Geçmişten günümüze doğru gelindiğinde insanlığın şehirleşme yönünde bir seyir takip ettiğini ve deyim yerindeyse tekamül gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu manada insanlığın serüveni şehrin serüveni veya insanlığın tarihi şehrin de tarihidir denilebilir. Tarih ve zaman söz konusu olduğunda şehirleri üzerlerinde yaşanılıp geçilen mekanlar olarak değerlendirmemek gerekir. Şehrin üzerinde değil içinde yaşanılır. Şehri, zamanın ve mekanın içinde bir tünel olarak algılamak yanlış olmaz. Şehrin mukîmi kendini bir ayağı tünelin bir ucunda, diğer ayağı diğer ucunda konumlandırmak durumundadır. Bu haliyle söyleyecek olursak, bir şehirde yaşayan ilk insanlarla son insanlar aynı insanlardır. İlk insanlar zamanın ve mekanın ruhundan sızarak son insanlara kadar varlıklarını devam ettirirler, yani son insanlar ilk insanların devamıdırlar. Şehir böylece varlığını devam ettirir; o şehrin ahalisi tamamen değişse de hatta başka bir milletten olsa da bu böyledir.
Nedense şehir üzerine yazılan yazılarda ağırlıklı olarak mekan üzerine vurgu yapılır. Mekanın esrarı çözülmeye; insan, mekanda gezdirilmeye çalışılır. Zamana yapılan vurgu ise ekseriyetle mekanın peşinden gitmek içindir. Halbuki, şehir mekan değildir. Şehri mekan olarak algılamak onu bir resme irca etmeye denktir. Elbette, şehir sadece zaman da değildir. Doğrusu şehir ne tek başına mekan, ne de tek başına zamandır. Şehir zaman-mekan- dır. Şehri zaman-mekan olarak aldığımızda onu gerçek mahiyetine kavuşturabiliriz ya da ona gerçek mahiyetiyle kavuşuruz veyahut onun gerçek mahiyetine kavuşuruz.
Zaman-mekanın şehir olarak karşımıza çıkması yine bir zaman-mekan olan insanın çabası sonucudur. Şehri zaman-mekan olarak algılamayan insanın temel hatası şehri zaman-mekan olarak algılamadan önce, kendisini doğru algılamaması yani kendisini zaman-mekan olarak algılamamasıdır. İnsanın zaman-mekan olarak algılanması gerektiği garip karşılanabilir, ancak bunda garipsenecek bir şey yoktur. (Her) insan insanlığın durağıdır. Kendisini insanlığın durağı gören insan zaman-mekanı kendisi bilir ve kendisini zaman-mekana ait kılar. Yani, kendisi, kendisi olur. Şehrin zaman-mekan olması da bu noktada başlar ve insan ve şehir zaman-mekan olarak birbirlerine ait olurlar. Şehir, kendini ona ait görmeyene, esrarını açmaz. Şehrin esrarına vakıf olmayanın zaman-mekanla ilgisi yoktur. Zaman-mekanla ilgisi olmayanın kendiyle ilgisi yoktur. Şehir, mukîmi; mukîm, şehridir aslında. Mukim bunun farkında olmasa da şehir, bunun farkındadır.
Şehir ile o şehirde yaşayanlar arasında zaman içinde bir duygusal bir bağ kurulur. Bunun sebebi, iki zaman-mekanın birbirlerinde mündemiç hale gelmeleridir. Bu hâl sonucu, bir zaman sonra o şehri bir insanı sever gibi sevmeye başlarsınız. Zaman zaman konuşur, dertleşirsiniz şehirle. Sırlarınızı açarsınız ona, hiç kimseye söyleyemediğiniz sırlarınızı şehrin kulaklarına fısıldarsınız ve tarihle yaşıt kulaklarıyla sizin fısıltınızı duyar, duygulanır ve sırrınızı ebediyete kadar saklar; zaman-mekan olarak sizi zaman-mekana ait kılar.
Zaman-mekan olarak şehir “var”larla doludur. Şehrin varları, o şehri varların şehri haline getirir. Bakalım şehirlerin varları nelerdir? Birkaç örnekle görmeye çalışalım:
Şehrin tarihi vardır. Şehrin tarihi, şehre o kendine özgü tarihi kimliğini kazandırır. Şehrin tarihi olması gibi, tarihin de şehirleri vardır. Tarihin şehirleri size kendilerini tarihin dehlizlerinde dolaşır hissini yaşatarak gösterirler. Bunlar tarih-şehirlerdir. insanlık alemi bu tarih-şehirler olmaksızın tasavvur ve tahayyül edilemezler. Bir zaman-mekan olarak insan şehre, bir zaman-mekan olarak şehir de insana böyle şahit olur. Tarih-şehir kavramı gibi, şehir-tarih kavramı da insanlık alemi için çok önemlidir. Tarih-şehir ve şehir-tarih şehrin varlıksal tanımını yapmamıza imkan tanırlar. Tarih-şehrin sadece kendisi değil mukîmleri de tarihe ait olma özelliği gösterirler ve onlar tarih-insandırlar. Tarih-şehir-insan üçlüsü tarih yapıcı hususiyetleri ile tarihin mahiyetine, sürekliliğine, medeniyete dönüşmesine, medeniyet olarak dönüştürücü etkileriyle zaman-mekanın yani şehrin ve insanın kendilerini yeniden üretmelerine vesile olurlar. Böylece, tarih, şehir ve insan yeniden ve yeniden kendisi olur, kendisini aşar ve yine kendisi olur giderler.
Şehrin ufku vardır. Şehrin ufku ile ahalinin ufku arasında benzerlikler vardır. Ufku geniş şehrin sakinlerinin de ufukları geniş olur. Kendine daralmış, içine kapanmış şehirlerden ufku geniş insanlar zor çıkar. Ufku ufukların ötesinde olan şehirler, insanı ufukların ötesine yürütürler. Ufku kararan şehrin insanlarının da ufukları kararır.
Şehrin kimliği vardır. Şehirler, kimlikleriyle o şehirde yaşayanların kimlikleri üzerinde dönüştürücü etkilerde bulunurlar. Büyük şehirler insana büyüklük hissi verirler. Hatta bu zaman zaman insanlarda kibre de dönüşür.
Şehrin hafızası vardır. Şehirler, hafızalarıyla vardırlar ve hafızalarıyla şehirdirler. Şehrin insanının hafızası şehrin hafızası kadardır. Şehri hafızasından koparmak, o şehrin sakinlerini hafızalarından etmekle eşdeğerdedir. Şehrin hafızası o şehrin taşına, toprağına, binasına, ağacına, kuşuna, böceğine, denizine, ırmağına, iklimine, havasına, suyuna, mezarına kazılıdır. Bunlardan birinin yerinden sökülmesi şehrin hafızasından edilmesine yeter ve o şehrin insanını hafızasız kılar.
Şehrin kıssası vardır. Aslında şehrin kıssası kendisidir. Şehirler insanlara kendilerini anlatırlar. Hisse almasını bilenler, daha doğrusu hisse alabilme seviyesinde olanlar şehirleri dinlemesini de iyi bilirler. Şehri dinlemek gözleri kapatarak değil, aksine bütün duyuları sonuna kadar açarak yapılmalıdır.
Şehrin aklı vardır. Şehrin aklı şehri yaşayan akıl sahiplerinin akıllarını çepeçevre kuşatır. Şehrin aklının sınırları ile o şehirde yaşayanların akıllarının sınırları aynıdır. İnsanın kamilen akletmesi ile şehrin varlığı arasında sıkı bir ilişki bulunur. Şehir aklı, akıl şehri geliştirir, tekamül ettirir.
Şehrin rengi vardır. Kadim şehirlerin ve hatta modern döneme kadar pek çok şehrin rengini o şehrin florası belirlerdi. Şimdi çoğu şehrin florası yok edildiği için şehrin renklerini duvar ve çatı renklen ile tabelalar belirlemektedir. Halbuki, bu renk felaketi yaşanmadan önce şehirlerdeki binaların duvar ve çatı renkleri şehrin genel tabii rengi içerisinde bir renk olarak inşa edilir ve şehrin rengi ile uyumlu olurdu. Her iki durumda da şehrin insanın renk algısı ve zevki şehrinin renkleriyle doğrudan ilişkilidir.
Şehrin kokusu vardır. Şehre girdiğinizde ilk algıladığınız şeylerden biri olur o şehrin kokusu. Şehirden ayrıldığınızda özlediğiniz şeylerden biri olur o koku. Hele şehir, son nefesinizden sonra koynuna girmeyi düşündüğünüz bir yer / yar olacaksa; o, sizin için ebediyet ağacının dallarında açan çiçeklerin kokusunu da taşır. Şehrin kokusu vardır dedik. Kadim şehirlerin kokuları tabiat ıtriyathânesinin en hoş reyhalarını sunarlardı. Elbette bunun yanında hoş olmayan kokular da yok değildi ama onların hiç birisi çağımızın makine yağı kokusu kadar nâhoş değildi.
Şehrin sesi vardır. Kadim şehirlerde şehrin sesleri tabii seslerdi. Şimdilerde tabii seslerin nispeti azalmış ve mekanik seslerin egemenliği her geçen gün artmaktadır. Eski şehrin tabii sesleri arasında kuş seslerinden insan seslerine, rüzgar seslerinden gök gürültüsüne kadar tabiat senfonisinin bütün unsurlarının avazı mevcuttu.
Şehrin aşkı vardır. Şehir bu aşkla büyür, gelişir ve kendisini müstakbel çağlara taşır. Günümüzde aşklar da neredeyse vergiye tâbi kılındıkları için günümüz şehrinin aşklarından iftiharla bahsetmek pek mümkün gözükmemekle beraber, şehirler yine de aşklarıyla vardırlar ve aşklarıyla var olmaya devam edeceklerdir.
Zaman-mekan olarak şehir ve şehrin varları üzerine bu yazıda bu kadarla iktifa etmek lazım. Zîra, bu kadarı bile şehrin zaman-mekan olarak nelere sahip, nelere kâdir, nelere mazhar olduğunu göstermeye yeter kanaatindeyiz.