Kar İçin

‘Eşini gaip eyleyen bir kuş gibi kar…’
C. Şahabettin


Saçlarının bir parçasıymış gibi duruyordu kar taneleri. Öylesine doğal ve ışıl ışıl. Simsiyah saçlarının, hatta içinde iki küçük yıldıza rastladığım gözlerinin de bir parçasıymış gibi. Oysa kardan korkar gibi bir hâli vardı! Sıcak iklim insanlarına mahsus bir tavırla, başının üzerinde uçmasından korktuğu be­yaz güvercinler taşıyordu sanki. Geldiği günden beri, kıvranıp duruyordu bir boşlukta; içimin o ko­caman yalnızlığında. Yağan karla beraber kafeden içeri girdiğinde ve başında ürkek güvercinler, ko­caman bir kar tablosu ile mekânın en önemli logosu oldu.
Ve sonra ben hiç yalnız olmadım…

Her kitapta bir aşk trajedisi tüketen fikir teatileri ile, aşkınsız adamlardan bahsedilip duruluyordu piyasada. Öykülerle başlayan her aşk, kitapların sonuna yaklaştıkça bitiyor ya da rejisör reyting aldı­ğı müddetçe jön ölmeyebiliyordu. Ya felaketler, buzullar tehlikedeydi, mevsimler kayacaktı, sıra Türkiye’ye gelecek, pis suratlı adamlar dünyaya hakim olacaktı. Ozon delinecek, enerji bitecek, bü­yük bir yıldız dünyaya çarpacaktı. Bu dünyaya çocuk getirilmese iyi olurdu…

Gittikçe boşalan dünyada bir girdaba doğru akıyorduk, yanlıştı her şey. Hep beraber dünyanın so­nunu kurgulamış, elimiz çenemizde kehanetlerimizin çıkmasını bekliyorduk. Bunların hiç biri olmaz­sa, neredeyse en çok biz üzülecektik; bu işi kurgulayanlar, yani öykücüler, yani yaşamayı değil yaz­mayı becerebilenler. Yani yağmurda ıslanmayı değil onu kurgulamayı sevenler…

Kelimelerle kelimelerden korkuyor, kelimelerle seviniyor, kelimelerin istediğim gibi dizilmesi için ihti­mal hesapları yapıyor, hasılı konuşuyor, hep konuşuyor; en yaşlı çizgilere, dudağımın kenarına kıvrı­lıp kalmış alaylı bir çizgiyle tebessüm ediyordum. Hayatı kelimelerden ibaret bulanların makus talihi; kelimeler tükendiğinde sessiz, suratsız, dalgın, ölgün kalıyordum… Garip bir kıskançlıktı belki de bi­zimkisi; bizden evvel kaderi kurgulayan kaleme duyulan iç beğeni… Öyle ya biz yalnızca çok önce­den yazılmış gerçekliğin varyantlarını çiziktiriyorduk.

Üstümüze o yüzden hiç kar yağmıyordu. Yağsa her şeyin üzerini kapatacak geceleri dona dönecek, ve sabah uyanan herkes buzların üzerinden düşmemeye çalışarak en gerçek hâlleriyle gece donmuş çeşme sularını pürmüzle eritmeye çalışacaktı; başka bir şey olacaktı yani… Beklenen tüm o kötü facia söylentilerinden başka ve fakat gerçek bir şey… Üzerinde konuşulacak değil, düşmeden yürümeye çalışılacak bir şey…

O gün siyah başın üzerinde beyaz güvercinlerle giren adamın kapıdan girişini görür görmez tüm kafedekiler de fark etmişti benle beraber; dışarıda kar yağıyordu… En gerçek adamın ayaklarına da bakılırsa; yerler vıcık vıcıktı, demek trafik alt üsttü, kaşkolsuz beresiz de çıkılmazdı, yarında ne çok iş vardı… ‘Olsun’ du; kar yağıyordu ya işte. Beyaz kristaller insanların saçlarına, burnuna, kirpiklerine konup kayboluyorlardı. Keşke gece görüş dürbünlerine benzer bir şey icat edilse ve biz de o an yer­yüzüne inen milyonlarca melekle beraber merhameti görebilseydik. Öyleyse; onca ihanete rağmen rahmet yağıyorsa hâlâ; ozon dikilebilir, yüzük iyilerin eline geçebilir, dünyaya çarpacak yıldızın yörüngesi değişebilir, bebekler bu dünyayı tercih edebilirdi. Bu kadar soğuk başka ne insana ‘olsun’ dedirtebilir diki, hele de benim gibi bir trajedi amatörüne…

İyi ki, başında ürkek güvercinleri taşıyan adam, benim bir şeyleri hayal ettiğimi bilmiyordu…Yoksa herhangi bir trajediye malzeme olmaktan korkar ve o gün avucuma bir avuç kar tanesi bırakmak yerine, başındaki güvercinleri kovalardı.

Ve iyi ki, kış geldi! Artık kar yağsa,’olsun’ desek yine güzel şeylerden bahsetsek. Ve oğlumla ben, saçlarında ürkütmemeye çalıştığı güvercinleri taşıyan babasını karşılasak kapıda; bir avuç kar tanesi olsa yine avucunda…
Oğlumu da karla tanıştırsa…
Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Okuma(k) ile Yazma(k) Arasında / Necmettin Evci
Zemheri / Şeref Akbaba
Yolculuğunu Bitirmiş Ayakkabılar / Mehmet Öztunç
Türkü Mercan / Alâaddin Soykan
Sütunsuz Bir Bağ Bî-Sütun ya da Maktel-i Ferhad... / Şadi Aydın
Tümünü Göster