Abbas Sayar ve Yılkı Atı

Türk edebiyatında hak ettiği yeri ve konumu uzun yıllar bulamamış olan Abbas Sayar, bana göre yazı dünyamızın çok önemli ve geleceğe kalacak olan yazarlarındandır. Onun sadece Yılkı Atı romanı bile, adını edebiyatımıza altın harflerle yazdırmaya yetecek bir güce ve güzelliğe sahiptir. Bugün bu değerli yazarımızı kaç kişi hatırlıyor acaba? Çok fazla olduğunu sanmıyorum.

Abbas Sayar’ı 12 Ağustos 1999 tarihinde yitirmiştik. Peki Sayar kimdir ve neler yapmıştır? Kısaca bir görelim isterseniz, ardından yazımızın konusu olan Yılkı Atı‘na döneriz. On nüfuslu bir ailenin çocuğu olan yazar, Yozgat’ta doğdu. Yozgat Lisesi’nden sonra askerliğini tamamladı, ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu, ne var ki maddi imkânsızlıklar yüzünden eğitimini yarıda bıraktı. 1941 yılında ilkokul öğretmenliği, gazete bayiliği, kitapçılık, çiftçilik ve İstanbul’da matbaacılık yaptı. Yozgat’ta Bozlak gazetesini çıkardı. Bozok gazetesini de 1952-1996 yılları arasında 44 yıl sürdürdü. 12 Ağustos 1999 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

İhsan Işık’ın Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi’nden yazarımızın hayat hikâyesini ve eserlerini okumaya devam ediyoruz. İlk şiirleri 1947’de çıkardığı Gönül Sandalı kitabında yer alan Abbas Sayar’ın diğer ürünleri çeşitli dergilerde yayımlandı. Filme de alınan Yılkı Atı adlı eseriyle 1971 TRT Roman Başarı Ödülü’nü, Can Şenliği ile de 1975 Madaralı Roman Ödülü’nü aldı. 1995 yılında Edebiyatçılar Derneği tarafından kendisine Altın Plâket Onur Ödülü sunulan yazar, Ayvalık Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapan Ender Sayar (Atabek)’la evliydi. İlk eşinden Ahmet Güner (1946) adında iktisat profesörü bir oğlu vardır. Bugün iktisat ve kültürel alanda bir çok eserin sahibi olan Ahmet Güner Sayar, bilhassa Türk süsleme sanatının büyük adı Süheyl Ünver ile alakalı çalışmalarıyla tanınıyor. 1976 yılında çeşitli Avrupa ülkelerini gezip gören Abbas Sayar, Fransızca ve Farsça biliyordu. Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN Kulüp ve Edebiyatçılar Derneği üyesiydi.

Çok yönlü bir edebiyatçı olan Abbas Sayar’ın şiir kitapları Gönül Sandalı (1946), Sereserpe (1953), Gibi (1065), Şey (1966), Neco’ya Mektuplar (1990) ve Boşluğa Takılan Ses (1977) adını taşıyor. Yazarın öyküleri Yorganını Sıkı Sar (1977) kitabında bir araya geldi. 1971’de yayınlanan Yılkı Atı‘yla edebiyat çevrelerinden büyük övgüler alan Sayar’ın diğer romanları Çelo (1973), Can Şenliği (1975), Tarlabaşı Salkım Saçak, Dik Bayır (1977) adlarını taşıyor. Yazar, hatıralarını Anılarda Yumak Yumak (1990); vecizelerden oluşan denemelerini ise Noktalar (1991) adlı kitapta topladı. Edebiyatçımızın bütün eserlerini bugün Ötüken Neşriyat’ın yayımladığını duyurduktan sonra, yazarın bana göre şaheseri olan Yılkı Atı‘na dönelim.

Romanda, yaşlanıp iş göremez duruma düşen ve bunun üzerine sahibi tarafından “yılkı”lığa ayrılan yani açlığa ve tabii ki ölüme terk edilen bir atın hikâyesi anlatılıyor. Dağlarda, ormanlarda ve ıssız vadilerde kışı büyük mücadelelerle geçiren, kurtlarla savaşan defalarca ölümle pençeleşen ve diğer yılkılık atlarla dayanışma içine girerek hayata geri dönen at (doru kısrak), baharda tekrar köye döner. Sahibi (İbrahim) güçlenen ve kışı masrafsız ve zayiatsız atlatan kısrağına kavuşmanın sevincini yaşayacağı sırada at, fırtına gibi olan tayını da alıp dağlara kaçar. Sahipleri (İbrahim ve oğlu Mustafa) peşine düşerlerse de bir daha yakalayamazlar. Yılkı Atı, bir bakıma vefasızlığın bedelinin ödetildiği bir final ile son bulur.

Romanda at tabiatıyla bir simgedir. Okuyucuda merhamet duygularını kabartan, hatta zaman zaman göz yaşartan sahnelerle dolu olan Yılkı Atı‘nda, bir taraftan hayvan sevgisi aşılanırken, beri yanda atın kişiliğinde insan dramı anlatılıyor. Terkedilmiş, itilmiş ve horlanmış yılkılık atların bir araya gelişi, dayanışma içine girişi ve dağ başlarında kurtlara karşı ortak bir mücadele geliştirmesi son derece çarpıcı bir şekilde sunuluyor. Bu şanlı mücadele idealize edilirken, köylümüzün çaresizliği ve yoksulluğu da mükemmel bir şekilde dillendiriliyor. Romanın bu kadar başarılı olmasında Abbas Sayar’ın çiftçilik yapması ve köylüyü yakından tanıyışı gerçeğini göz ardı edemeyiz tabiî ki. Bu yönüyle gerçekçi bir yazar ve sahici bir romanla karşı karşıyayız. Köyü ve köylüyü sömürmeyen, gerçek fotoğrafını yansıtan, onu insanî yönleriyle, beşeri zaaflarıyla, bazen sevimli bazen de acınacak veya zalim hâlleriyle resmeden bir yazar Abbas Sayar. Gerçekçi gözlemlere dayanan yalın, net ve sürükleyici bir roman Yılkı Atı… ‘Dolukısrak’, ‘Çilkır’ ve ‘Demirkır Aygır’ın dramatik hikâyeleri bizi hüzünlü iklimlere taşıyor. Romanın sonunda tanış-biliş oluyoruz atlarla… İnsan olarak benzer hikâyeleri yaşadığımızdan olacak bir yakınlık kuruyor, ortak noktalarda buluşuyoruz. Sayar, bu ‘sahih’ yönüyle de diğer bazı köy romancılarından ayrılır. Çünkü yazarımız, kesinlikle herhangi bir ideolojiye bağlı tavır sergilemez.

Yılkı Atı, dünya çapında tanınmış romancı Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un Kopar Zincirlerini Gülsarı romanını da hatırlattı bana. Bu romanda da kullanılan at figürü adeta ‘roman kahramanı’. Abbas Sayar’ın başka romanlarında da var bu tema. Bir bakıma edebiyat dünyamızın müşterek bir zevk ve ortak bir motifi olarak çok yaygın. Türklerin at sevgisi biliniyor zaten. Bu duygunun edebiyata yansıması gayet doğal. Cumhuriyet döneminde bir çok şair ve yazar şiirlerinde roman ve hikâyelerinde ‘at’ı kullandı. Daha çok bir ‘kahramanlık sembolü’ olarak anıldı. Üstat Necip Fazıl At’a Senfoni yazdı.

Abbas Sayar’ın Yılkı Atı’nda olaylara çok farklı bakışı ve konuyu işleyiş vardır. Atın çalışkanlığı, gayreti, sahibine olan vefâ duygusunun ardından ihanete uğrayışı oldukça hüzünlü bir atmosferle veriliyor. Fakat atın kendini koyvermeyişi, direnişi okuyucuda bir saygı uyandırıyor. Abbas Sayar’ın bu romanla aslında insanı anlattığını görüyoruz. Okuyucu, sayfaları çevirdikçe yaşadığı veya şâhit olduğu ihanetleri, alçaklıkları, üçkâğıtçılıkları, menfaat dünyasını, kuzuyu kurda teslim edenleri ve rezil çıkarcıları hatırlıyor. Peki, horlanan, ezilen ve sürülenler ne yapıyor? Bir araya gelip dayanışma içinde olabiliyor mu, birbirlerini sahipleniyor mu, müşterek bir tavır geliştirebiliyor mu, aç kurtlara yem olmamak için kahramanca direnebiliyor mu? Romanda basit gibi görülen bir temadan yola çıkarak yazılan olayın ardında verilmek istenen mesaj budur bana göre. Yazar, okuyucunun kıssadan hisse çıkarmasını istiyor. Ancak bu duygu ve düşünceler, kin ve düşmanlık pompalanarak sağlanmıyor. Akılla, mantıkla, sevgiyle ve merhametle aşılanıyor. Yılkı Atı‘nda hayvanî duygular insanîleştiriliyor âdeta. Veya tersinden söylemek gerekirse insanda olması gereken duygu ve davranışlar atlara yükletiliyor. Yazar, romanın yoğun bir biçimde hissedilen sıcaklığını, köklü ailesinden devşirdiği mistik anlayış ve duyuştan devşirmiştir denilebilir. Yılkı Atı, sevgisizliğin romanıdır tek kelimeyle. Sevgiyi yitirişin ve açgözlülüğün. Tarihin her döneminde (en çok da günümüzde) yaşanan ihtirasın, kıyıcılığın, sömürünün ve zavallılığın acı bir hikâyesi…

Anadolu dilini iyi bilen, köylü ağzını mükemmel kullanabilen Abbas Sayar, gazetecilikten gelen gözlemci yönüyle romanlarını sıkıca örer. Yılkı Atı‘nın sosyal gerçekçi yönü bu bakımdan sahicidir ve sırıtmaz. Romancımız, köyde yaşamış, ziraatçılık yapmıştır. Tarla sürmüş, hayvan yetiştirmiştir. Bu yüzden atları anlatırken yaptığı tasvirler, sahici ve inandırıcıdır. Hele tabiat anlatımları şahanedir. Filmi de çekilen romanda, vahşi tabiat, amansız dağlar, korkunç vadiler, ürkütücü ve ıssız ormanlar çok güzel bir biçimde yansıtılıyor. Türk edebiyatının sevgiyle yazılmış önemli romanlarından biridir Yılkı Atı. Ve bana göre bu romanı okumamış olmak bir eksikliktir. Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin, Yılkı Atı‘nı 100 Temel Eser arasına alması da bana göre doğru, isabetli ve hayırlı bir karar olmuştur.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Zamanı Gözlerinden Yakalamak / Eyyüp Azlal
Yok Oluşun Cazibesinde Yaşamı Düşünmek / Necmettin Evci
Yirmi Beş Issız Gece-2 / Mazlum Civan
Yalnızlık Büyütüyor Seni Diyecektim / Nurettin Durman
Yakındır / Alâaddin Soykan
Tümünü Göster