Hüzün Ülkesi Endülüs

On dört asırlık İslam medeniyetinin devasa bir mirası var.
Halen tozlu raflarda bizi bekleyen yazma eserler. Ebru, hat, nakış, tezhip, minyatür ve daha nice el sanatları. Cami ile simgelenen, şehirlere mührünü vuran İslam mimarisi. Gelenekler, adetler, İslam’la şekillenen ahlaki erdemler.
Nerden başlayacağınızı, hangisini ilk sıraya alacağınızı bilemediğiniz bir kültür hazinesi. Birbirini tamamlayan, bağlayan, yerelden evrensele yükselen kadim bir estetik zevk.
Bazen ne söyleyeceğinizi, nereden meseleye gireceğinizi şaşırırsınız. Medeniyet böyledir işte! Elinizi ayağınıza dolandırır. Büyüklüğü karşısında hayranlığınız söze sığmaz. Kifayetsiz kalırsınız…
Aslında bize bunları söyleten Endülüs’tür! Endülüs ruhudur.
1492’den bu yana yakılan, yıkılan, yok edilmek istenen Endülüs’ün hâlâ dimdik ayakta kalan mirasıdır.
Gelin görün ki günümüz Müslümanları, batıda yükselmiş bu İslam medeniyetinin, kadim mirasın pek de farkında değiller. Değişik milletler, çeşitli insanlar. Endülüs’e akın etmiş dünya. En acısı Müslüman görmek zor bu coğrafyada. Kalbimizi sızlatan ilgisizliklerimiz…
***
Madrid’den Endülüs’e yol alırken batıdan doğuya, yerelden merkeze, soğuktan sıcağa gider gibi olursunuz. Bildiğiniz ama bir türlü görmediğiniz memleketiniz gibi gelir.
İlk durağımız Tuleytula (Toledo).
Roma döneminden beri önemli bir merkez olan Tuleytula, Müslümanlar tarafından ilk dönemde fethedilmiş. 712-1085 yılları arasında İslam bayrağının dalgalandığı Tuleytula’da, Araplar, Hıristiyanlar ve Yahudiler birlikte yaşamışlar. Tajo nehrinin çevrelediği tarihi yarımada, daracık sokakları, korunmuş mimarisi ile sizi Endülüs’ün ilk yıllarına götürür.
Camilerin kiliseye çevrilmesine ilk burada tanık oluyoruz. Yürek burkan bir acı. Tarifsiz bir hüzün. Babü’l-Merdum gibi ayakta kalmış birkaç mescidin dışında Tuleytula’da cami bırakılmamış…
Tajo nehri üzerine kurulu San Martin köprüsünden karşıya geçerken sanki Ortaçağ’dan kalma bir şehir panoraması karşılar sizi ardınıza baktıkça. Kılıç işlemeciliğini nehrinin serin sularına borçludur Tuleytula…
Şehirden ayrılıyoruz. Bu kez Endülüs’ün kalbine, güney İspanya’ya doğru dönüyor yönümüz. Kadim bir başkent olarak Kurtuba (Cordoba) şehrine varıyoruz. Eski şehre girince ilkin Kurtuba Camii (Mezquita de Cordoba) karşılıyor bizi. Endülüs’e başkentlik yapmış şehrin en büyük ve en güzel camisi. Müslümanları buradan çıkarınca İspanyollar tarafından kiliseye dönüştürülmüşse de bugün müze halinde.
İslam medeniyetinin çeşitli cami mimarileri var. Hangisine baksanız göreceğiniz ortak payda zarafet ve incelik. Sadelikten gücünü alan estetik. Kurtuba Camisi; bahçesi, iç avlusu, minaresi, şadırvanları, havuzları, iç sütunları ile muhteşem bir eser. İspanyolların kiliseye çevirmelerine, yapıyı bozmalarına rağmen muhteşem! Heykellerle, resimlerle çirkinleştirilmesine karşın içinizi ferahlatacak bir atmosferi var.
Kurtuba Camisinde gözleriniz dolar. Şehri ve camiyi savunmak için burada şehit olan Müslümanlar gelir düşlerinize. Kalbiniz ağrır. Hüznünüz artar… Esarete düşmüş asker gibidir Kurtuba Camisi. Yalnız ve bir başına.
Camiden çıkıp Roma köprüsüne, diğer tarihi mekânlara yürüyoruz. Ama nafile. Caminin sızısı bir türlü geçmek bilmiyor. Üzülerek Kurtuba’dan Gırnata’ya (Granada) doğru yol alıyoruz.
Gırnata, Endülüs’ün son şehri.
1492’de Benî Ahmer Devleti tarafından İspanyollara teslim edilmiş güzellik abidesi. Şehrin sokaklarını adımladıkça tarihi dokunun korunduğuna şahit oluyoruz. Bir kez daha. Diğer Endülüs şehirlerine göre çok daha fazla Müslümanla karşılaşmak mümkün Gırnata’da. Mağripli (Fas) Arap Müslümanlar. Verdiğiniz selamla yüzlerinde beliren acı bir tebessüm. Dolandırmadan lafı el-Hamra’ya, Endülüs’e getiriyorlar. Yok edilen mirasımız bir kere daha dile geliyor…
El-Hamra sıradan bir yer değil. El-Hamra’ya girmek bile büyük mesele. Dünyanın her yanından akın akın Endülüs’e gelen her turist için el-Hamra öncelikli bir konuma sahip.
Güneş daha doğmadan gecenin karanlığında Gırnata sokakları hareketleniyor. İnsanlar, taksiler, artan trafik. Şehirden el-Hamra’ya doğru bir yöneliş. Yeni misafirlerini beklemektedir bu güzide saray. İnternet üzerinden satışa çıkarılmış az sayıda bileti alamadıysanız erkenden gitmek zorundasınız.
El-Hamra yeşillerin arasında, vadinin yamacında sizi beklemektedir. Beklemek zorunuza gitmiyorsa bileti internet üzerinden almayın. Gidin erkenden el-Hamra’ya. Güneşin doğuşuna güneş gibi batıdan doğmuş bu saraydan şahitlik edin. Serin bir atmosferde saray bahçelerindeki bin bir çeşit çiçeğin, ağacın kokusunu teneffüs edin bilet sırasında. Karşılaşacağınız muazzam güzelliğin kokusu ve merakı sarsın sizi…
El-Hamra Endülüs’ün hayatta kalmış en önemli eseri. Çeşit çeşit ağaç ve bitkilerle bezenmiş bahçeleri, her sütunu “la gâlibe illallah/Allah’tan başka galip yoktur” sözüyle desenlenmiş sarayı, nasıl büyük bir medeniyetin mirası olduğunu anlatmaktadır.
El-Hamra’da geçen vaktin farkına varılmaz. Birkaç saat süren bu güzellikten ayrılmak istemiyor insan. Hayat gibi her şeyin bir sonu var. Hüzünle yola koyuluyoruz. Bu kez rotamızda İşbiliyye (Sevilla) var.
İşbiliyye’de “Alcazar” adlı Arapçadan geçme bir kelime ile isimlendirilmiş saray ilk durağımız oluyor. El-Hamra kadar ihtişamlı olmasa da Endülüs mimarisini oldukça güzel şekilde özetlemiş bir mimariye sahip. Hayranlık içinde geziyoruz sarayı. Etkilenmemek mümkün mü? Yine Müslümanlardan sonra müdahale edilmiş yine değişikliklere uğratılmış. Tıpkı sarayın karşısında yer alan cami gibi. Yine kilise haline getirilmiş. Yine yıkım yine hüzün… Kilisenin soğuk yüzü, karanlıklarla dolu.
Hüzün ve hayranlık. İki duygu arasında bitiyor Endülüs’ün seyri. Ulu medeniyete saygımız bir kere daha perçinleniyor.
Engizisyon mahkemeleri kursan ne çıkar ey batı! Taşlarda bile silinmez izi var İslam’ın.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Çağrıya Cevap / Ay Vakti
Yalnızın Bir Adı Da; Gülün Ortası / Ali Yaşar Bolat
Cahit Zarifoğlu’nu Anlamak / Şakir Kurtulmuş
Çarlek / Cevat Akkanat
Sadettin Kaplan İçin “Bir Garip Ölmüş Diyele... / Recep Garip
Tümünü Göster