“Bilir misin, susmak ne zordur?
İbrahim ateşe, Leyla Mecnun’a ve Züleyha Yusuf’a bakarken… İşte, öyle susmak ve dili tutulmak…
Pir Sultan gibi yüzyıllar ötesine susmak.
Ve Yunus, eşiğinde Taptuk’un nasıl sustuysa öyle susmak…
Mona Lisa gibi…
Ve Nemrut’taki Sfenksler kadar susmak…
…
Susmak, haykırışa oruçlu olmak.
Bilir misin konuşmak ne zordur yine bütün bunlara karşı…”
Kalemini masaya bırakmasıyla yerinden doğrulması bir oldu. Susmak üzerine bir deneme yazmak nerden aklına gelmişti? Birden susmalar çevirmişti dört bir yanını.
Susmayı bir çay ocağında dostlarıyla konuşan ustasının yanında öğrenmişti… Aslında ilk günleriydi oturmalara katılmasının.
Herhangi bir çay ocağının herhangi bir köşesinde, herhangi olmayan birileriyle sohbetler… Ustalar konuşur o dinlerdi. İsmini ilk kez duyduğu adamlar, ilk kez duyduğu kitaplar, aforizmalar, cemiyetler, oluşumlar, oluşmak üzere olanlar…
Ardı ardına yakılan sigaralar… Dinlemek ve öğrenmek, susmakla başlıyordu. Susmak payına düşendi ve payda edepti. Ortak paydada çok şey öğrendi.
Usta olmak kolay değildi elbet bunu çok iyi biliyordu. Ancak çırak olmak ondan da zordu ki bunu anlaması hiç de zaman almadı. Ustasının, kulaklarında çınlayan sözleriydi uykusuna ket vuran. “Ağzımızdan çıkan her sözden mesulüz. Sustuğun zaman ‘Melalimi anlatamam!’ korkusuna kapılma. Unutma ki kâmiller, hâl lisanını çok iyi bilirler. Kırk kilit kapısı dedikleri boş değil. ”
“Sükûta altındır demiş atalar / Belki de hikmeti vardır susmanın / Sustukça azalır belki hatalar / Yolları sırattan dardır susmanın” Bak yine aldı kalemi eline. “Yazmak acaba susmaya karşı verilen bir savaş mıydı? Neden olsundu ki? Yazmak konuşmak değil ki!’’ diye düşündü. “Yok yok, bu böyle olmayacak. Ben yazdıkça suskunluğumu bozuyorum. Bu kalem yoksa gönlümün dili mi? Yoksa bu kâğıtlar içimdeki malumatın zuhûr meydanı mı?”
“Susmaktan kan çanağı olmuş gözlerimle ne zaman bir düş görsem, susmasından da korktum gecelerimin. Yazmaktan da vazgeçtim. Biraz uzanmalıyım.” Derken ustasının kitabına ilişti gözleri. “Ah ben de ustam kadar bilgili olsam. Çok zaman alacak. Ama geçen bu zamanda onun kadar bilge olacak mıyım?”
Ustanın hali canlandı gözlerinde. Bu kitabı yazmak için edindiği birikim ne güzel bir şeydi. “Kolay değildi Fatih olmak, kolay değildi Yunus olmak. Bunu bilmek içimi acıtıyor. Acaba onlar gibi olabilmek için verir miydim canımı? Çok zor bir soru bu.”
“ İlimden başka dostum yok ve altıma serdiğim yamalı bir kilim. Ocağımda su kaynasın yeter. Tütsün yeter ki. Ne olursan ol gel diyemiyorum. Adam gibi gel, adam gibi. Kaybetmekten korkacağım neyim var; bu can benim mi ki? Neden titrer insan ölüm gelince aklına? Sus ve emaneti geri ver. Diyeceksin ki bağırmak çözüm mü? Kollarında da olsan en sevgilinin, ne yapabilir canını kurtarabilmek adına? Dost, pir O’dur. O verdiyse sevin. Onu koru ve sahip çık. Onu donat. O ki sana verdiklerini sende görmek ister. Nefsimi körelteceğim diye ona eziyet etme ki sen ondan da sorumlusun. O’nun verdiği emanete iyi davran. Alırken de bangır bangır bağırma. Mevzuumuz değildir bu. Mevzuumuz ilim öğrenmek hakikate ulaşmak. Biliyorum bir gün kalemi eline alıp susmayacaklarını yazacaksın. O kalem ki ateştir bilesin. Seni götürdüğü yerden kork. Hakikat insanın kendisidir. Kendine ulaşan insan hakka da ulaşır. Bu yüzden kaleminden süzülenlere dikkat et. Kâğıdın sırtına vurduğun her yük kendini bulmak adına olsun. Hoş, bilmediğin şeyleri yazamayacaksın. Ancak düşlerini, hayallerini yazabilirsin. İnsan bilmediği bir şeyi hayal ederken bile bildiği kelimeleri kullanır. Çok kelime öğren ki hayallerin de çok olsun. Çok yer öğren ki hayallerin de o yerlerden farklı olsun. Belki de hayalini kurduğun yanı başındaki bir şey olabilir. Birikimin seni doruklara taşıyacak sanma. Hangi birikimdir ki insanı insan olmaktan çıkarır da üst bir varlık yapar? Yazmak, olmak istediğin insana götürür seni. İstediğin kadar mecliste, divanda ve meydanda sen, sen ol. Sen yazdıklarınsın. Yazamadıkların ise ulaşmak istediğin kendinsin. Bu yüzden devamlı okumalı, devamlı düşünmelisin.”
“Ah ustam ah… Bunları neden anlatmazsın da sen kâğıtlara dökersin içini. Devam et ustam. Seni okumak rahatlatıyor beni.”
“Suskunluk susmak ile ne kadar yakınsa suskunluk biraz da kibirlenmek ve şeytanlaşmaktır. Yanılıyor muyum? Suskun olacağım diye birçok haksızlıklara da o tavrı gösterdin. Susman gereken yer nereyse orada susmalısın. Suskunluk sana giydirdiğimiz bir elbise. Eğer sana dar ya da bol geliyorsa çıkar onu hemen. Rahatsızlık duyduğun anda çıkar. Ve üzerinde bu elbiseyi taşıyan birini görürsen de tedbirli ol. Unutma ki her zaman kâmiller susmaz. Bazen cahiller de susar. İkisini ayırt etmen zor olmayacak. Bu süre içinde kendinden taviz vereceğin konuşmalar yapma ihtimalin var.”
Kelimeler ardı ardına onu başka âlemlere taşıyan kürekçiler gibiydi. Uzandığı için yorgun gözlerine direnemeyip dalıverdi.
Çığ gibi bir karanlıktı onu yutan. Bu karanlığı yırtmak istercesine bağırıyor, haykırıyordu. “Ben bunları hak etmedim. Nerden çıktınız karşıma! Susmak istemiyorum. Bildiklerimi paylaşmak, bilmediklerimi sormak istiyorum.”
Ağır ağır gelen bir atlı yaklaştı yanına. Tam karşısında durdu. Atın başında kocaman bir kartal tüyü. Tüyün saçtığı hafif bir ışıltı. Atın arkasına bağlanmış kocaman bir arabada göklere kadar uzanan kitaplar. Hepsi birbirinden kalın. Attan indi adam. Yavaşça yaklaşarak omzuna dokundu. Korkudan dili tutulmuştu.
“Sen şu Muhsin değil misin?”
Cevap vermeye takati kalmamıştı. Birden ayakları yerden kesildi ve yükselmeye başladı. Adam konuşmaya devam etti.
“Bak işte seni yükselten şeyin ne olduğunu görüyor musun?”
Ayaklarının dibine baktı. Boşluktu üzerinde olduğu. Dili şişmiş cevap veremiyordu. Gözleri, bu anlam veremediği vahametin karşısında bütün dünyayı yutacak kadar açıldı. Kalp atışlarının gökten gelen yankısını duymaya başladı. Adam, kitaplardan bir kısmını bu çırağın ayakları altındaki boşluğa yerleştirerek bir merdiven yaptı. Bu merdivenin bir ucu göğe yükseliyordu. Bulutlar sarmıştı etrafını. Adam görünmez olmuştu. Ancak aşağıdan sesini işitebiliyordu:
“Seni oralara çıkaran senin gururun, ondan kurtulmadığın sürece aşağı inemezsin. Aşağı inmek ya da orada kalmak senin tercihin. Daha yukarılara da çıkabilirsin.”
Merdivenin derinliği ve yüksekliği karşısında dehşete kapıldı. Birden içine dolan bir cesaretle boşluğa bıraktı kendini. Uçuyordu. Çırılçıplaktı. Süzülerek oradan uzaklaşmayı denedi ama beceremedi. Görünmez bir duvar çevrelemiş gibi oradan uzaklaşamıyordu. Karşısında yükü kitap olan at beliriverdi. At konuşmaya başladı:
“Ya şu an sırtıma binersin ya da sonsuza kadar bu dairede uçar durursun. Geri dönmeyi hayal etme. Artık o merdivene ulaşamayacaksın.”
“Lütfen bana yardım et!” Dedi Muhsin. “Ben normal bir insan olmak istiyorum. Ustamı da kimseyi de istemiyorum. Bu öğretilerden sıkıldım artık.”
Atın cevabı gecikmedi:
“Sen artık insan da olamayacaksın. Buradan kurtulmanın tek yolu sırtıma binmen… Seni bir yere götüreceğim ve orada tercihini yapacaksın. Sana birkaç tercih sunulacak ve onlardan birini seçeceksin. Ve seçtiğin hangi tercih olursa olsun istediğin gibi olacak yani bütün istediklerine kavuşacak ve kurtulmak istediklerinden de kurtulacaksın.”
Cevap vermek istese de başaramadı. Bir anda bütün konuşma yeteneği kaybolmuştu. Çaresiz, korkarak bindi ata.
“Bu kitapları merak ediyor musun? Ne kadar çok değil mi? Onlar senin sarf ettiğin boş konuşmalar. İsteğin bu değil miydi? Bir yazar olmak? Bunları sonra konuşuruz şimdi sıkı tutun.”
Kitapların en üstünde duran altın yaldızlı mavi kapaklı bir kitap vardı. Gözü ona ilişti.
“O kitaba baktığını biliyorum. Onun ne olduğunu sana söyleyeceğim merak etme. Sen sıkı tutunmana bak.”
Kitap dikkatini çekmişti ama şu anda gerçekten merak ettiği şey burada ne aradığı ve neden bu halde olduğu idi. Atın konuşmaları devam ederken “Sus!” dedi adam. Terkisindeydi. Ne zaman gelmişti? Yine bir ürperti kapladı her yanını. “Atın söylediklerine kulak ver.” Çaresiz, biat etmekten başka yolu yoktu. Henüz hazır değilim diye düşündü. “Çok erken. Allah’ım çok erken.” dedi.
Ustanın kitabı kucağından düştü. Arasından süzülen kartal tüyüne şaşkınlıkla baktı. Almak istedi ama göğsündeki fenalık buna müsaade etmedi. Gözleri boşluğa susmayı çizdi.