Ey Şiir

Konuşabilseydim / Gece gibi derin, sükût kadar serinsin diyecektim /Ayinin bitmesini bekleyecektim / Ama dilek dilemeyecektim bâtıl ağaca / Sonra kuyuyu geçip kiraz festivaline gidecektik/Simit satan çocukların gölgeliyüzlerine üzülecektik / Müzikle eriyip gidecektik kasabanın renginde çocukların renginde / Kuyuda yitmek, kuyuda ermek yoktu hesapta/Senin yanılsamaların olmasa / Kiraz festivaline gidecektik….! / Kuyuda ermeyecektik / Ah senin yanılsamaların olmasaydı / Şunu da bilki mağrurdu simitçi çocuklar / Balonla oynamak gibi yoktu dertleri / Yüzlerindeki esmer bir sevinçle mutlu ve mağrurdular.

Ey şiir yapan, yıkan, kutsayan ve akan

Evliyalardan, Hassan İbn-i Sabitten –ki peygamber şairi-

Temiz kirli ırmaklarımızdan, dağ pınarlarından, mektuplardan

Trenlerin söylediği hasret türkülerini kayıtlayan,

Ve onaran yetim çocukların yüzünü,

Yağmur yağınca şakırtı, tipi esince keskin ıslık.

Ey aşkın uğultusu, ipeğin hışırtısı!

Doğu çöllerinde Leyla, batı sahillerinde Annabellemız üzerine

Al ve beyaz duvaklar üzerine yazdığımız er kişi destanımız.

Ey, liseli gençlerin acemi bakışı!

Ey, karanlık gecelerde iniltisi hastaların

Bize sen anlattın narın şafaksı kızıllığını/

İncirin vahdeti imasını/Zeytinin nurunuTûr-i Sinâ’nın ululuğunu/ Gülün Muhammedî kokusunu/Sen çözümledin alfabesini bülbülün.

Ey tutsak apartman çocuklarının iki damla gözyaşı! /Diz tökezlemesi anımsayınca dingin kırları.

Ey, olgun buğday tarlalarının ve sazımızın kemale ermiş sarısı!

Ey, serinleten bahçelerimize dolan ansızın sıcak ve nemli yazları!

Ey, yeşil bulutumuz ölünce mezarımıza ağan!/Ey, aydınlatan kilise içli pazarları!

Meryemi ve oğlu İsa’yı mermerde teşhir eden kara utancımızı

Ben hiç hesaba katmadım batının mermere kazınmış Meryem’ini.

Bundandır Meryem’siz ve mermersiz yazdım şiirlerimi.

Ey şiir; Çanakkale’de zafer, Balkan’da hüsran anıtımız!

Erzurum’da coşkulu barımız

Ve sen ey şair ‘‘Yorgun adam ’’

Heybesinde imgeler taşımaktan

Neferleri eksik kuş sürüleriyle gökleri taşımaktan

Şahit olmaktan her akşam ayın bakır bir tepsi gibi doğuşuna Erzurum’da

Güneşin sarı saçlarına aşık olmaktan her yaz

Yüklü olmaktan kırlangıçlara ve bir türlü boşalamamaktan bozkırlara

Ve her nisan doğup her eylül ölmekten

Ambulans sirenleri bırakarak geride

Bir türlü ulaşamadan zemheriye

O en ıssız, en uzun ve en soğuk geceye

Ey, şiir! İşte yine tamamlanıverdin

Bulaşmadan yaşamın trajedisine

Alaca karanlık bir akşama geçiverdin

Bırakarak geride ihtiyar bir cumartesi

Yörük düğünleriyle örselenen

Bense Çukurova’nın kıyısında

Mütareke yıllarından kalma bir sıtmanın yanı başında

Esmer çocuklar ülkesinde yani haritanın en güney ucunda

Masamda tefsiri Şâm-ı Şerîfin, incirin, zeytinin, Filistin’in

Antep’te çöl rengi tabelasını gördüm Halep’in

Tuzlu suyu Akdeniz’den dolmuş mataramla

Klavyeleşmiş, kutsal sözcüklerle büyümüş ve terlemiş ellerimle

Tutunup aşabilirim Gavur dağlarını

Kaybedince senin yeşil ışığını

Durabilirim yeni bir göçe

Vedalaşmadan ve değişmeden kirli ve gündelik elbiselerimi

Yani alalecelenin en Türkçesi

Çünkü her veda gereksinimler ister

Önce gün hastalıklı bir şafakla başlamalı

Kalabalık bir kuşluk donatılmalı

Son piknik ateşinden ocakta köz kalmalı

Ve yeni bir şiire başlanmalı./Mevsimler hesaba katılmalı

Velhâsıl veda geriye dönülür bir başlangıçtır

Vedâ geride bırakılmış külfetli bir bakıştır

Duvara işlevsel bir bağlama asmaktır

Güneyden kuzeye bir yolculuğa olgunlaşmak

Ey Şâm-i şerîf, ey Kudüs diye yürek çırpmaktır

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Metin İstihkâm / Ay Vakti
Halep’in Kanı / Semra Saraç
Halep’ten Harput’a Bir Kutu Baklavanın... / Metin Önal Mengüşoğlu
Halepçe’den Halep’e / Nurettin Durman
Kırlangıç Kanatlarındaki Yavru Denize Zeyl / Ali Yaşar Bolat
Tümünü Göster