Bir anlamdan yoksun oluşunuzla sanki de yok oluyorsunuz. Hepsi gittiği halde gitmese kalsa bir şey… Evet, bari o kalsa. O şey yetecek bize. Durdurabilsek kendimizde onu, varabilsek kendimizden ona, inanabilsek ve inanabilsek… Gitmeyen kalan o tek şey… Ve biz, her şeyi-hepsini o tek şeyde bulacağız. Ebed dediğimiz de Ezel’i, Ahir dediğimiz de Evvel’i bulacağız. Zaten bize tek şeyin yeteceğini kim söyledi insan bütün isimlerin enmuzecinin hamili iken? Ben mi söyledim şimdi; hem de bir şeyin varlığı diğer şeyin varlığını gerektirip dururken? Evet, işte bu yüzden ‘bir şey’ dedim. Bir şey kalabilse çok şey kalmış olacağından, dedim. Bir anlamdan yoksun olmak, kutsal olana varamadığımızda, mukaddesi tanımadığımızda içine düşüp çıkamadığımız çukur oluyor. Ölümle engellendiğimizi hatırladığımızda bilakis… İşte o zaman kimse elini uzatamıyor bize ve biz kimseye elimizi uzatamıyoruz. Zaten o engel olmasa… O engel olmasa yine de bir mana arar mıydık hayatımıza? Hiç kuşkusuz arardık. Başlangıcı, sonumuzu arardık. Nedenini ve niçin’ini arardık her şeyin.
İnsanın yaratılışı biraz da arayış ve bekleyiş üzerine kurulu. Bilerek veya bilmeyerek arıyor, neyi beklediğini bilsin bilmesin bekliyor. Zaman zaman iyice belirsizleşen gerçeği, çok kimse adlandırmadan, tanımlamadan, bilmeden; o gerçeğin yeniden belirişini sanki yarın ki sabahta güneşin doğuşunu bekler gibi bekliyor. Kaybedip kaybedip bulduğu gerçek, bir bulup bir kaybettiği manayla gelip gelip gidiyor. Varlık ve yokluk paralellik arz ediyor. Bu nedenle bazen her şey saçma, anlamsız, bazen de hangi şartlarda olursa olsun vazgeçilemeyecek kadar anlamlı oluyor. Bir bakış, bir söz, bir insan, bir aşk, bir merhamet kaybolan anlamı yeniden ellerine veriyor. Bir bakış geçiciydi, bir söz, bir insan geçiciydi ve geçip gittiklerinde ya da geçip gideceklerini hatırladığında yeniden ellerinden kayıveriyor hepsi. Aynı şey ellerine veriyor ve yine aynı şey ellerinden alıyor. Sonra yeniden anlam arayışına düşüyor insan. Ama insan, mutlak bir anlamsızlığa düşüp orada kalmıyor. Düşüp çıkıyor. Bir Tanrıya inanmayıp tamamen anlamsızlığa düşen insan bile hayatın bu beklenesi, aranılası yanından nefes alıp veriyor. Anlam arayışını sürdürerek mesela. İnanmayı hep gizliden gizliye bekler gibi mesela, ya da inançsızlığını inançla beklemeye dönüştürmek gibi. İnkârına renk renk gömlekler giydirirken yine de çıplak kaldığını görüp giyinmeye, hep giyinmeye devam ederek mesela. Düştüğünde nefes vere vere tükenirken, çıktığında nefesler biriktiriyor. Mutlak yokluğa düşmüyor kimse. Düşen mi? Böyle bir yokluk, bu yokluğa düşene hayat hakkı tanımıyor.
Evet, geçiciydi her şey. Unutulmayacak sanılan bir bakış, bir mutlu an geçiciydi. En çok da onlar canımızı yakardı. Ve insan kahkahalarla ağlardı bazen. “Ağlıyor musun kahkahalarla / bakarken unuttuklarımızla dolu şişelere?’’ diye sorardı. Bulunduğu pencereyi şaşırır bilemezdi: “Ve hangi pencereye dayanmış da / bakıyorum habire gömülen zamana?’’ Sahi, hangi penceredeydi gömülen zamana bakarken? Yüzler gibi pencereler ne çoktu, pencereler gibi yüzler ne çoktu. Gerçekten de bir odanın penceresi olabilirdi bu. Bir olayın penceresi, bir sözün, bir yüzün, bir duygunun, bir düşüncenin, bir gözün, bir bulutun ya da göğün penceresi olabilirdi. Her şey olabilirdi. Görmek isteyene pencere mi yok?
“Sonunda kendimi bulduğum / yerde mi yitirdiniz beni?’’ Evet, insan kendini bulduğunda başkaları onu yitirirdi. Aslında yitirdikleri o değildi. O, oradaydı hala. Yitirdikleri o güne kadar alışmış olduklarıydı. En çok da eşi, dostu, yakınları alışılmış olanı kaybetmiş olurdu. Çünkü çoğu insana (sorgulamayan insana) alışılmış olan-alışılagelen asıl gibi gelirdi. Bu yüzden kendini bulup değiştiğinde biri, onu kaybettiklerini düşünürlerdi. Alışılmışın, kendi alışkanlıklarının dışında gördükleri için yitikti o. Yoksa yiten değil, bulan vardı. Hem bazen bir şeyi bulmak diğerini kaybetmek değil miydi?
“Pablo Neruda adını taşımaktan saçma / başka bir şey olabilir mi dünyada?” Yok, korkmayın, “Bulan insan bu muydu’’ diye sormayacağım? Dönüp dolaşacak insan sonuçta, başladığı yerde bulacak kendini. Saçma düşünce, öğeleri birbirini tutmayan, birbiriyle anlaşamayan-uzlaşamayan-uymayan düşünce. Kendi içinde tutarsız olan yani.
Kendi ismini taşımaktan daha saçma bir şey olamazdı kendi ismine bakabilen insan için. Bazen saçma ve anlamsız bulduğunda insan kendini ve kendiyle beraber her şeyi, yine de her şeyin varlığına tutunabilir yüce bir anlamdan yoksun değilse hala.
Bu Sayının Diğer Yazıları
Girdiniz Ya Kapıdan / Ay VaktiKendi İsmine Bakabilen İnsan / Semra Saraç
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -81 / Şiraze
Necip Fazıl’a Muhabbetin Bedeli / Muhsin İlyas Subaşı
Yitik Cennet’in Peşinde: Mehmet Akif İnan / Abdullah Arif İnan
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…