Su’ya Düş Kalışlar

Boyundan kısa kapıyı elini sürmeden aç. Uzun bacaklarını, cebine attığı elleriyle destekleyip yukarıya tırmandığında, ince bir yolluk, üzerinde domates salçası bulaştırılmış, sosunda maydanozu olmayan makarna parçaları gibi bulutlara dizil. Az ilerisinde püsküllerine tespih bağlanmış namazlık, birazı ıslatılmış, renklendirilmiş, öksürük şuruplarıyla ezilmiş, ayak izlerini kendinde gösterebilmiş, ucuz kalışı içine sindirebilmişliği ile gazete parçalarındaki utangaçlıkla bakan sincaba gül.

Sükûnetini bozmamak için içini kemiren uğultuyu ne kov ne de sahiplen. Çalılıkların içinde, taşların duldasına saklanmış kaplumbağanın yüzüne bakmaktan vazgeçtiğin bir sırada, Su’yun bir parçasının ilk defa bulutların gölgesi altında yere koştuğunu gör. Kısa günlerin, çabuk geçme telaşı ile bakakal. Uzağa düşen ışıkların parlayışlarını, gidiş gelişlerini yaşa. Ürkek bir kırlangıcın çığırtkan sesleri arasında belini doğrultup uzamaya çalışsan da ufkundaki darlık onu takip etmekten ötürü seni yorar. Başını yere diktiğin bir zamanda Su’yun, Berika’nın yorgunluklarını yüklendiğini, sesinin bir yanını bulutlara bırakıp yere ulaştığını bil.

Su toprağa düştüğünde…

Şimdilerde, uzun yıllar yaşadığın başıboş uzantıların devamında Su’yun dokunuşlarına ulaşma hevesi gürleşmiş bekle. Çünkü elini uzattığında ıssız kayalıkların gerisinde yakarışlar içinde bulacaksın kendini. O kendini buluşlarında, koynunda gizliden gizliye topladığın türkülerinin yangınlarını sesinle duyur, toprağın özünü çalan, gözü doymaz bir ağaç kütüğüne.

Avuç içinde hediye edeceğin sıcaklığı…

Anlatmak istediğin öykülerini de, yakalayamadığın, dokunamadığın zamanlarını avuçlarına toplayıp işte bunların hepsi senin diyeceğin sözlerini de ver, göz kenarlarından. O göz kenarlarından, Berika baktıkça Su’yun daha bir hevesle koşuşturmasını anla, sonrasında ne yapacağını bilmezlikle. Bir yandan da nöbetler tut Su’ya. Düştüğü toprağa dağılıp sır olmasın, gizemindeki efsunu bulaştırmasın diye.

Belki, adı Berika olan tek kendin olsun diye…

Dahası kaç yıl öncesinden beri beklediğin rakstı bu.

Cenazesi çoktan kalkmış ardıçlarından yeşilliğinin kalabalıktan sükûnete ermiş saçlara dokunuşuydu.

Yangın yeri ellerin öpülesi duruşu…

Korkulu bir uyanıştan sonra sesinin suya kanmış dudaklara ulaşması…

Aşağıya taradığın saçlarına gömdüğün gözlerini daha keskinleştirsen de, Berika ilerledikçe görüşlerin kısılır. Her şeylerin idrakine karşı çaban sonrası, hiçbir şeylerin meşhurluğuyla son bulursun. Son çare gökyüzünün serin, okşayıcı rüzgârına kendini bırak. Rüzgârla kundakladığın ellerine üşüme süsü ver. Çömelmiş, sesleri kısılmış bir dere yatağından sözlerini geri iste. Şikâyet derecesinde ellerinde toprağı ufala, her parçasını bir tarafa savur. Saçlarını tararken yolduğun saçlarını ağacın budağına sarmala. Kertenkele yavrusunun ezilirken ayağına bıraktığı sıcaklığı gibi ateşlen, saç yumağını söküp, çalı çırpıdan etkilenmeden yürü.

O zaman sen, kaybedeceğin Su’ya ağıtlar yakarsın. Ve gerçekten üşüdüğünü hissedersin. Geldiğin yolun geriye dönüşünün mü yoksa ileriye gidişinin mi daha güzel olacağını düşünür durursun. Su’yu tatmak, her damlasını saçlarına emzirmek, tüm eksik taraflarına onu asmak, elleriyle tutup vitrine taşımak için toprağa kazık gibi çakılır, hiçbirinin olmayacağını zannedip sırayla hepsine ağlarsın.

Su’ya söylenirsin:

Sen,

Okunmuş öykülerden sonra sen kalışım gibi

Sonra iki ev öteden kalabalıkların dönüşlerinden terk edilen,

Oynanmış oyunlar, söylenmiş sözlerin oyalanışları içinde

Kalışsın.

Üstelik,

Korkuların taşındığı akşamlardan arta kalan

aklımda kalışların gibi.

Bir de kaygılı alışkanlıkların irdelenişiyle

Kapı önlerindeki kursaklarımıza varıncaya kadar

Su tutmayan topraklara

beni sessiz koyuşsun,

Bir yangını tattıktan sonra sana ilk dokunduğumda,

Ağrıyan

elim gibi.

Ya da çaydaçıra oynamak için yarenini

bekleyen

halelerin böğrüme vuruşlarındaki

akışkan bakışlarsın.

Adımların uzundur. Fakat her adımında sessizliği taşır durursun. Salı gününün öncesinde bir çalının dibinde dinlenmeyi hiç mi hiç düşünmezsin.

Koşar durursun.

Yakalayamadığın Su’yun ardından topuklarını taşlarda kaydırır, inkâra yönelik olmaktan çıkar, her saniyesinin yakalanmasına izin vermekten korkar gibi özünü çürütürsün.

Su’yun en sade yerlerini aldığını sonrasında utanarak görürsün, zamanın uydurma yenilgileri­ni döndürüp durdurduğunu da.

Yeşilden tutunmuş yüzlerin mi kaldı?

Can pazarı, üşümüş, süsten sancılarıma.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yüreğim Tetik ve Kavi / Taner Taştekin
Yirmi Beş Issız Gece-1 / Mazlum Civan
Yenildim Sana Hüzün / İsmail Bingöl
Yâre, Yâre / Alâaddin Soykan
Taze Mezar / Kamuran Bate
Tümünü Göster