Doç. Dr. Salih Uçak ile Söyleşi

Ali Yaşar BOLAT – Edebiyatla yaşamın iç içeliği yadsınamaz bir gerçektir ancak yazar veya şair, hakikati kendi penceresinden yansıtır. Kıymetli hocam, gerek bilim insanı kimliğinizin gerekse yazar kimliğinizin oluşmasında yaşamınızda etkili olan temel kırılmalar nelerdir? Bu anlamda yaşadığınız kırılmalardan bizlere bahseder misiniz?

S.U-Hayat, her an değişen, değişirken dönüştüren bir döngüye sahiptir. Bu döngüde her birimizin ayrı bir serüveni var. İlk kırılma ortaokulda başladı. Okumak için köyden ilçeye -Ergani- gelmişim. Üç kuzenle ev tutuk, onlar da yaşıt. Düşünün, çok küçüğüz daha, yaş on üç on dört… Çekingenim çok, sorulmadıkça söze karışmayan, parmak kaldırmayan, kendi halinde bir öğrenci. Matematik en sevdiğim ders. Ama aksi mi aksi bir öğretmenimiz var. Matematik problemini kara tahtaya yazar yazmaz çözüyorum, fakat utangaç olduğumdan parmak kaldıramıyorum. Hoca da ona inat böyle davrandığımı zannedip kulağımı çeker, defterimi alıp masaya vurur, bağırır çağırırdı. Suçlamak için değil ama öğrenciyi tanımak, anlamak yerine kısa ve yanlış yolu seçip hiç de uygun olmayan bir tutum sergiledi hep… Sonuç, rakamlardan -İsmet Özel’in ifadesiyle “o ayıp işaretler”den- uzaklaşmış oldum. Aynı yıl Türkçe öğretmenimiz beni okul kütüphanesine başkan yaptı. Ortaokul son sınıflar varken kütüphane anahtarlarının bana teslim edilmiş olması benim için tarifi zor imtiyazdı. İki öğretmen, iki ayrı davranış şekli. Biri, “o ayıp işaretler”den uzaklaştırırken diğeri “kelimelerle baş başa” bıraktı. Bir anda bütün dünyam kitapla doldu… Mükemmel bir fırsattı. Dersler dışındaki bütün zamanım kitaplar arasında geçmeye başladı… Sanırım en ciddi kırılma budur. O kitaplar sayesinde Öğretmen Lisesini kazandım. Ki o dönemin en gözde okulları… Seçilmiş bir öğretmen kadrosu ve bütün ülke genelinde derece yapmış öğrencilerin buluştuğu seçkin bir yatılı okul. Benim şartlarımda olan biri için nimet… İlk yıl hazırlık, ancak daha ilk yıldan buradaki her öğrenci “üniversite”nin ne olduğunu, nasıl olduğunu öğrenir ve gideceği bölümü seçer ona göre bir çalışma programı yapar. Burada Ali ve Hülya Koç – Allah selamet versin- öğretmenlerimle tanıştım. Karı-Koca edebiyat öğretmeni… Zaten meyil vardı, onları tanıyınca “Evet, ben edebiyat okuyacağım ve edebiyat alanında akademik çalışma yapacağım!” dedim. İlk keskin ve kesin karardı. O günden sonra da bu karar hiç değişmedi. Dört yılda yüzlerce kitap okudum, çok verimliydi. Daha lise yıllarında edebiyat dergileriyle tanışmış olduk. Bu şanstı.  Üniversite için tek bir tercih yaptım “Edebiyat.” İlk dergi tecrübesini lisansta yaşadım, bir grup arkadaşla beraber dört sayılık ömrü olan “Nisan” dergisini çıkardık. Tatlı bir maceraydı. Lisans bitince yüksek lisansa başladığımda danışmanım Ali Torun’du… Sağ olsun çok yardımcı oldu. Akademik çalışmaya ilk adım atışım böylece başladı… Kütahya’daydım, orada önceden dergilerden şiirlerini okuduğum Mustafa Özçelik üstatla tanıştım. Ay Vakti’nde yazma konusunda ilk öneriyi Özçelik yaptı. 2007’de Ay Vakti’nde yayımlanan ilk yazım “Sezai Karakoç’un Masal Şiiri Üzerine Bir Tahlil Denemesi” ikinci kırılma noktası oldu…  Sonra doktoraya başladık, danışman hocam Ali Yıldırım oldu… Akademinin gerçekte ne olduğunu ondan öğrendim. Hâlâ danışır, konuşur, ihtiyaç duydukça başvururum. Doktora sürecinde ilk yurtdışı tecrübemi yaşadım. Sanırım üçüncü büyük kırılma bu oldu. Dünyaya çok daha geniş bir pencereden bakma imkânı buldum. Ez cümle edebî hayatımda “Üç Ali”nin etkisi var… Oturup bir gün “Üç Ali Destanı”nı yazmam gerekecek galiba (gülümseme).

Ali Yaşar BOLAT – Akademik kariyerinize şöyle bir baktığımızda özellikle Divan Edebiyatı alanında yapmış olduğunuz çalışmalar dikkat çekmekte. Geleneğe hâkimiyetiniz bu günün şiirine bakışınızı zenginleştiriyor mu? Gelenek, bu günün şiirinde ne denli yer tutuyor? Bugünün şiirini veya yazınını değerlendirirken gelenek sizde bir ölçüt oluyor mu?

S.U- Edebiyat, insanlıkla yaşıt bir sanat. Hatta “önce söz vardı” klişesi üzere insandan da eski. Ve bizler her boyutuyla dünü bu güne aktararak yarını inşa ediyoruz. Hayat, kesintisiz bir süreç… Zaman, insanın bu sürece katılma ân’ını belirliyor sadece. Bu bakımdan edebiyat, uzun bir ırmak; sözlü gelenekten post-moderne gelinceye kadarki bütün çeşniyi barındırıyor. Edebiyat tarihlerinde yüzyıl, dil, kültür, inanç vb. bakımdan yapılan tasnif sadece bir kolaylıktır. Yoksa sürecin keskin bir kırılmaya tabii olduğunu söylemek hata olur. Ben, edebî tecrübemize baktığımda her yönüyle zengin bir geçmiş görüyorum, önemli olan doğru bakış… Edebiyatla ilgili yapılan değerlendirmelere baktığımızda geleneği yok sayan, sadece belli bir dönemi, zihniyeti ve anlayışı önemli görüp geriye kalanı yok sayanların olduğunu görürüz. Bu büyük bir yanılgıdır. Her dar bakış ve değerlendirme bizi hataya zorlar. Evet, ben Klasik (Divan) edebiyat alanında daha çok çalışıyorum; lâkin eski inançlar, folklor, yeni edebiyat alanında hem okuyor, hem yazıyorum. Burada akademik bir kaygım olmadığı için çok daha rahatım. İnanmadığım şeyi yazmam. Ve gelenekten kopmuş, sadece Batı orjinli bir bakışla yazılan yazıları ve yapılan değerlendirmeleri eksik görürüm. Mitleri, zemin -kurucu- metinleri yadsıyan çağdaş yaklaşımların bu bakımdan “kök”süz olduğunu düşünüyorum. Her bakımdan bir mozaik oluşturmuşuz. Bu zengin mirası yok saymak mümkün değil. Şahsen, eskiyle bağ kurmamış bir şiiri, metni zayıf görürüm. Uzak çağrışım, istiare, mecaz, telmih gibi vasıtalarla mutlak suretle eskiye, geleneğe ihtiyaç vardır. Çünkü asıl zenginlik buradadır. Arketiplere, mitlere gitmeden nasıl zengin bir kurgu oluşturulabilir ki?

Ali Yaşar BOLAT – Biraz da edebiyat mahfillerinden, özellikle Ay Vakti’nden bahsedelim. Dergide yıllarca denemelerinizle, araştırma/inceleme yazılarınızla yer aldınız, şimdi de Ay Vakti Dergisi’nin yayın yönetmenliğini, Selami Şimşek hocamızla birlikte yürütmektesiniz. Genel Yayın Yönetmeni Hocamız Şeref Akbaba ve Ay Vakti Dergisi ile tanışma sürecinizden bizlere bahseder misiniz?

S.U-Lisanstan itibaren pek çok edebiyat ve düşünce dergisini takip ediyorum. Okurken burs ve harçlıklarımın bir kısmı dergilere gitmiştir. Pek çok dergi daima gündemimde olmuştur. Yukarıda da bahsettiğim gibi Ay Vakti’yle yazma bağlamındaki tanışmam 2007’de başladı. Sosyal medya bu kadar gelişmediği için, mail ve telefonla başlayan bir süreç. Şeref Abi ile yüz yüze tanışıklık yok henüz. Yayımlamak istediğim yazılar olunca mail gönderiyorum Şeref Abi de dönüş yapıyordu. Maille başlayan yazma serüveni, 2018 Aralık’ta yükü omuzlamaya kadar çıktı. Ay Vakti’nde yazmaya başlayınca başka dergi aramadım artık. Çünkü benim açımdan Ay Vakti’ni kıymetli kılan bazı özellikler vardı: kimliği, aidiyeti, mektep olması, kendi yağında kavrulması, mütevazılığı vs… Uzaktan başlayan samimi ve sıcak musahiplik daha sonra yüz yüze – ilk yüz yüze tanışma 2013- oldu. 2017’de yurtdışından İstanbul’a dönünce de Şeref Abi’nin teveccühüyle dergi mutfağına girdik. Şükür ki tanışmışız Ay Vakti ile… Edebi anlamda diri olmanın başka yolu yok. Özellikle taşrada iseniz bu çok daha kıymetli. Dergi hem edebi gündemin içinde tutuyor hem de gündeme yön vermenizi sağlıyor. Şeref Akbaba Abi ve Selami Şimşek hocamla çalışmak büyük bir şans.

Ali Yaşar BOLAT – Ay Vakti Dergisi olarak 2021 yılında, yer yer veya çoğunlukla dergimizde yer alan siz dahil 10 kadar şair ve yazarın kitabı basıldı. Bu süreçte sizin emeğiniz yadsınamaz bir gerçek, bu süreçten biraz bahseder misiniz, dergi mutfağında bulunmanın sizde uyandırdığı duygular nelerdir?

S.UDergi mutfaklarının şenlik zamanları olur, böyle zamanlarda tatlı bir heyecan ve telaş vardır. Bu, genellikle derginin yayına hazırlandığı son anlara denk gelir. Bazen de mutfakta olağanüstü haller olur. Bu da ya özel sayılar söz konusu olduğunda veya dergide yetişen genç arkadaşlara ait eserlerin neşvünema bulduğu vakitlerdir. Ay Vakti Kitap fikri, aslında eski bir hedef. Daha önce Şeref Abi, Naz ve Necmettin Evci üstadımızın eserlerini basarak bu tecrübeyi yaşamıştık. Ancak uzunca bir süre bu hedefe tekrar dönüş yapılamamıştı. Şeref Abi’nin görev taksimiyle emek verdiğimiz ikinci süreç şükür ki muvaffakiyetle tamamlandı. Kapak ve içerik bakımından tamamen özgün bize ait, Ay Vakti imzasını taşıyan 10 kitap çıktı. İkinci 10 için çalışmalarımız sürüyor. Bu konuda yeni bir muştuyu en kısa sürede paylaşma arzusundayız.

Ali Yaşar Bolat – İnşallah kıymetli hocam.

Ali Yaşar BOLAT – Biraz da sizden ve eserlerinizden konuşalım: Hüsn-i Yusuf (Şiir)[1], Birkaç Güzel Adam[2], Klasik Türk Şiirinde Estetik Kaygı[3], İnsan, Sanat ve Edebiyat[4] yayınladığınız eserler arasında yer alıyor. Bu eserler bize şair, denemeci, bilim insanı kimliğinizin birer yansıması olarak görülüyor. Kendi eserlerinizin gelişip doğmasındaki sürecin basamaklarından bizlere bahseder misiniz?  Eserleriniz sizin kimliğiniz mi?

S.UHüsn-i Yusuf ilk göz ağrım evet. Şiir, benim kendimle söyleşmem. O yüzden hiçbir dergide şiir yayımlamadım. Göndermedim de. Özel bir alan olarak kaldı hep. Hüsn-i Yusuf, modern bir mesnevi olarak görülebilir. Irmak şiir örneği… Yusuf’un “bence” kuyusu… Soyut ve çağrışımın mutlak olduğu bir deneyim… Elbette benden izler taşıyor, lakin sanat ve kurgu metinleri birebir kimliğimiz değildir. Birkaç Güzel Adam, çoğunlukla Ay Vakti’nde yayımlanmış yazılarla yayımlanmamış veya başka mecralarda sunulmuş yazıları ihtiva ediyor.  Klasik Türk Şiirinde Estetik Kaygı, Divan şiirine estetik kategoriler bağlamında akademik bir yaklaşım kitabı. Şairin sanat tarafını ortaya koyan ve daha çok estetik değer meydana getirmede dikkate aldığı hususları irdeleyen bir çalışma. Sadece akademik çevreye hitap etmeyi istemediğim için mümkün olduğu kadar dili, kuru ve soğuk üsluptan uzak tutmaya çalıştım. Alana fayda sağlaması en büyük temennimiz. Aslında yukarıda söz konusu ettiğimiz geleneğin bugüne yansımasını bu eserde görebiliriz.  İnsan, Sanat ve Edebiyat, kitabımız daha önce Ay Vakti’nde yayımlanmış olan yazılarımızın bir araya getirilmesiyle ortaya çıktı. Burada daha çok sanata, insana ve edebiyata bakış açımızı ortaya koyan yazılar   var. Bu yönüyle kıymetli. Önemli ve güzel dönütler aldık. Sanat ve insan odaklı yazılar, kitabın devamı olacak yeni bir çalışmanın da önüne açtı. Beşinci müstakil eser muhtemelen bu minvalde olacak. Burada şu akla gelebilir: Şair mi, akademisyen mi, denemeci mi?  Çocuk yaşta “edebiyatçı” olmaya karar vermiş biri olarak: hepsi. Çünkü inandığım, yaşadığım ve yazılması gerektiğine inandığımı yazıyorum. Ancak hangisinin öne çıkacağına zaman ve okur karar verecek. Yolda olmaya, sabırla okuyup yazmaya devam…     

Ali Yaşar BOLAT – Bu güzel sohbet için teşekkür ederim kıymetli hocam. Şimdi sözü Şâir Ferhat Öksüz’e bırakıyorum;

S.U-Ben çok teşekkür ederim. Dikkatle hazırlanmış nitelikli sorular için ayrıca müteşekkirim…

 Ferhat ÖKSÜZ – Değerli hocam, kitabınızın giriş yazısı olan “Sanatın İnsanla İmtihanı” adlı makaleniz gerçekten çok hoşuma gitti. Modern insanın sanata ve sanatçıya dair yaklaşımlarını çok yerinde bir eleştiriye tâbi tutmuşsunuz. “Güzel” kavramını ele almışsınız bir yandan ki bu kavram üzerine son dönemin önemli felsefeci/kültür kuramcılarından Byung-Chul Han da “Güzeli Kurtarmak” adında bir kitap kaleme almıştı. Han da sizinle aynı dertlerden muzdaripti. Etiğin, estetiğin olmadığı toplumlarda sanatın olamayacağını söylemişsiniz. Hedonizmin egemen olduğunu ve bu sebepten de maalesef çağımızın sanatın ve sanatçının değerini anlayamadığını da sözlerinize eklemişsiniz. Bu sorun gerçekten de çağımızın çok önemli bir sorunu. Peki kıymetli hocam, bu sorunu aşabilmemiz için neler yapabiliriz? Yani sanata ve sanatçıya olan bu ilgisiz ve bilgisiz yaklaşımın içini nasıl doldurabiliriz? Bu hususta sizin fikirlerinizi çok merak ediyoruz. Sizce ne yapılmalı?

S.U-Sanatın bir “değer” olarak kabul edilmesi için bana göre ilk kıstas “etik ve estetik”tir. Sanat eserinin başat amacı “güzellik” olmalıdır. Lakin bugün “şöhret” için sanatı kullanmak isteyenler var. Her ne kadar sanat kendini korusa da zaman zaman şu algı ortaya çıkıyor: “Sanat yozlaştı.” Eğer bu yargı, bilinçli olarak kullanıldıysa kastedilen amacın dışına çıkmadır. Şayet değilse sanat yozlaşmaz, yozlaşamaz, ama onunla uğraşan insan pekâlâ yozlaşabilir. Bugün şahit olduğumuz manzarada bu var. Yani “ego tatmini, beğeni ve şöhret için” sanatı araç olarak kullanmaktan kaynaklı bir yozlaşı söz konusu. Klasik klişedir ama teşbihte hata olmayacağı için kullanalım. Şair Nedîm, bir gün sevgilisinin güllü bir elbise giydiğini görünce telaşlanır ve “korkarım giydiğin elbisenin üstündeki dikenin gölgesi seni incitecek” der. Bakış açısındaki inceliği görebiliyor musunuz? Bir de bugünkü pop kültürün yansımalarına bakalım mesela? Modern insan (sanatçı diyemem), hiç çekinmeden “Allah belanı versin, Allah seni kahretsin” diyebiliyor şarkısında. Bu şarkı her yerde dinleniyor, her ağızda sakız olabiliyor. Türedi medeniyetin insanı getirdiği nokta cidden çok vahim. Bütün değer yargılarını yok sayan, hayatı “ti”ye alan ve bunu bir marifet olarak gören bir anlayış var. Peki o halde ne yapmalı? Bütün olumsuzluklara rağmen “ümitli olmalı, kendi olmalı ve sabırla doğru olanda karar kılınmalıdır.” Nemelazımcılık en büyük sorun. Çok çalışmak, çok okumak, doğru okumak, doğruyu şiar edinmek, fert fert iyiye ve güzele çağırmak zorundayız. Gerçek sanatçı, değersiz olandan uzak durmalı, değer üretmeli. Edep illa edep! Güzel’i güzel aramalı, güzel yazıp söylemeli.

Ferhat ÖKSÜZ – Hocam Üstad Mehmed Akif üzerine de kitap dahilinde çok değinmişsiniz gördüğümüz kadarıyla. Sizce Mehmed Âkif şiirinden bugün için çıkarılacak acı reçeteler nelerdir? Bugün geldiğimiz noktada, toplumcu bir şâir olarak Âkif’in bize söyleyebileceği neler var? Bizce üzerinde ehemmiyetle durulacak bir husustur bu. Siz ne söylemek istersiniz bu hususta?

S.U-Âkif, kuşkusuz toplumu en iyi okuyan entelektüellerimizden birdir. Onu doğru okumak ve anlamak önemli. Akif’in bu bağlamda poetik bakış açısını özetleyen mısralar şunlardır: “Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.” Yani, her şeyden önce hakikati önceleyen bir şair. Fakat şunu unutmayalım; Âkif, konuşurken bile aruz veznini kullanabilecek yetenekte bir üstat. Bu nedenle, sanatı bir tarafa bırakarak bu yargıda bulunmuyor. Toplumun içinde bulunduğu durumu görüyor ve sanatçı olarak hayıflanıyor. Sanatçıyı zamandan, mekândan ve dönemin içinde bulunduğu sosyal ortamdan bağımsız düşünme imkânı yoktur. Âkif, yangın yerine dönen ülkeyi görmüş, bu realiteden yola çıkarak yazmıştır. Onun hassasiyet gösterdiği konular bugün gelinen noktada gerçek sorunlarımız. Onun feraseti burada, öngörmek, kestirmek… Büyük bir mütefekkir ve şair, dönüp dönüp okumak gerek Âkif’i…

Ferhat ÖKSÜZ – Son olarak Nizar Kabbânî örnekliğinde tüm Ortadoğu adına bir sualimiz var hocam. Sizce bugün Ortadoğu coğrafyasında şiirin ve edebiyatın ahvâli ne durumdadır? Ortadoğu coğrafyasında şiir ve edebiyatın rolü son dönemde neden bir hayli ivme kaybetti. Sanata, edebiyata, şiir ve felsefeye uzak bir toplumun, coğrafyanın başta kendi yaraları olmak üzere dünyanın bütün yaralarını iyileştirici bir söyleme erişmesi sizce mümkün müdür? Eğer Ortadoğu coğrafyasında şiire ve edebiyata gereken değer verilmiyorsa -ki son dönem için rahatlıkla bunu ifade edebiliriz- bunun başlıca nedenleri nelerdir? Şiir ve edebiyatla yoğrulmuş bu coğrafyada bugün yaşananların, toplumlarımızın içine düştüğü kapitalist düzenle alakası nedir? Kuşatıcı bir soruyla röportajımızı sonlandırmak istedik hocam.

S.U-Aslında şiir Doğu’nun; nesir Batı’nın eseridir. Oryantalist bakışın nedeni bu değil midir? Doğulu duyguyla, hisle vicdanla bakar; Batılı akılla, deneyle, çıkarla bakar. Bu bakış, Doğu’ya şiiri, Batı’ya nesri hediye eder. Yalnız değişen, farklılaşan ana unsur, Doğu kendini unuttu, atasından uzaklaştı, değerlerini yitirdi. Arafta kaldı… Ne şiir ne nesre yaklaşabildi. Cılız ve sönük denemeler dışında “sesi”ni yükseltemedi. Hâlbuki Batı özellikle nesirde yüksek perdeden sesini yükseltmeyi başardı. Doğu, özelde Ortadoğu zamanla sahip olduğu değeri kaybetti. Sürdüremedi zengin geçmişi, yeni eski üzerine inşa etmeyi başaramadı. Burada “coğrafya kader”dir klişesi işe yaramaz. Çünkü ucuz bir sığınak olur. Ezcümle “neyi kaybettiğini görür, bunun farkına varırsak, neyi inşa etmemiz gerektiğini de fark edeceğiz…

Teşekkür ederim…Ferhat Öksüz – Nice söyleşilerde yeniden buluşmak ümidiyle kıymetli hocam. Bizler teşekkü


[1] Çıra Yayın Grubu, İstanbul, 2016.

[2] Gece Kitaplığı, İstanbul, 2017.

[3] Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2021.

[4] Ay Vakti Kitap, İstanbul, 2021.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Mevlânâ Ne’miz Olur / Enes Güllü
Heveskar / Şeref Akbaba
Nuri Pakdil “Çiçeklerden Bir Bazuka” / Suat Savur
Doç. Dr. Salih Uçak ile Söyleşi / Ali Yaşar Bolat
Erzurum Şehrine Sevdalı Ağabey / Selami Şimşek
Tümünü Göster