Aşık Veysel’in “Kara Toprak” Şiiri Etrafında Bir Yorum Denemesi

1.
Tabiat, bütün unsurlarıyla halk şairlerinin şiirlerinde işledikleri en önemli konuların başında gelir. Bu durum, halk şairinin doğal yaşama mekânının öncelikle köy/kasaba gibi tabiat unsurlarıyla iç içe bir yerde, hayatlarını sürdürmesiyle ilgilidir. Ağaçlar, çiçekler, hayvanlar, ırmaklar…kısaca aklımıza gelebilecek her türlü tabiat unsuru bu yüzden halk şairlerinin duygu ve düşüncelerini anlatmada birer imkan olarak kullandıkları unsurlara dönüşür. Bu tür şiirlerde tabiat tasviri kimi zaman bir fotoğraf gerçekliğinde kimi zaman da duyguların anlatımına vesile olacak birer araç hükmünde kullanılır.
Tabiatın halk şairini bu denli yakından ilgilendirmesi, sadece bu durumla açıklanamaz. Tabiat da bütün unsurlarıyla kendi dilince hep hakikati fısıldar bize…Bu yüzden insan tefekkür saatlerinde dağa, taşa, ağaca, çiçeğe bir başka gözle bakar. Düşünce temrinleriyle onlardan nice sonuçlar devşirir. Açan çiçekle umudu yeşertir içinde, solan yaprakla ölüm üzerine nice düşüncelere ulaşır. Dağ, bir güven unsuruna dönüşürken, çağıl çağıl akan bir ırmak  bizi de beraberinde sonsuz bir yolculuğa sürükler. Bu yüzdendir ki; tabiatla iç içe yaşayan insanların gözünde bu varlıklardan hiç biri “cansız” hükmünde görülmez. Ağaca şefkatle yaklaşılır, dalları kırılmaz, meyveleri onu incitmeden toplanır. Buğday ve su aziz birer nimettir. Hayvanlar emanettir. Kurt, kuş, börtü böcek, açılıklarından, susuzluklarından sorumlu olduğumuz varlıklardır.
Bu bağlamda biz, hangi tabiat unsurunu alırsak alalım, bunlar birer cüzdür. Dahası kesrettir. Oysa, asıl olan vahdettir. Bu noktada karşımıza toprak kavramı çıkar bütün bilgelik dersleriyle, bütün varlıkların anası olarak…Çünkü yaratılışın ilk ve en temel unsuru topraktır. Topraktan gelip toprağa gitmek hayatın, var oluşun başlangıç ve bitiş hikâyesinin kısa bir özetidir. Madem durum böyledir, toprak asıl unsur olarak şairin gönlünde ve dilinde de işte böylesi zengin anlamların, çağrışımların konusudur.
2.
Şiirimize bu gözle bakıldığında toprağın konu/tema olarak işlendiği çok sayıda şiirle karşılaşmak mümkündür. Dahası, toprağı konu olarak ele alış sadece halk şairlerine mahsus bir durum da değildir. Mesela bir halk şairi olmamasına rağmen Nazım Hikmet de toprak üzerine yorumları olan bir şairimizdir. Onun “En yumuşak en sert/en tutumlu en cömert/en/seven/en büyük en güzel kadın: Toprak “mısraları bütün şairlerin bu konuya yabancı kalmadıklarını gösterir.
Fakat bu şiirler arasında baştan sona bir toprak insanın toprak yorumunu ele alması itibariyle Aşık Veysel’in şiiri bu konuda hatırlanması gereken ilk şiiridir. Zira, Âşık Veysel, hem bir köyde doğmuş hem de hayatının büyük bir kısmını yine köyde yani toprak kavramının en iyi algılandığı bir yerde geçirmiştir. Dahası, bir halk ozanıdır. Yani tabiatın dilini en iyi yorumlayan şairler topluluğundandır. Belki buna maddi gözlerinin kapalı, gönül gözünün açık olmasını da eklemek lazımdır. Zira gönül gözü açık olmazsa tabiatın dili de anlaşılamaz.  Dolayısıyla bu konuda söyleyeceklerimizi onun “Kara Toprak” şiiri etrafında söylemek en doğusu olacaktır.
3.
Âşık Veysel’in “Kara Toprak” şiiri, tasviri bir şiir olmaktan öte toprak kavramı üzerine düşünen, toprağı içselleştiren, toprakla bütünleşen, onun dilini, sırlarını, hikmetini, var oluş gerekçesini anlayan bir zihnin ve gönlün ürünüdür. Çünkü şair, halk ozanlarının beslendikleri irfani bir geleneğin de bir temsilcisidir aynı zamanda. Bu yüzden daha şiirin başlarında bir “dost” arayışını dillendirirken var oluş maceramızın hakikati arama şeklindeki gerçekliğine vurgu yapar. “Nicelerine sarılmak”, fanilik algısını, “beyhude” kavramı ise hayatı olması gibi yaşamamanın manasızlığını ifade eder. Hayatın manası gibi görünen güzellere ulaşmak bile beyhude bir çabaya dönüşmüştür. Zira onlardan da ne bir vefa vardır, ne de bağlanan kişiye bir fayda sağlamışlardır. Her şeyin manasız olduğu bu süreçte tek bir dost vardır. O da kara topraktır.
Şair, toprağın vefasını, önce insana verdiği maddi unsurlarla anlatır. Toprağın koyun, kuzu, süt, yemek, ekmek, et vermesi bunu ifade eder. Bunlar da gösterir hayatımızı, varlığımızı sürdürebilmek öncelikle toprağın verdiklerine bağlıdır. Varlığımızın temel unsuru olan toprak yine topraktan alınan, onun vesilesiyle gelen gıdalarla mümkün olabilmektedir. Şair, bütün bunları söylerken bir hayat görüşüne de ulaşır. “Kazma ile döğmeyince kıt verdi.” Hayatın özünde çalışmak vardır. Topraktan bir şey alabilmek, öncelikle ona bir şey(emek)verebilmekle mümkündür.
Şair, şiirinin devamında toprağın yaratılışımızla münasebetine de değinerek bakış açısını genişletir. İnsan, topraktan yaratılmıştır ve Hz. Adem’den bu yana insan nesli toprak sayesinde bugüne gelebilmiştir. Bunu yaparken de insanı tepesinde götürmesi, bize biraz önce bahsettiğimiz irfani geleneğin başka bir değer yargısını anlatır. Toprak, tevazunun simgesidir. Dahası, Yunus Emre’nin Risalet’ün-Nushiyye’sinde belirttiği gibi  varlığımıza toprakla birlikte sabır(acıya ve zorluklara katlanmak), iyi huy(iyi ahlak), tevekkül(bir işte sebebine yapışmak, kendisine ait olanı yapıp sonucu Allah’a bırakmak) ve mekrümet(saygıdeğer olmak, yüce, kıymetli olmak) özellikleri katılmıştır. Şair, bütün bunların bilgisine sahip olmalıdır ki “karnın yardım kazmayınan belinen/Yüzün yırttım tırnağınan elinen/Yine beni karşıladı gülien” demektedir. Yani burada toprağın sabrı, hoşgörüyü, iyi huyu ve saygıyı sembolize eden yönüne vurgu yapılmaktadır.
Toprağın dilini çözmeyi başaran şair, ona ait halleri yine aynı irfani bakış acısıyla vermeye devam eder. Biz, ona nasıl davranırsak davranalım onun bize karşılığı hep iyilik, gülme, hoşgörü şeklinde gerçekleşir. Bunu yaparken vermeye üstelik “bir çekirdeğe dört bostan” vermeye devam eder. Bu yüzen insan, cömertlik huyunu da topraktan almıştır. “Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan” mısraını bu manada anlamak gerekir. Çünkü cömertlik vasfı Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarındandır. O, sonsuz kerem sahibi olarak hep vericidir. Böylece toprağa bu gözle bakan Allah’ın ahlakı ile de ahlaklanmayı öğrenmiş olur.
Toprak, aynı zamanda dua esnasında, secdede yüzümüzü koyduğumuz yerdir. Secde ise kulun Allah’a en yakın olduğu andır. Bu durum karşısında “Topraktan ayrılsam nerde kalırım” yahut “ Hakikat ararsan açık bir nokta/Allah kula yakın kul da Allah’a/Hakk’ın gizli hazinesi toprakta” söyleyişlerini Yaratıcı-kul münasebetini topraktan hareketle çok iyi kavramış bir irfani anlayışın tezahürü olarak görmek gerekir. Buradan “gizi hazine” kavramından “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi sevdim, beni bilsinler, tanısınlar diye varlıkları meydana getirdim.” şeklindeki kudsi hadisi yaradılışın teorisi olarak gören sufilerin söylediklerini de tekrar hatırlamak gerekiyor.  Burada Yunus Emre’nin söylediklerine bakalım. Yunus, Risalet’ün-Nushiyye’nin başında “Padişahun hikmetini gör neyledi/Od u su toprag u yile söyledi” beytinde varlığımızın dört unsuruna işaret edildikten sonra Allah’ın yaratışa önce toprak unsuruyla başladığını, ardından suyla birlikte bu iki unsuru esas unsur yaparak bunları insan suretine getirdiğini belirtiyor. Toprak, bu yüzden üzerinde tefekkür edildiğinde insanı Allah’a yaklaştıran en temel unsur olarak karşımıza çıkar.  Başka bir ifadeyle âlemin yaradılışına sebep olan unsur sevgi, bu duygunun katıldığı varlık ise topraktır.  Yani toprak, “zuhur”un “tezahür ettiği” varlıktır.
“Bütün kusurumuzu toprak gizliyor“ mısraı da yine aynı tür bir bakış açısının ürünüdür. Bu da tıpkı bu mısranın devamında yer alan “merhem çalıp yaralarım düzlüyor/Kolun açmış yollarımı gözlüyor” mısraları gibi toprağa ait olumlu niteliklerdir. İnsan,  toprağı bu tür bir yorumlama ile kendi varlığını da yaratılışa uygun inşa yolunu öğrenebilmektedir. Bütün bunlar, ilk başta birer “sır”dır elbette…Sırrı ayan edebilmek ise  Veysel’in diliyle söyleyecek olursak o “sırra mazhar” olmakla mümkündür. Bu sırra mazhar olan dünyada fanilik içinde ebediliğin sırlarını da yakalayacağı için “dünyaya ölmez bir eser” bırakır. Bu ifade ise, toprak tabiatlı bir insanın bu asli özelliklerine uygun bir hayat sürdüğü takdirde yaradılış gerçeğine uygun hareket etmiş olacağını da gösterir.
İnsanın karşısında bu gerçekliği anlamının son imkânı ise günü gelince insanı bağrına basmasıdır. Yani ölüm gerçeğidir. İnsanın ölünce beden olarak yeniden toprakla bütünleşmesidir. Ama bu anda bile toprak bir ana şefkatiyle hareket eder. Bu yüzden toprak, “ana” olarak” da görülür hep…Çünkü insan bir anadan doğar ve o ana hep vericidir, şefkatlidir, fedakardır. Hiçbir durumda kendinin bir parçası olan evladını korur, gözetir, besler, yetiştirir. “Gün gelir Veysel’i bağrına basar.”
Şairin toprak kavramı etrafında söylediği bu sözler, yaptığı yorumlar, onun toprağı maddi hayatımızın temeli bir gerçeklik olarak kavramasının yanı sıra onun dini, irfani manasına vakıf olduğunu da gösterir. Toprağı Allah yaratmıştır. Allah yarattığı bu toprağı asli unsur yaparak insanı var etmiştir. Ve bu varlığın hayatının devamı için ona bütün nimetleri toprak vasıtasıyla vermiştir. Bu yüzden nimetlerin asıl kaynağı Allah’tır. Böylece toprak, şairini gözünde Allah’ın insana yakınlığını gösteren,  insanı Allah’a yaklaştıran, hatta bütünleştiren bir mana da taşımaktadır.
Yine toprak, hem varlığımızın maddi anlamda özüdür hem de sembolize ettiği olumlu vasıflarla insanın ahlak dünyasını süsleyen, zenginleştiren bir manaya sahiptir. Toprağın dilini çözmek, varlığımızın dilini çözmek, sırrını kavramak yaratılışımızın sırrını anlamak demektir.
4.
Âşık Veysel, bu anlayışında yalnız değildir. İrfani bakış açısıyla varlılara bakan herkes aynı gerçekle yüz yüze gelir. Buna bir örnek olması açısından sözümüzü Matthias Claudıus’un şu mısralarıyla bitirelim: “Çift sürüp tohum ekmek/Toprağa vazifemiz/Büyütüp geliştirmek/Buna yetmez elimiz/O gönderir şebnem, baran/Şems, kameri O ışıtır/Rahmet, bereket O’ndan/O Kerîm, O Rezzak’tır/Bize uzak veya yakın/Eseridir her şey O’nun/Sazlığın, yıldızların/Serçenin, okyanusun/O’nun çalı ve yapraklar/Başak, meyve O’nundur/O’ndan “nesim-i nev bahar”/Kar, fırtına O’nundur”
Yazının bir yerinde topraktan geldik toprağa gideceğiz, demiştik. Bunun bir ayet olduğunu da son söz olarak hatırlamak gerekir. “Allah nezdinde İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı sonra ona ol dedi ve o da oluverdi’’(müminun/12), “..Biz kendilerini yapışkan cıvık bir çamurdan yarattık’’ (saffat/11) Bu ayetler üzerinde tefekkür ettiğimizde Âşık Veysel’in toprağı nasıl böyle bir zengin anlam dünyası içinde yorumladığını anlamak kolaylaşacaktır. Böylece cansız sandığımız toprak nasıl can vermeye vesile olmuş, bizim varlığımızın esasını unsurunu oluşturmuştur. Bu yüzden Matthias Claudıus’un toprağa “kerim”, “rezzak” gibi ilahi sıfatlar vermesini de yadırgamamak gerekir.

Kaynakça:
*Âşık Veysel, Dostlar Beni Hatırlasın, İnkılap kitabevi, İstanbul, 2001
*Yunus Emre, Risalet’ün-Nushiyye, Akçağ yayınları, Ankara, 2004
*Mehmet Demirci, Yunus Emre’de İlahi Aşk ve İnsan Sevgisi, Kubbealtı neşriyat, İstanbul, 1997
* Matthias Claudıus, Çiftçinin Duası, çev. Mustafa Uslu, Yağmur Dergisi, sayı, 41 Ekim – Kasım – Aralık 2008

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Düşüncede Yaşayan / Ay Vakti
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -75 / Şiraze
İkircik / Necmettin Evci
İmgelerle Yaşamak / Recep Garip
Aşık Veysel’in “Kara Toprak” Şii... / Mustafa Özçelik
Tümünü Göster