Kimlik ve Kişilik Sahibi Olmak

Evimiz, banyomuz, mutfağımız, sokağımız, mimarimiz, bahçemiz, işyerlerimiz, okullarımız, kütüphanelerimiz, kahvehanelerimiz, edebiyatımız, müziğimiz, sinemamız, folklorumuz, düğünümüz, cenazemiz bizim kimliğimizi ve şahsiyetimizi ne kadar yansıtıyor?
Cemil Meriç: “Tanzimat’tan beri hazır elbiseye meraklıyız, hazır elbiseye ve hazır medeniyete… Tefekkür kılıçla fethedilmez, bir parça kendi kafamızla düşünmek ne kadar güç.” diyor. Türk milletinin yüz elli yıllık Batılılaşma serüveninde ne tam Doğulu ne de tam batılı olabildik. İrfan ehlinin ifade ettiği “Sen seni bil, sen seni.” sözünün hikmetine eremedik. Çünkü din, dil, edebiyat ve tarih şuurundan yoksun yetişenler, ne kendisi ne de başkası olabiliyor.
“Güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş” olduğu için ışığı Doğu’da değil de Batı’da arayan kendine yabancılaşmışlarla kozmopolit bir kültürün yetiştirmiş olduğu “arafta kalmış” nesiller, en büyük trajediyi yaşıyor aslında. Nurettin Topçu’nun ifade ettiği gibi: “Kendimiz dışında nereye koştuysak, gurbette kaldık.”
TV, internet, sinema ve modanın empoze ettiği popüler kültürle globalleşen, bir büyük kente dönüşen dünyamızda insanlar arasında kültür, fikir, duygu, davranış ve zevk farkı pek kalmadı. Dinî ve millî kimlikler bile “yenidünya düzeni” ne uyumlu hale getirilmekte. Evrensellik adına bir kimlik ve kişilik erozyonu görülmekte. Kültür emperyalizmine kurban edilmektedir kültürümüz, kimliğimiz ve şahsiyetimiz.
Ahmet Haşim, yıllar öncesinde -1921 yılında- kendimize özgü yaşayış tarzı ve zamanımızı “Müslüman Saati” isimli denemesinde nefis bir üslupla anlatır: “Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslubuna göre de “saat”lerimiz ve “gün”lerimiz vardı. Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ışıkları tayin ederdi….Işıkta başlayıp ışıkta biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslüman’ın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin olaylarını bu saatlerle ölçtüler.
Yeni “ölçü” bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda darmadağın ederek, eski “gün”ün bütün setlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni “gün” vücuda getirdi. Bu Müslüman’ın eski mesut günü değil, sarhoşları, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüdür.”
Makineleşme, insanları belli bir kafese hapsederek değerler bütünü olan orijinalliği, buluş ve keşif yeteneğini yok ediyor. Kendine ait hususi bir kültür ve kişilikten yoksun, adeta aynı fabrikadan çıkmış fertler haline getiriliyor insanlar. Ünlü bir düşünürün dediği gibi: “Kendi gözleriyle gören, kendi yürekleriyle hisseden çok azdır.”
Aynı filmlerden, müzik ve sanatçılardan hoşlanmaya, aynı kitapları okumaya, aynı komediye gülmeye, aynı şeylere üzülüp aynı şeyleri sevmeye, aynı renk ve markaya sahip elbiseleri giymeye zorlanan bir insanlıkla karşı karşıyayız. Bu aynileşmeler, bizi millet yapan milli kimliğimizin tabii bir tezahürü değil. Bu “aynı”lar, insanlardaki fıtrî ve millî değerleri, yetenekleri beslemezken, tam tersine kendisinden uzaklaştırmakta; insanı makineleştirmektedir.
“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin.” (İsmet Özel)
Çıkar düzenlerini bozacak “aykırı” düşünce ve kişilere düşman toplum mühendisleri, insanlık namına (!) bizim için düşünüp karar vermekte, bizim için ağlayıp gülmektedirler. Onlar bizim için yeni bir tarih ve kültür bile ihdas etmektedirler. Bizim için ideoloji gömlekleri satın almaktadırlar. Kendine mahsus bir zevk sahibi olamayanlar için onlar, elbise ve araba modası bile belirlemektedirler her sezon değil mi?
Taklit, hayranlıktan öte özgüvensizlik ve aşağılık kompleksinin hâkim olduğu kişiliksiz insanların bir zaafıdır. Modern bir insan için bir şeyi beğenmesinin ilk şartı, başkalarının onu beğenip onaylaması oldu. O, başkalarının onayı da bağımsız ve incelmiş bir zevkin sonucu değil.
Egemen medya ve sistemin bir medyum gibi topluma sunduğu popüler kültür; bilinçsiz halkı haz, hız ve gösterişin esiri kılmakta, çift kişilikli hale getirmektedir. Ama haz, hız ve beğenilme duygunun esareti altında inlediği halde kendini “özgür” hisseden bireyler çoğalır oldu postmodern dönemde.
“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin       pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin.” (İsmet Özel)
Taklitçi ve bukalemun olmayan, eskilerin tabiriyle ‘nev’i şahsına münhasır’ yani özgün kişiliğinin farkını gösteren insan olurken “egosantrik”, “acayip” bir karakter de sergilememek gerek. Ait olduğu milletinin ruh kökünden, millî kimlik ve örfünden kopuk “ucube”, “entel” görünümlü bir kişilik de sağlıklı değil elbette.
“Bu züppeer acaba hangi cinsin efradı?/ Kadın desen geliyor ardından erkek adı” (M.Akif)
Dünya, olay ve durumlara iyilik, doğruluk, güzellik, hak adına farklı, insanca ve hoşça bakalım ama kendimiz olalım. Son büyük Divan şairimiz Şeyh Galib, bu hakikati ne kadar güzel ifade ediyor: “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” (Kendine güzelce bak ki, âlemin özü sensin. Sen varlığın gözünün bebeği olan âdemsin.)
Popüler kültür ve modayla faklarımız kaybolmaya başladı. Farklarımızı kaybettikçe de renklerimizi, güzelliğimizi, kişiliğimizi kısaca yaratılış hikmetimizi kaybediyoruz diye düşünüyorum. Sahi, bazı komedi dizilerinde neden gülme sesleri verilir arkadan? Dünyadaki kot pantolonlarının tamamına yakını niçin mavi renktedir? Dükkân isimlerinin çoğu, bu ülkede neden İngilizcedir? Bebeklerimize bile niçin “by by” dedirtiyoruz? Ülkemizde “okuma yeri” anlamındaki “kıraathane”lerimizde neden tek bir adet kitap, dergi bulunmaz?
Cemil Meriç: “Ortak bir şuur yok artık. Herkesin konuştuğu dil başka. Hırsızlarla dolu bir panayırdayız. Bezirgânlar mallarını sürmek için sesleri çıktığı kadar bağırıyorlar. Tam bir yaygara. Oysa medeniyet üslûp demektir…” diyor “Bir Facianın Hikâyesi”nde.Bizim kendimize has müziğimiz, rengimiz, zevkimiz, dilimiz, mimarimiz, giyimimiz, eğlencemiz, kültürümüz, kimliğimiz yok muydu? Kim çaldı bunları bizden?

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Sanmak / Semra Saraç
Vakte Can Bol Hayat Serpmek / Alâaddin Soykan
Evet Çığlık Diyorum / Selami Şimşek
Durmakla Anlamak Arasında / Necmettin Evci
Mağara Ağzı Yoksulluk / Ali Yaşar Bolat
Tümünü Göster