Adı Yakup Olanın Kaderi Beklemek mi?

Susmak iyi geldi.
Taşıyamayacağım kadar kelimeyi boşaltıver[1]mek pencereden… İyi geldi.
Dilime dolandıkça göğsümde yük olan kelime[1]ler, pencereden boşalttıkça kuş olup uçuverdi.
Sığırcık, kırlangıç, İshak kuşu, serçe… Gök kızı[1]la çalarken incecik kanatlarıyla süzülüverdiler
önümden.
Susmak, beklemenin öbür adıydı. Beklemek,hiç gelmeyenin öbür adı…
Adı Yakup olanın kaderi beklemek miydi?
Muştu olacak bir kanlı gömlek dahi yokken elinde öylece beklemek…
Bütün Yusufları kalbine koyup da beklemek…
Şimdi penceremin önünde o uçurduğum kuş[1]larımı bekliyorum. Öyle uzaktan kanatlarını rüzgâra vere vere gelip usulca kollarıma, boy[1]numa, başıma konmalarını bekliyorum. Şimdi avuçlarımda ekmekler, daneler; dudaklarımda çok, çok eskilerden kalma bir ninni… Annemi bekliyorum.
Gerçi gelmez dediler. Bekleme… Kuşlar kadar vefasız değil ki anneler. Uçup gidince elbet geri gelirler.

Daha dün gibi hatırlıyorum.
Uzun uzun kavakların önünde, ince ince akan bir köy çeşmesinin hemen yanı başında, biraz sarı, biraz paslı bir dolmuşun homurtuları eşli[1]ğinde, başındaki oyalı yemeniyle göz yaşlarını sile sile bana yeminler etmiştin. “Döneceğim.”
Demiştin. “İyileşir iyileşmez döneceğim.” Hiç bitmek tükenmek bilmeyen bir öksürüğe ka[1]rışan kelimelerini kuşlar yakalıyordu havada.
Ben “Gitme anne!” diyor muydum; yoksa bur[1]numdan sümükler aka aka ağlıyor muydum hiç hatırlamıyorum. Ne söz ne ses ne de bir görüntü bana dair. Yalnız senin sesin kalmış kulaklarımda.
“Söz, iyileşir iyileşmez döneceğim.”
“Gelirken sana kamyon getireceğim. Hem de kocaman.”
O biraz sarı, biraz paslı dolmuşa binişini de ha[1]tırlamıyorum. Sanki birdenbire kayboluverdin önümden. Sanki kuş olup uçtun, rüzgâr olup estin, bir nehirdin de aktın gittin ve ben o çeş[1]menin başında günlerce seni bekledim.
Beni zorla aldılar o çeşmenin başından. Zorla eve soktular. Buralarda kurt kapar diye kan[1]dırdılar. Hani Yusuf’u kapan kurt, Yakup’u da arar dururmuş diye beni yeşil boyalı bir pence[1]renin önüne koydular.
Bazen biraz sarı, biraz paslı dolmuşun ho[1]murtusunu, bazen göğe savurduğum kuşların kanat seslerini, bazen de rüzgârın kokusunu bekledim. Ne de olsa beklemenin adı Yakup’tu.
Güzelce sabretmenin, inanmanın, umudun adıydı Yakup.

Bekleyen yürekten bekleyince pencereler de bekliyor benimle. O yüzden pencerelerin göz[1]leri hep dışarda, hep yollarda, hep göklerde… Bazen öyle yorgun oluyor, öyle uykum geliyor ki “Hadi sen git yat!” diyor pencerem. Bazen öyle çok üşüyorum ki güneşin sıcaklığını alıp kucağıma bırakıyor. Bazen kuşlar uçuyor, rüzgâr esiyor, yapraklar fısıldıyor; o zaman ya[1]şamın sesi kulaklarıma dolsun diye pencerem kanatlarını açıyor. Beni pencerenin önünde bir başına bekleyip kendi kendime konuştuğumu sananlar tutup yalancı bir gömlek bırakıyorlar önüme. Hani şu Yusuf’u kurt kaptı diyenler var ya, şimdi de nar kokan bir gömleği kan kokan gömlek diye veri[1]yorlar elime. Gerçi gömlek eğiliyor kulağıma ve “Hakikat aynası bir gömleğin kapatamayacağı kadar yüce,” diyor. Şimdi gömlek, pencere ve ben ha bir de göğe savurup kuş ettiğimiz keli[1]meler, annemi bekliyoruz birlikte. İşte o an zayıf, çelimsiz, biçare Yakup’un için[1]den koca bir Yakup çıkıyor. Öyle genişliyor ki yüreğim bütün Yusufları içime koyuyorum. İçimde kuyu, içimde saray, içimde zindan… İçimde yedi yeşil, yedi kuru başak var. Mev[1]simler dönüyor değirmen gibi. İncecik par[1]maklarım kemikleşiyor; boyum uzuyor, sesim çatallanıyor, bıyıklarım yeni yeni terlemeye başlıyor. Yine de vazgeçmiyorum beklemekten. Ben, pencere, gömlek ve kuşlar… Vazgeçmiyo[1]ruz. Kuşlar ara ara gelip pencerenin önüne ko[1]nuyor. Öpüyorlar bekleyen gözlerimden. Sonra pencerem, öpülmüş gözlerime baka baka bir şiir söylüyor. “Bütün ayrılıkların sonunda Yakup’un gözleri var. Ve bütün Yusufları Yakup’un kalbine koymuşlar.” Babaannem, dedem, amcalarım, yengelerim hatta babam bile beni annemin gelmeyeceğine ikna etmek için binbir türlü yollar deniyorlar. Her gelene ak[1]lımın kuş olup uçtuğunu, pencerelerden kaçtığını söylüyorlar. Sonra bir gün köye bir dolmuş geliyor. Bizim biraz sarı, biraz paslı dolmuşa hiç benzemiyor. Kırmızı, parlak bir kırmızı bu dolmuş. Üstelik paslanma[1]mış hiçbir yeri. O güne dek paslanmamış bir dol[1]muş görmeyen ben, nasıl da şaşırıyorum. Hani şu filmlerde, kitaplarda olur ya esrarengiz bir yabancı gelir bir gün, insanlar ona hayretle bakar. İşte öyle bir yabancı dolmuştan inip herkese beni soruyor. İn[1]sanlar uzaktan parmaklarını isteksizce bana doğru uzatıyorlar. Adı mecnuna çıkmış bir genci sorana küçümseyerek bakıyorlar. Kuşlar dönüyor başımı[1]zın üstünde. Sığırcık, kırlangıç, ishak kuşu, serçe… Yabancı, heybesinden bir gömlek çıkarıp uzatıyor. “Al!” diyor. “İşte budur hakikat gömleği.” Gömleği elime alıp gözlerime sürüyorum. Tam da kuşların öptüğü yerden. Önümde çiçek bahçeleri, yemyeşil başaklarla dolu tarlalar, uçsuz bucaksız ovalar açılıyor. Meğer gördüğünü sanan bir körmüş bu gözler. Şimdi göğün, güneşin ve günlerin esrârını içime çekip penceremin önünde, kucağımda iki gömlek, ha[1]vada kuşlar, annemi bekliyorum. Madem adımız Yakup diye kara deftere ak kalemle yazılmış, kaderimiz beklemek… Ye’se düşmeden bek[1]lemek… Yusuf’u bekler gibi beklemek… Hem pencerem ne demişti? “Bütün ayrılıkların sonunda Yakup’un gözleri var. Ve bütün Yusufları Yakup’un kalbine koymuşlar.” Vakit sabaha gebeyken ve usul usul gök kanarken gü[1]neşin doğacağı yerden, avlunun kapısı nasıl da ça[1]lınıyor. Ev ahalisi çoktan kalkmış, sabah namazları kılınmış, ellerde tesbihler, dillerde zikir… Kurumuş elleri titrerken “Destur!” diyor baba[1]annem. “Bu saatte Azrail’den başka kimse çalmaz kapıyı.” Babam “Dur ana, telaşa verme ortalığı” diye geçi[1]veriyor babaannemin önüne. Besmele çekip avluya çıkıyor. Kapı hâlâ çalınıyor. Hiç durmadan, hiç susmadan… Babam daha kapıya elini dahi sürmemişken, kapı da[1]yanamayıp konuşmaya başlıyor. Bir tek ben görüyorum daha açılmamış kapının ar[1]dındaki hakikati. Bir tek ben duyuyorum konuşan kapının sesini: “Koş Yakup koş! Annen geldi!”

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Mevlânâ Ne’miz Olur / Enes Güllü
Heveskar / Şeref Akbaba
Nuri Pakdil “Çiçeklerden Bir Bazuka” / Suat Savur
Doç. Dr. Salih Uçak ile Söyleşi / Ali Yaşar Bolat
Erzurum Şehrine Sevdalı Ağabey / Selami Şimşek
Tümünü Göster