Tuz Ruhlu Dünya

Herkes onun bu kadar güzel halı yıkayışını, kapıları, duvarları kendi evine aitmiş gibi canı yürekten silişini seviyordu. İtaatli ve güzel sesliydi; hem de geniş omuzlu, uzun boylu, atletik yapılı… Bir temizlikçi kadındı Zeliha. Eşi tarafından akrabamız da olurdu. Tüm temizlikçi kadınlar gibi hiç günyüzü görmemişti. Sarhoş, işbilmez bir kocası, Yaradan’a sığınıp asla şikayet etmediği zihinsel engelli bir oğlu vardı.
Talihsizdi Zeliha Yenge. Yanağını irisinden bir çoban köpeği ısırmıştı on beşinde. Yanağının yarısını gözünün kenarına alıvermişti derisiyle. Koca koca dikişlerle tutturmuşlardı yanağı. Yoksa verir miydi Ayşe kadın, kızını o ayyaş adama? Ahmet Amca işe yaramaz bir adamdı. Zeliha Yenge için o zamanlar, aç kalmaktan, ateşler içinde yanan oğlunu baktıramamaktan, her şeye yoksun olmaktansa konu komşunun külü dökülüp evinin önü süpürülebilirdi. Kazandığı üç-beş kuruştan sonra yaz temizliklerine başlamış, gündelikçi olmuş çıkmıştı.
Zeliha Yenge öyle canla başla yapıyordu  ki temizliği, kısa zamanda ünü tüm çevreye yayılmış, aranılan adam olmuştu. Güçlü kadındı ne de olsa. Temizlenecek odaların karşısında şöyle heybetli durunca; hangi kadın bu tüketim isteğini tahrik eden, hiç açılmamış bir deterjan kutusu karşısında durabilirdi ki? Ve Zeliha Yenge başlardı oflayıp puflamadan, söylenmeden dağınıklığın içinde kaybolur, iş bittiğinde tüm kirlerin hakkından gelmiş dev gövdesiyle beliriverirdi.
Sonra önüne yeni odalar açılır, iki günde bir püskürtme amonyak sularıyla mobilyaların tozlarını almaktan, menekşelerin sararan yapraklarını koparmaktan yorulmuş nazenin ev hanımları, buyur ederlerdi onu misafir etmek için açmayacakları odalarına. Gövdesini eritip tüketebilmek için onulmaz bir tüketim zevki duyuyor olmalıydılar. Öyle ki Zeliha Yenge gece saat ondan evvel evde olamadığını söylerdi. Buna rağmen onun ağzından yoruldum dinleneyim kelimelerini hiç duymazdınız. O metanetle yıkanması gereken halıları omuzlar, perdeleri merdivensiz takar, duvarları ovarak bir saatte silerdi. Temizlikçi kadınların en popüleri oluşunda bu insanda merhamet duyma, dolayısıyla yardım etme gereği uyandırmama durumu da yatıyordu.
Annemin her yaz temizliği döneminde –akraba gelini oluşunu bahane edip- onda ısrar etmesinin en temel nedeni de buydu bence. Tabiatı itibariyle merhamet etmeyi pek seven annem, evi tamir veya bakıma gelmiş işçilere fazlaca harçlık verir, elinden geliyorsa işin büyük kısmına yardımcı olur, onlara yiyecek, içecek ikramında bulunmak için her mutfağa girişinde ise, zavallıcık işçilerin gelecekleri, aileleri için endişelenip gözyaşı dökerdi.

Zeliha Yenge, altı çocuk doğurmuş, yıpranmış bir kadın olan annemin karşısında, buz gibi taşlıklarda halı yıkarken, ferahlatıcı bir temizlik kokusu etrafa yayılır, çevik gövdesiyle her su devirişinde, annem sanki halılar değil de kendi yıkanıyormuş gibi merhamet hissinin eziciliğinden uzak, derin bir oh çekerdi.

Zeliha Yengem iri gövdesiyle halıları çiğnerken, kirli sular çıktığını gördükçe annem, ne iyi edip de halıları yıkattığını düşünüverirdi. Halıları yıkayıp da kıvırdıktan sonra Zeliha Yengem, ince bir türküyle onları omuzlayıp sofanın duvarlarına taşırdı.
O böyle davrandıkça, annem bile kendini kaybeder, temizlenmeyecek paspasların bile adını yıkanacak yapardı. Ama o yine de şikayet etmez, o direndikçe evin her köşesinden temizlenecek bir parça çıkar ve biz onu tüketemeden akşam olurdu. Belki de bir tek o zaman acırdık ona, emeğinin karşılığını verince eline, devşirilen dolapları, çekilip-itilen çekyatları, yüklenilen halıları bir tarafa, alırı-tutarı her şeyiyle on bin lirayı bir tarafa koyunca, aklımıza geliverirdi sağdan soldan duyduğumuz çaresizliği.
İhtimal gece on demek yol demekti. Zeliha Yenge için eve giden yol; huzura mı muzura mı belirsiz! On demek Zeliha Yenge için bahis etmek demek. Ahmet Amca evde değilse, evdeki bir çuval unu kilimlerin altından bulmuş satmış demekti, iki gün eve uğramayacak demekti, oğul ile yenecek kaygısız bir aş demekti, ayağını uzatarak yatmak, topuğundaki, kollarındaki sızıyı unutmak demekti de alınan paranın hangi açığı kapatacağına karar vermekti. Ama ya Ahmet Amca evdeyse; un parası çabuk bitti demekti, ağır bir anason kokusu demekti, ters çevrilen yemek tepsisi demekti, oğul Mustafa ağlıyor demekti, sızılara ek sızı demekti, açığı kapatmak için yeni para bulmak demekti.

Ama ertesi gün terminatör gibi dimdik çıkardı Zeliha Yenge karşımıza. Biz de silkelenirdik o zaman, merhamet duygularımızdan eser kalmaz, kalınan yerden başlanırdı işe. Dünyayı görmemek için arkasını dönerdi sanki Zeliha Yenge; yüzü işe dönükken, arkasına alırdı hayatı, Ahmet amcayı, parasızlığı, talihsizliği ile ilgili tüm aynaları… Sonra da işi bitince yine kapının önündeki hayatını alıp giderdi omuzuna. Hayat, Zeliha Yenge’den daha çabuk sıkılmış olmalı bu durumdan; bir Perşembe öğle üzeri çekmiş gitmiş kapının önünden, akşam ona kadar beklememiş Zeliha Yenge’yi. Yine kendi evine ait olmayan bir duvarı siliyormuş Zeliha Yenge. Düşmüş yere öylece kalakalmış, ölürken bile inlememiş demek ki. Yalnız elinde temizlik bezi varmış, açamamışlar avucunu.
Annem Zeliha Yenge’nin ardından,” Evliya gibi kadındı, sabrede sabrede erdi. Bak Cuma günü gömüldü.” diye çok ağladı.

Ertesi yaz anneme, köyden yeni gelmiş bir kadını tavsiye ettiler. İnşaatta çalışırken çelik tel dolanıp bacaklarını kestirmiş kocasının, evde beş nüfusu varmış, temiz işliymiş de…Cılızca bir kadın, astımı da varmış, geçen temizlikte gözüne tuz ruhu kaçmış da gözü üç gün kapanmış, annem her mutfağa gidişinde burnunu çeke çeke ağladı. İşin büyük kısmını da bana yaptırdı.
Kadın kapıdan çıkarken annemle sarılıp ağlaştılar. İçim ezildi kadına, düşünmeden edemedim, keşke yarın sabah Zeliha Yenge dikilse karşımıza, çevik gövdesiyle buz gibi suları dökerek temizlese yine halılarımızı ve merhamet duygularımızı.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Çizgi-3 / Behice Kolçak Şark
Bekleme, Dönmem Bu Bahar / Hakan Özbek
Ağustos Yüzlü / Erol Erdoğan
Kanı Güneş Gibi Bir Çocuk: “Alâeddin Özdenör... / Selami Şimşek
Kasıt / Esra Karabiber
Tümünü Göster