tüm katlarında, katmanlarında toprağımız çoraklıktan kurtulabilmiş değil. Düşünce ve kültür dünyamızı bir türlü verimli kılamamanm trajik sayılabilecek serüveni en az iki yüz yıldır sürüyor. Aslına bakarsanız yürümedik ki duralım .(Yürümeye mecalimiz bırakılmamıştır.)
Entelektüel durağanlık, kendini üretemeyen düşünce ve bilginin kendini üretemeyen ataletinde iyice etkisizleşti. Cevherini yitirmediyse de o cevheri çoğaltarak harekete geçirecek varoluş coşkusunu kaybetti. Öyleyse burada kastedilen ‘duruş’ paradoksal olarak harekete tekabül ediyor olmalıdır. Olabildiğince geniş bir düşünce ve duyarlık alanında kendimizi yeniden gözden geçirmenin, yeniden kurmanın zihinsel eylemine.
Sağlam, tutarlı bir duruşa ihtiyaç olduğu kanaatini taşıyorum. Kendimize âit bir duruşu varoluşumuzu anlamlı kılan ilkeler belirlemelidir. Çünkü duruşumuz, yaşama bakışımızı, yaşam içinde konumumuzu belirleyecektir. Öz ve özgür seçimimizle belirlemediğimiz yerle ve duruşla kendimizi ifade etmenin imkânı var mıdır? Yanaşık düzen eğitiminde olduğu gibi dıştan komut ve müdahalelere cevap vererek gerçekleşecek bir duruş değildir sözünü ettiğimiz. ‘Sen şurada dur. Senin yerin burası’ Hayır birey, hususen de sanat adamı; ait olduğu yeri kendisi seçecektir. Peki kendi tercihimizle seçtiğimiz yer sanat adına seçtiğimiz yer midir? Değildir. Ancak bu duruş şiir, sanat adına değil doğrudan kendi adımıza olmalı diye düşünüyorum. Sanat kendine özgü dili, sesi, rengiyle; tarzıyla, ritmiyle zaten orada duruyor.
Bilgi de, hikmet de, tefekkür de öyle. Bize, Çin’de dahi olsalar onları gidip alma ödevi düşmektedir. Cehalet ne ölçüde tembellik ve durgunluktan hoşlanırsa, ilim de tersten o ölçüde sürekli akışı, arayışı sever. Biz tarihsel nostaljimizde kalan değerlerimiz üzerine yan gelip yatarak yüz yıllık uykumuzun keyfini sürdükten sonra göz kapaklarımızı aralamaya başladığımızı sandığım şu zamanlarda o değerlerin aklımızın ve kalbimizin aralıklarından akıp gittiğini fark etmiş olmalıyız. Fark etmekle yitiğimizi hatırladık. Hatırlayarak fark ettik.
Duruşumuzu asil ve belirgin kılmak için ‘biz sanatın neresindeyiz?’ diye sormalıyız. Doğal olarak sanat bizim neremizde? Bu sorulara sahici, sarıcı cevaplar verilmezse, korkulur ki sanat adına ortaya konan duruş yerini de, duruş tarzını da öncelikle sanatın bünyesi kaldırmayacaktır. Kaldırmayıp ne olacak? Ancak sanatın dili kullanılarak ifade edilebilecek anlam ve hakikat katledilecek. Gerçekten sanatçı, sanatsever, elgin, olgun insanlar ‘sanatın bunalımı, sanatın intiharı’ diye yorumlayacaklar belki. O güzel insanlar asil yalnızlıklarına sığınmayı insanlığın son müjdesi olarak kutlu eylemlere dönüştürecekler belki. Onlara hürmet ediyorum. Ama hadise sanatın bunalımı ile açıklanmamalı. Olan; sanat adına her türlü şaklabanlığı deneyen artizlerin (evet artiz) hafifliklerini ağır adam pozlarıyla pazarlamalarından ibarettir. Onlar sığlıklarının, satıhsızlıklarının kanıtı olarak pembe kelimelerle hoş (ve boş) sözler sıralamayı icra-ı sanat sanıyorlar. Onlar has şiiri anlamadılar, anlamıyorlar. Anlaşılmaz şeyler söylemeyi şiir sanma yanılgısıyla körpe dimağlar üzerinde uzamış erginliklerini tatmin ediyorlar. Ismarlama bunalımları sanata mı bulaşıyor dersiniz?
-2-
‘Kendimize özgü bir duruş’tan husûsiyetle ‘dik duruş’tan bahsetme gereği duyuyorsak; içeriden ve dışarıdan her türlü ilişkimizi, etkinliğimizi önce belirsiz sonra geçersiz kılan bir savruluşu yaşamamız sebebiyledir. Sarih, anlaşılır bir düşüncenin ve tutumun sahibi olamayanlar, kendilerine ayaklarını basacakları sağlam bir zemin bulamazlardı. Önüne çıkan her değeri sarsıp söken zamanın çamurlu seli karşısında kişiliklerini bozmayanların dik duruşlarını, diklenme olarak algılamaktan öte gidemeyenler elbette zihinsel tutarlılıktan çoktan uzaklaşmışlardı.
Globalleşen dünyanın anaforu, yığınla şeyi toz duman içinde boğmakla kalmadı, aynı zamanda yerinden etti. Yaşamı tüm veçhesiyle etkileyen olgular altımızdaki zemini kayganlaştırdı; değerleri, zihinsel yapıları flulaştırdı. Toprak ayağımızın altından kaydı adeta. Bir sendeleyiş bir alt üst oluştu yaşanan.
Bütün bu olup bitenler karşısında duruşu bozulanlar, esasen duruşlarını olup bitenlerin dayattığı koşullarla belirleyenlerdi. Onlar esen rüzgârlara bırakmışlardı varlıklarını. Rüzgârla gelen, biriken, büyüyen varlıkları akımın yön ve nitelik değiştirmesiyle yitip gitmekteydi. İç dinamik ve donanımla muhkem kılınmış kendilerine özgü duruşları hiç olmamıştı zaten. Çocuksu sayılabilecek düşlerin kışkırttığı zaaflarıyla sanat ve düşünce alanı ise bir oyun(cak) alanına dönüştürüldü.
Olup bitenler karşısında duruşu bozulmayanlar olguların diyalektiğini kavrayanlardır.
Diyalektik, zamanın çevrimine, bu güne ve yarına dair ipuçları verir. Diyalektiğe inanmakla onu yaşamak ayrı durumları ifade ettiklerinden aynı kapıya çıkmazlar.
Dün bugün yarın bağlantısını bilmek, sadece değişkenleri değil değişmez esprileri de kavrama imkânı verir. Dik duruş bu esprilerden yola çıkarak belirlenir olmalıdır.
Bizi yana yakıla duruş arayışına iten sebep, varsa eğer önceki duruşumuzu bozan siyasal, sosyal, ekonomik anlamda toplumu kaosa iten sebeptir. Bir türbülans yaşanmış, her şey alt üst olmuştur. Sağlam bir duruş önce kendimize ait bir yerde ve bizi belirgin kılacak duruştur. Bize ait olmayan yerde kendi duruşumuzu gerçekleştiremeyiz. Kültür sanat ve medeniyetimizin muhtaç ve mecbur olduğu yeni insan tipi esas duruşunu gösterirken duruşunun esasını deklare ediyor olmalıdır.
Duruşumuzun esasları nelerdir? Bu esaslarla kastedilen ana fikir ne olmalıdır? İdeolojik bir zemin, yeni bir paradigma mı? Duruş yeri ve esası bir mevzi kazanmak, sipere yatmak gibi mi anlaşılmalı? Hayır. ‘Duruş yeri’ düşünsel, ahlakî bir anlam içeriyorsa buradan ilk yapacağımız çıkarsama hiçbir surette düşünsel arayışları durdurmamak, kapalı devre söylemler geliştirmemektir.
Duruş yeri ve esası, çevreyi daha rahat ve ayrıntılı görmek, daha kolay görünmek gibi özellikleri taşımalıdır. Duruş yeri ve esası varoluşumuzu daha zengin kılmak için daha çok bilen ve bilinmeye hazır olan bir içerik ve üslup seçer.
Asil duruş sahibi olmak esas duruş sahibi olmak demektir. Asil duruş sahibi olmaksızın kişilik kazanılamaz. Ancak gerçek kişilik sahibi olanlar asaletin ve asil duruşun sahibi olacaklardır. Kişilik sahibi olamayanlar harcıâlem hayatların mahir ustaları olarak yaşamlarından zevk alabilirler. Onlar aradıklarını başları üzerine savrulan bir avuç konfetide, ham heyecanları çırpa çırpa salonlara boşalan alkışlarda fazlasıyla bulacaklardır. Yüreklerinden ayrı düşmüş bedenlerini yitik zamanların sünepe, mıymıntı kahramanları olarak orada burada görmek onurlu her insanı üzüyor olmalıdır.
Bir insanın söylediklerini anlamlı kılan büyük ölçüde duruşu, duruş yeri ve tarzı olmalıdır.
Şiir ve sanat adına bir duruş ortaya koyabilecek miyiz, bu ne kadar mümkün? Biz sanatı kendi algı ve değerlendirme alanımızda konumlandırırken sanat da kendi estetik doğasına uygun olarak bizleri konumlandırır. Doğrusu sanat kendi seçiciliği içinde herkesi seleksiyonuna tabi tuttuğudur. Sonunda sanat üstün seçiciliğiyle kendi coğrafyasında bizleri bir yerlere koyacaktır. Biz ancak tüm sanatsal birikim ve duyarlığımızı da donanarak kendi adımıza bir duruş ortaya koyabiliriz. Sakın bu tutumu küçümsemeyin. Sentetik söylemlerden sıyrılıp sahici sesimizi bulmanın ilk ciddi aşaması kendi duruşumuzun bilincine varmakla mümkün olacak. Gerçek buluşmalar ve buluşmalar üzerine gerçek şiirler kendi duruş yerimizde sağlanacak.