Kanayan Yara

“Bağdat’ta her akşam bir çocuk ölür   
bir avcunda gökyüzü,diğerinde uçurtma”

dar zaman,dar zaman
bir zaman
mavi pabuçlu
bir kız çocuğuydu
gökyüzü…
dar zaman
ve sendin o
düşlerimin evi
sonsuz derinlik…
uçurtmalara bağlayıp hayallerimi
bulutların ardınca gezdirdiğim
çocukluk…
ki gel zaman, git zaman
eğrilen tarçınlı yollardan
ulaşmak için maviliğine
hırçın bir koşu
iğneleyip yüreğe
yokuşları harmanlayandı
bu ayaklar
şimdi yoruldu
yollarını yorgun bulmaktan!
ve  biz, gölgeli yanlarımızı
söndürüp ateşle hep çırpınan
bir ırmak gibi
bıraktık ellerimizi
uzak denizlere dek.
söyle ne kaldı?
sessiz bir sis içinde
yaslamış yaslı başını tanrıya
gölgesini yutan
kendi dağımızdan başka!
söyle ne kaldı?
tüfeyli gemilerde tayfa
ya da uzak Çin imli hiçin
eflatun
denizlerden sonra
demirlediği boşlukta…
söyle ne kaldı? ah
yalnızlık sularında
titrek bir ada
gibi duran
çocukluğun
o ham hayalinden başka!
ah dar zaman ah dar zaman
kuyruğunu kovalayan
bir köpek gibi durmadan
kırık bir ayineye benzettiğin
kalplerimizi kanatan
bir çığlık saklı en içte
her zaman!
oysa sen son balığımdın kızıl deniz
gerili oltamda
kaçırdım tüm denizleri
Musa
yitirdim alev iplerini
mavi uçurtma
haydi sen,şimdi
haydi sen,şimdi
barut ve duman
kan ve ateş kus!
ve sen eyy!
yorgun ve iğreti dallarıma
ormanları taşıyan baykuş!
yıkım ve ölüm
annemdir benim
gürbüz memelerinden yokluğun
acı sütüyle beslendiğim.
ey siz aydınlık kuşları ümidin
duyun beni ve duyurun
dudakları lal kesmiş bir umuda
söylemedim sözlerimi ben daha!
ey siz aydınlık kuşları ümidin
haydi gidiniz
haydi gidiniz ve bana
karanfiller getiriniz Bağdat kızıllığında
şimdi kopmuş kollarca demetlenmiş
ve akı ala bulanmış
fırlamış yerinden
bir çift çocuk gözüne
oldukça benzeyen
iki dal lale.
henüz okşanmış o gözlerce…
lakin işte burada
işte burada kanlı yer ve gök arasında
işte burada ne varsa
onur zafer ve gurur
haydi kazan beni
işte burada
haydi kazan beni tanrım
en zor savaşınım ben senin!
haydi kazan beni
bu yer ve bu gök arasında
haydi kazan beni
zira kefenin olacak kefenim
nasıl ki  sen ben
ben sen im!
ki biz
seninle bir salyangozla İz gibiyiz
her yağmurla silinen ben
ve yeniden biriken ardın sıra
ve hep geride kaldımsa adını
anımsatmak için
ve hafifletmek için acını
soyundum yeryüzünde
bu cüce tanrılığa…
adımı sorma
adım yok benim
büyük bir boşluk bıraktım mezar taşıma!
çok uzak yerlerde ta derinlerde
hiç kimsenin görmediği ve bilmediği
büyük bir taş parçası gibi
kimse bilmesin
sevdiğimi,sevdiğimi ve öldüğümü…
bir taş gibi diyorum
bin yıllara ferman okuyan bir taş gibi.
bir şey var işlediğin
yüreğimdir dediğim et parçasına
yontamadığım bir yanım var
bin yıllarla tartılmayan bir akışta
okudum,öğrendim ve sevdim ya
damıttım ya acının en onmazını
erittin ya katı olan ne varsa!
yonttum da göğsümün
kerpiçten evini
yine de o bozguncu taş yanım
kaldı derinlerimde…
hiçbir yere uymayan
o küçük taş parçası
hiçbir yere uymayan
o ırmaklı çocukluk…
’din ve bil bunu da
masumiyet bu çağda
hiç anlaşılmayacaktır.
kinle bil bunu da
cehennemde yalnızca
çocuklar yanacaktır!
odunuysa taşlar
cehennem ateşinin
çocuklar kalpleriyle
günahı sınayacaktır,
arıtacaktır ateş
bir gülü damıtacaktır!’diyordu
fakat bugün tanrım
fakat bu gün
hantal ve paslı kapısıdır
yarın gelecek günün
ve burada savaşın senin
imtihanın burada!
işte bu yüzden tanrım işte bu yüzden
o ağır yanımı o taş yanımı
yıllardır gerili kalp sapanımla
işte bu yüzden tanrım
işte bu yüzden sana
fırlatıyorum al dağlayıp hınçla.
ve eğer ve kimse
kırmızı bir kurdela kopmuş başında
ellerinde altın bir tepsi sonra
saçları derisine yapışmış
yanmış ve yanılmış bir yüzle
ve gözleri yerlerinden fırlamış
mor salkımlı üzümler gibi
topak,topak kan tortuları
ki en sevdiğiniz şaraptır kanı
çıkıverse karşınıza
hiç beklemediğiniz bir anda.
ölümleri giydiren  bir yüzle
ve hiç ve kimse
görmemişse
milyonlarcanız kardeşlerim
beyazlar içinde
kızıl bir gülü andıran Bağdat akşamında
ki ellerinizde en yakınlarınızın kanıyla
beslenmiş,büyümüş karanfillerle
kardeşlerim yürümedinizse
yürümedinizse kardeşlerim kardeşliğe
çocuklar doğuracaktır
analarını önce
nasıl ki kardeşlerim
gül sınandı ateşte
ve sınanmıştır ölüm de
İbrahim de, ateş de…
zira ışık hayat bulur
karanlığı gömünce!

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Çizgi-11 / Behice Kolçak Şark
Ay Benimle Ağladı / Şükran Işık
Sûzinâk Şarkılarla Geçerken Boğazı Erguvan / Mustafa Oğuz
Şiir Konuşuyor / Emre Şimşek
İstiâre Zamanlar / Mehmet Yüzücü
Tümünü Göster