Uzak

Gökyüzünde değişik bir hâl vardı bugün her nedense. Bulutlar birilerinin peşinden koşuyormuşçasına hareketliydi. Rüzgârın homurtulu sesi geliyordu kulaklara. Dalgalar sahile vuruyordu hiç usanmadan. Dağlar her zamanki gibi aldırmasızdı. Karanlık yavaş yavaş şehrin üzerine çökmekteydi. Ve ben uzaklara gitmek için yollardayım.

Muazzam bir kalabalığın tam ortasına düştüm ansızın. Ortalıkta olan bitenler mahşer yerini canlandırıyordu zihinlerde. Bütün çıkış yolları kapalıydı. Her sokağın başını bir dev tutmuştu sanki. Uzaklardan, çok uzaklardan davet almıştım oysa. Gitmeliydim.

Gidemedim.

Aradığımı bir türlü bulamadım maalesef. Her şey ne kadar da yakınımdaydı.

Göremedim.

Uzun bir yolculuğa çıkmıştım da bir ağacın altında birazcık gölgeleniyordum oysa. Göz açıp kapayıncaya kadardı her şey.

Bilemedim.

Kalabalığın arasında kayboldum.

Nereye yönelsem karşıma asık suratlı insanlar çıkıyordu. Büyük bir resmin, kocaman bir yapbozun küçük bir ayrıntısı gibiydim. Arıyordum, ama bir türlü bulamıyordum bütündeki yerimi. Bazı şeyler hep eksik kalıyordu hayatımda. Hiç nihayete ermiyordu yolculuğum. Uzaklar yakın olmuyordu.

Aradığımı mutlaka bulmalıydım. Ne kadar da yorgundum böyle. Yürümekten dizlerimin bağı çözülmüştü. Ayaklarım isyan eder olmuştu.

Yürümeliydim.

Ve hatta koşmalıydım. Bulmalıydım aradığımı. Ama bu kalabalığı nasıl aşacaktım, hiç bilmiyordum.

Yolun sonunu göremiyordum. Kalabalık üstüme üstüme geliyordu sanki. Ayağıma basanlar, omzuma sertçe çarpanlar oluyordu. Sendelesem de düşmüyordum. Hâlâ ayaktaydım.

Düşmemeliydim.

Fırtınaya tutulmamalıydım, sele kapılmamalıydım.

Herkes kendi derdine düşmüş görünüyordu. Hiç kimsenin umurunda değildi etrafındaki diğerleri. Bir an boğulacak gibi oldum. Nefesim daraldı, gözlerim bulanıklaştı, ellerim karıncalandı. Canhıraş bir çığlık atmak istedim, ama sesim çıkmadı. Terin suyun içinde kaldım bir süre.

Davete icabet etmeliydim, ama ayaklarım bir türlü gitmiyordu. Gece mezarlığa düşmüş gibi, kör kuyularda kalmış gibi ürperdim. Vakit ilerledikçe korkularım daha da arttı.

Hava zifiri karanlığa dönüştükçe kalabalık da gittikçe çoğalıyordu. Ay ortalıktan kaybolmuş, yıldızlar yeryüzüne dökülmüştü sanki. Hırdavatçılar, lokantalar, bakkallar, manavlar, kasaplar çoktan kapanmıştı. Evlerin ışıkları sönmüş, kapılar kilitlenmişti. Sokak lambaları yanmıyordu. Güneş hiç doğmayacak, sabah hiç gelmeyecek gibiydi.

Mevsim her zamanki döngüsüyle yine son yaza ermişti. Yapraklar yere dökülmüş, ağaçlar kurumaya dönmüştü. Esen rüzgâr saçlarımı okşuyor, zaman zaman ensemi üşütüyordu…

Düşenin bir daha kalkma şansı yoktu. Düşmemeliydim. Düşersem ezilirdim. Burasının kanunu böyleydi. Düşenin üstüne basılıp geçilirdi.

Ucu bucağı görünmeyen kalabalıkta bir dalgalanma oldu ansızın. Kaos ortamı iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladı. Yine acı bir çığlık geldi biraz ileriden. Düşüp de kalkamayan biri vardı mutlaka. Rüzgâr acı acı esti bu sefer de onun için. Dalıp giden gözler çoğaldı etrafta. Rüzgârla ölünür müydü hiç? Ölünürmüş demek ki.

Düşenin yeri hemen doldu sonra. Bir varmış bir yokmuş oldu ve çekildi dünya sahnesinden. Belki de hiç bitmeyecek sanıyordu bu oyun, ama yanıldı. Derin bir teslimiyetti bundan sonrası. Mazeret yoktu.

Sırtımdaki çantada azığım vardı. Azığım dediysem, ekmek arası peynir, zeytin… Mataramdaki su yarılanmıştı. Dudaklarım kurudukça su içiyordum çünkü. Her hareket edişimde cebimdeki bozuk paraların sesi geliyordu. Ne kadar da ağırlardı böyle. Bir an önce kurtulmalıydım onlardan. Onlar beni harcamadan ben onları harcamalıydım.

Büyüyen gözlerimi etrafta dikkatlice gezdirdim. Yutkundum. Ne tanıdık bir yüz ne bildik bir görüntü ne de samimi bir bakış vardı. Her şey ve herkes sadece bana değil bütün dünyaya yabancıydı. Evler üzerime mi yıkılacaktı yoksa. Yer yarılacak da içine mi düşecektim acaba. Hayır. Dayanmalıydım, soğukkanlı olmalıydım. Sabretmeli ve aradığımı bulmalıydım.

Biri ayağıma bastı, başka biri omzuma çarptı. Çarpmanın şiddetinden olacak sendeleyerek yere düştüm. Herkes üstüme üstüme geliyordu. Acı akıbette sıra bendeydi sanırım. Kaderime rıza gösterip gözlerimi yumdum. Titreyen ellerimi yüzüme götürdüm çaresizce…

Rüzgârın uğultusu sesinin pencerede birdenbire yankılanmasıyla uyandım. Bakışlarım pencereye kaydı. Hava kararmaya başlamıştı. Ben bu saatte uyumazdım aslında. Gördüklerime bir anlam veremedim. Gözlerimi tekrar yumdum. Kalabalık dağılmış, tek başıma kalmıştım. Ne kadar uğraşsam da hiç kimseyi göremedim. Kalktım sonra. Hızla hazırlandım. Azığımı çantama koydum, çantamı sırtıma aldım. Mataram elimdeydi. Sokağı geçip meydana ulaştım.

Muazzam bir kalabalığın tam ortasına düştüm ansızın. Ortalıkta olan bitenler mahşer yerini canlandırıyordu zihinlerde. Bütün çıkış yolları kapalıydı. Her sokağın başını bir dev tutmuştu sanki. Uzaklardan, çok uzaklardan davet almıştım oysa.

Gitmeliydim.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Hal ve Temyiz / Ay Vakti
Nasıl Yoğrulmuş Olduğuma Dair / Alâaddin Soykan
Her Yanım Yâr / Selami Şimşek
Acının Tadına Doyum Olur mu? / Kadir Gültekin
Kederidir Nesrin Hanım’ın ki Şiir; Göğsündeki Gize... / Ali Yaşar Bolat
Tümünü Göster