sensizlik garbında
kuyularda seni beklemek düştü bize resul ey
nebi yüreklerimize hasret
tohumları ekildi vaktin sonunda
biçilmiş atlas yorganlar kalmadı daha
girdaplara karşı duran haykırış gibi
içimizi gömen kum saati gibi
seni hatırlatır gök kubbe
miraca erdiğin geceyi
burağa haydi deyişin gibi
çınlar kulağımızda son emir
bu yerkürede sensiz senin rahmetine kavuşmak diye…
şimdi öksüz kalmışlık içinde ümmet
aydınlığa delirmiş gibi fırlayan yerinden nuruna
son yasalara emanet olamayan
bizlikten uzak kalmışlık içinde bu ümmet
savaş ummanında boğulmakta
kara afrika kan kusuyor nebi
kıtalar can çekişiyor
insalık sancılanmakta
yerküre içinde yerküre doğmakta
yağmurlar artık ıslamıyor ruhumuzu
yağmalanan vücudlanmızda nicedir ruhlarımız
dinlemiyor
anlamıyor beyinlerimiz
kavrayamıyor seni
anamıyor, hatırlayamıyor
seni bilemiyor bu yürekler eskisi gibi
sana hasretlik çeken umutlarımız
ancak henüz daha tükenmedi…
daha hiç birşey bitmedi…
şimdi sana yakın olmak vardı
sırtına örtü olmak vardı nur dağı dönüşü
tanrı evine balçık gibi sıvanmak vardı
toprak olmak
alnına sürdüğün secde olmak vardı
kan pıhtısı olmak vardı şimdi taifte
akan ve taşan
ayak topuklarından
bedr olmak ya da…
Rabb’in katına yolculuğu
yaşayanlardan olmak
İsmail olmak vardi ibrahim’e
şimdi
şeytanı kör eden taş olmak
yanan ateş duasıyla muştulamak
İbrahim’e serin olmak
güller içinde gül olmak vardı
Yusuf’a kuyu olmak
düş olmak
yıldızlardan bir yıldız olmak vardı
Musa’ya eşlik etmek vardı tur dağında
hızıra komşu olmak
İsa’da gülücük olmak vardı ve
merhameti yeniden muştulamak
sana yakın olmak vardı peygamberim
sana
kapında kul…
şimdi ümmet olmak düştü paylarımıza bu
eski dünyada
sana kavuşmak bir ölüm kadar uzak
bilenmek kaldı
savaşmak dualarla
bir “diriliş” var yeniden kılınan ruhlarımızda
bir medeniyet beden şatolarımızda
yeniden biçilen kaftanlar
tohum ekilen yüreklerimiz var resul
sana dair müjdelerimiz var tüm insanlığa bu
yerküre üstünde
inanmışlık var oldukça.