Mustafa Miyasoğlu bir köprü inşa etti.
Geçmişle yaşadığı çağ ve yarınlar arasında bir köprü.
Bu köprüyü inşa ederken edebi tahliller yaptı, sanat ve edebiyat alanında eserler verdi, arazide dolaştı. Dünde kalmadı, akranları ve genç kuşakla iletişimini hep sürdürdü.
Eserleriyle var oldu.
Kimliğini, kişiliğinden ve eserlerinden alan isimlerdendir.
Bir nesil ağabey olarak tanıdı. Üstadlardan hep bahsettiği için, bir terbiyenin, geleneğin dilini kullandığından kendisi ağabey oldu.
Bizim geleneğimizde vardır bu; Ey aziz ehlullah demişlerdir ki… Hep bir öncekilerin öne çıkarılması, kendisinin zamanı gelince öne çıkması.
Öyle yaptı.
Davası islam olan bir münevverdi.
Günlük yazıları bir laboratuvardı. Doğudan ve batıdan birçok eser ve isim değerlendirmeye, tenkide, tanıtıma tabi olur, gündemdeki yerini alırdı.
Yakup Kadri, Halide Edip, Reşat Nuri ve Halit Ziya yorumlarını dönemi tanımak adına Miyasoğlu Üstad’dan okumak lazım.
Ahmet Yesevi’den Muallim Naci’ye, Namık Kemal’den Abdulhak Hamit Tarhan’a, Ahmet Mithat Efendi’den Muallim Naci’ye, Asaf Halat Çelebi’den Ömer Seyfettin’e, Yahya Kemal’den Sezai Karakoç’a..Daha arada nice isimler, tekrarlarla makalelerinde yer almış, değerlendirmeler yapılmıştır. Öncesi divan edebiyatı olmak üzere, bir dönemi hep canlı tutmaya çalışmıştır.
Mehmet Akif’in yeri onda ayrıydı.
Bu sebeple de “Akif Duruşlu Adam” denilmişti kendisine.
Mehmet Akif’le alakalı bir yazı Ay Vaktl’ne göndermiş, sonra telefonla konuşmuştuk. Kendisine, Aralık ayı Mehmet Akif yazısı için uygun olur, bekletsek olur mu deyince kızmış, bu tür sınıflamaya Mehmet Akif’i tabi tutmamızın doğru olmadığını, Safahat ve Mehmet Akif’ten her ay söz edilebileceğini söylemişti.
Sustuk, dediği gibi yaptık.
“Edebiyat Geleneğimiz ve Medeniyet Anlayışımız” çalışmasıyla, Medeniyet özel sayımızı taçlandıran makalelerden birini yazmıştı.
Dergi ile alakalı zaman zaman değerlendirmeler yapmış, biz de bu değerlendirmeleri her zaman dikkate almışızdır. Hoş bir benzetmesi vardı; “Akarsuyun kaynağını Allah .besler “der ve dergilerin de böyle olduğunu söylerdi.
Altmışlı yıllarda Kayseri’de, lise öğren- cisiyken dinlediği Necip Fazıl ve katıldığı Büyük Doğu Kulübü’nün vefatına kadar üyesi, talebesi oldu.
Kaybolmuş Günler okuduğum ilk eseriydi..
Güzel Ölüm ve diğer romanlarını nesillere tanıtamamak bizim eksikliğimiz.
Hikâyeleri, Oyun, Şiir, Antoloji, Dergi, inceleme, Günlük Yazıları. Ve dahası bir ömre sığmayan öğretmenliği…
Durduğu bir yer ve ele aldığı her konuda savunduğu bir tez vardı.
“Avrupai yolda gelişen Tanzimat, Servet-i Fünun, Millî Edebiyat, Cumhuriyet Edebiyatı, Garip Şiiri ve ikinci Yeni anlayışları, hep bu yapaylığın ve batılı akımlara özentiliğin etkilerini taşırlar. Edebiyattan başka alanlarda eser veren Türk sanatçısı da bu yapaylığın etkisinden büsbütün kendisini kurtaramamaktadır. Son yıllarda kültürel temellerimize bağlılıkları itibariyle en tabii gelişme gösteren Islâmî duyarlıkla eser veren gençlerin eserlerinde de bu eğilimler göze çarpmaktadır. Bunlar yapay zemin üzerinde geliştiği için, benzer tavırlar sergilemekten çekinmiyorlar maalesef. Halbuki Islâmî eğilimde eser verenlerin özde karşı oldukları görüşlerle akımların sahiplerinin yapay tavırlarına özenmeleri geçici bir heves bile olsa hoş değil. Temel görüşleri batıcı olanların üslûpları da hastalıklı…”
Daha yakın olmalı, daha çok istifade etmeliydik.
Gazetedeki yazıları devam ettiğinden hastalığından haberdar olamadık.
Cenazesine katılmak nasip oldu.
Her canlı ölümü tadacaktır…
Makamı cennet olsun.