Gri Deniz

“Ne zamandır bu şehirdesin?” Bu, öyle rastgele sorulmuş bir soru değildi. Öncesi vardı şüphesiz bu sualin.Aradan yıllar geçmişti. İkisinde de değişen çok şey vardı. Biri evlenip, bu şehre yerleşmiş, diğeri bir ucundan yakalama telaşı içinde hayatı, bir umut ( ya da bin bir umutla ) gelmişti bu tuhaf şehre. Öyle bir şehirdi ki bu, binalar, evler, işyerleri her köşe başında sıkıştırıyordu insanları. Tehdit ediyordu, bir şeyler söylüyordu onlara hep. Çoğu zaman ne dedikleri anlaşılmıyordu, ama hallerinden öyle seziliyordu ki, fazlasıyla şikayetçiydiler.Kaşlarını çatıp, korkunç sesler çıkararak, etrafa küfürler savurarak güçsüz ve düşünemeyen bu insanların üstüne yürüyorlardı. Onlardan her zaman korkulurdu, zira kafaları attığında kimseyi tanımazlardı. Evlerine güçlükle ulaşırdı insanlar her akşam. Yorgun argın, perişan bir halde, karılarının gözlerinin içine bakarlardı. Anlarlardı ki; umutsuz, kokusuz, tatsız tuzsuz aşlar pişiyor yine ocaklarda. Çaresiz yerlerdi yemeklerini. “Ziyade olsun hanım. “ Bu şehrin çocukları, akşama kadar betonda oynamaktan sertleşmiş tabanlarına aldırmadan, babalarını neşe içinde ( belki de öyle görünmeye çalışarak ) karşılardı. Kardeşler, ne kadar diğerkâmdı ah, paylaşacak bir şeyleri olsaydı!. Yollarında umursamazlık, pişmanlık, yalnızlık vardı bu şehrin. En geniş, en düzgün olanları bile, her gün binlerce yolcu ağırladıkları halde, sürekli birşeylerin eksik olduğunu düşünürlerdi. Birbirlerinin kıvrımlarına, kaldırımlarına, üzerlerine yeni yapılan ve bencillik, hırs, tamahkârlık satan alışveriş merkezlerine pek aldırmazlardı. Zaten kıskanacak ve kıskanılacak neleri vardı? Metrolar, tramvaylar, vapurlar gamlıydı mütemadiyen.Ağaçları cansızdı bu şehrin ve dallarında bir kuş görmek imkansızdı, kuşlar göçmüştü. Deniz griydive her kulaçta bir izmarit gizliydi. Gökyüzü simsiyah. Geceleri ay, en heybetli duruşunu bu şehirde sergilerdi.Eşyanın rengini kimse bilmezdi, kim bilir belki deniz de gri değildi. Bu şehirde insanlar birbirlerini tanımazlardı, kendilerini tanıdıklarıysa şüpheliydi.Ama işte şimdi o, karşısındakini bir görüşte tanımıştı: Önce dikkatle baktı gördüğü yüze. O muydu? O olduğunu anlayınca çekinerek yaklaştı. Sağ eli bir pürüz aramak için alnına gitti.Orda bir müddet gezindi. Bu hareketi istem dışı yaptığını düşündü bir an. Öteki onu fark etmişti şimdi, şaşıran gözleriyle ( o, bir zamanlar bu gözlere bir saniye olsun bakabilmek için nasıl çırpınırdı! ) ona baktı. Ne kadar da o’ydu! İçinde hafi f bir ürperti hissetti. Kalp atışları hızlandı, susadığını duydu. Biliyordu, yaklaşan bu adımlar, beraberinde birçok soru ve hatırayla geliyordu. Neden sonra herşey durdu, seslerin boğazı düğümlendi.Adımlar sustu. Bir süre sessizlik oldu. Bulutlar dikkat kesildi, çımacılar halatlarını bıraktı ve iskele, yanaşan vapurlara aldırmadan seyre daldı :- “ Sana bakmak hâlâ çok güzel “ dedi adam. Sonra utanarak başını yavaşça öne eğdi. Ne yapacağını şaşırdı. Ellerinin titremesine hakim olamayan kadın, yalvarır gibi mırıldandı :- “ Ne olur “ dedi, “yapma! “, “ bir düşün, bu nasıl bir acı? Hem bu şehir büyüktü hani? Bu nasıl birihtimâl?” . “Ne olur” dedi, “bakma !” Mantosuna üç damla yaş düştü kadının. Gözlerinden geldiğiniayrımsayamadı, adama baktı sonra.- “ Ne zamandır bu şehirdesin? “ dedi adam, onunla gerçektenkonuştuğuna inanmıyordu. Bu da sık sık gördüğü rüyalardan biriydi ona göre. Ya da o, böyle olmasınıistiyordu. Her ne olursa olsundu, seneler sonra onu görmek, hayal ya da gerçek, en güzel bir lütuftu.Şükretti içinden, sonra gözlerini kıstı, dikkatle yüzüne baktı kadının. “Seni !” dedi içinden, “ne kadarda özlemişim !” Aynı anda müthiş bir öfkeye tutuldu, tekrar bağırdı içinden. Kadın bu kez duydu onu.- “ Ne olur git. “ dedi kadın. Sessiz kıvılcımlar belirdi dudaklarında. Ayakta durmakta zorlanmaya başlıyordu artık. Ayakları onu taşımamak için sözbirliği etmişti sanki. Soluk soluğa, telaşlı bir “ lütfen ! “ çıktı ağzından. – “ Ama… “ diyecek oldu adam, fakat anladı: kurduğu her cümle, sorduğu her soru, karşısındaki bu aciz kadını biraz daha yok edecekti. Konuşmak istiyordu adam, içindeki tutkuyu ve öfkeyi haykırmak istiyordu. “ Peki ama… “ diye konuşmaya yeltendi tekrar, sustu. Derin bir özlemle baktı kadına. Sitemli bir gülümseme aldı yüzünü. Ne çok şey anlattı kadına. Sonra döndü ve iskeleden hızlı adımlarla uzaklaştı.Kadın, olduğu yerde kaldı. Her dakika biraz daha yavaşladı, akrep, yelkovanın peşini bıraktı. Çımacılarhalatlarını toplamaya başladı, iskele, vapurlara mahzun kollarını açtı ve bulutlar yavaş yavaş karardı.Adam, insanların birbirlerini tanımadığı bu şehirde, tekrar binalardan korkmaya başladı. O uzaklaştıkçayolların homurtusu arttı ve köşe başlarındaki tehditkâr bakışlar yine üzerine çevrildi. Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam etti adam, etti… Ve kendi yörüngesinde kaybolarak bir daha hiçkimseye görünmedi.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

139. SAYI / TEMMUZ-AĞUSTOS 2012 / Ay Vakti
Yeni İmzalar / Ay Vakti
Resim Altı Şiirler-I / Mehmet Ragıp Karcı
Şirâze’den Şirâze’ye Saklı Mektuplar -73 / Şiraze
Kitaplarla Baharı Yaşamak-II / Recep Garip
Tümünü Göster