İstiklâl Marşı’na Din ve Tasavvuf Penceresinden Bir Bakış

Son dönemde insanımızı derinden etkileyen şâir, yazar ve düşünürlerden birisi de daha çok İstiklâl Marşı ile tanıdığımız MehmedÂkif Ersoy (1876-1936)’dur. Çok yönlü bir şahsiyete sahip olan MehmedÂkif, iyi bir şâir, edip ve mütefekkir olduğu kadar iyi bir hoca, hâfız, vâiz, tefsir âlimi, mistik, mütercim, mûsikişinâs, baytar ve sporcudur. Tüm bunlardan öte Âkif, müthiş bir karakter ve inanç âbidesidir. Çünkü o, dinî ve mistik yönü çok güçlü olan bir kişiliğe sahiptir. Din onun hayatının akışında hayatın bir programı haline gelmiş vaziyettedir. Bir başka ifade ile hayatı boyunca kendisini İslâm’ın taleplerine göre ayarlamış bir şâir olarak karşımızda durmaktadır.
Hemen her sanat eserinin, sanatkârının eğitimi, kişiliği, inancı, duygu ve düşünce dünyasından açık veya gizli, az yada çok izler taşıdığı mâlumdur. Bu durumu MehmedÂkif’in kaleme aldığı İstiklâl Marşı gibi dinî-millî değerlerimizi âdeta özetleyen kırk bir mısralık bir manzûmede de çok daha fazlasıyla müşâhede etmek mümkündür.Şöyle ki Âkif, Safahat adlı yedi kitaptan oluşan şiir kitabının birçok manzûmesinde olduğu gibi İstiklâl Marşı’nda da başta Kur’ân-ı Kerîmolmak üzere hadîs-i şerîflere, dinî-tasavvufî konu ve değerlere telmihlerde bulunmuştur. Bu sebeple İstiklâl Marşı’nı sadece millî değerleri ortaya koyan bir şiir metniolarak değil,dinî-tasavvufî unsurları ihtiva edenbir edebî metin olarak da görmek gerekir. Şimdi İstiklâl Marşı’na kıtakıta göz atarak durumu daha yakından inceleyelim.

İstiklâl Marşı’nda Dinî-Tasavvufî Unsurlar

  1. Kıta
    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
    O benimdir, o benim milletimindir ancak.
    Âkif, “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” diye başlayarak büyük bir kararlılık göstermiş, daha ilk dizesinden itibaren Marş’ı dinî bir ağırlıkla söylediğini hissettirmiştir. Esasen bu ağırlık, şiirde büyük bir enerjiye dönüşmüş, fakat bu, kelimeyle, dizeyle, kalemle, kelâmla, resimle, müzikle oluşan bir enerji değil, şâirin “dil”inde mevcut olmuştur. Bir başka deyişle kaynağı kuram değil, Kur’ân’dır. Zira yukarıda da ifade edildiği üzere Âkif, hâfız-ı kelâm ve tefsir âlimidir. Kur’ân’ı tercüme ve tefsir edecek derecede iyi bilmektedir.
    Marş’ın hemen bütün dizelerini Cenâb-ı Hak ile bağlantılı olarak büyük bir inanç ile kaleme alanÂkif, ilk dörtlüğüne “Korkma” diye başlamışsa da bunu, bir düşmandan korkunun değil, milletimizde korkuya yer olmadığını vurgulamak için yapmıştır. Çünkü milletimizin iman dolu göğsünde zaten korkuya yer yoktur. Allah’a inanan millet,korkmaz ve hüzünlenmez. Âkif de bu ifadeyi bu duyarlılıkla kullanmıştır.Bu “korkma” sözü, Hazret-i Peygamber’in Hicret sırasında Sevr Mağarası’nda iken düşmanların çok yakına geldiklerinin duyulması üzerine biricik dostu Hz. Ebubekir’e söylediği, “Endişe etme, korkma, Allah bizimle beraberdir” (Tevbe, 9/40) âyetini hatıra getirmektedir. Bu sebeple şiirin ilk dizesinin bu âyetebir telmih olduğunu söyleyebiliriz.
  2. Kıta
    Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
    Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
    Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.
    Bu kıtada“Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” dizesi şiirin temel yapısını oluşturmakta olup, milletimizin iki önemli hususiyetine vurgu yapılmıştır. İlki, milletimizin hiçbir devirde kaybetmediği istiklâlin onun hakkı olduğu, ikincisi ise bununla beraber doğuşudur. İman duygusunu son mısradaki ikinci “Hak” kelimesinden çıkarmak mümkündür. Marş’da iki defa “Hakk” ve üç defa da “hak” kavramı geçmektedir. Kur’ân’da geçen “hak” kavramını karşılayan en büyük değer Allah’ın en başta gelen esmâsından olan “Hakk”tır. Hakkın kaynağı ise Cenâb-ı Mevlâ’dır. Nitekim Kur’ân’ın Müslümanlara yüklediği en büyük görev Hakk’ı hâkim kılmaktır.Nitekim Enfal ve Yûnussûrelerinin 7-8.âyetlerinde “hak” kavramı ön plana çıkmaktadır. Tasavvufta esmâ ile seyr u sülûk yapılan tarîkatlardanefs-i mutaminnemakâmında yani velîlikmakâmında çekilen zikir “Hak”tır.
  3. Kıta
    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
    Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
    Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
    Bu kıtada öne çıkan kavramlar ise “ezel” ve “hürriyet”dir. Ezel, bir anlamda “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler” (A’râf, 7/172) âyetinetelmihtir. Biraz daha açacak olursak ezelde, elestbezminde “evet” demişiz. Rab olarak Allah’ı kabul etmiş, böylelikle hürriyeti almışız. Hürriyeti iman olarak benimsemişiz. Kafamızı koparsalar, bedenimizi çiğneseler, hürriyet düşüncemizi söküp atamazlar. Bundan dolayıdır ki ecdâdımız, diniyle, imanıyla yaşamak için kanlarını seller gibi akıtmış, fakat esaret zincirini kâfirlere, çılgınlara taktırmamıştır. Burada Âkif, dış düşmana olduğu kadar dolaylı olarak iç düşmana, nefse, şeytana karşı verilen mücâdeleye de atıfta bulunmuş, gerçek hürriyetin ezelî ve ebedî olan Hakk’a kul olmaktan geçtiğini belirtmiştir.
  4. Kıta
    Garb’ınâfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
    “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
    Bu kıtada göze çarpan ifade “iman dolu göğüs”tür. Samimi bir inancın yansıması olarak söylenen bu ifadeyi, “Ben yere ve göğe sığmam, ancak mümin kulumun kalbine sığarım”(Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II/195, No: 2256) hadisine bir telmih olarak kabul edebiliriz. Kur’ân’daZümersûresinin 22. âyetindegeçen “Allah’ın göğsünü İslâm’a açan kimse”yibu bağlamda düşünülebiliriz. XVI. asır Halvetî şeyhlerinden Şemseddin Sivâsî’nin söylediği şu beyit de bu durumun farklı ifadeleri olsa gerektir: “Sür çıkar ağyârı dilden tâtecellî ede Hak/Pâdişâh konmaz saraya hânemamûr olmadan”.Bu sebepledir ki Âkif, imânı aklın önüne geçirmiş,“Çelik zırhlı duvara karşı iman dolu göğsü” öne sürmüştür.
  5. Kıta
    Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
    Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
    Doğacaktır sana va‘dettiği günler Hakk’ın…
    Kim bilir, belki yarın. belki yarından da yakın.
    Bu kıtada de “Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın” ile “Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…” dizeleri dikkatleri celbetmektedir. Peygamberimizin (sav) konuşurken yanında bulunanlara “Ashabî” yani “arkadaşlarım, dostlarım” şeklinde hitap ettiği bilinmektedir. Bundan dolayı Efendimiz’in sohbet arkadaşlarına “Sahâbe” denilmiştir.Bu âlemde aynı güneşte ısınan, aynı havayı teneffüs eden, aynı Kur’ân’ı okuyan insanlar, birbirlerinin arkadaşı, kardeşidirler. Burada “Muhakkak ki inananlar birbirinin kardeşidirler” (Hucurât, 49/10) âyetini de unutmamak gerekir.
    Dizede Âkif’in 19 Kasım 1920 tarihindeKastamonuNasrullah Câmii kürsüsünden okuduğu “Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin, onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların ağızlarından nefret taşmaktadır; kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Gerçekten size delilleri açıklamışızdır, eğer düşünüyorsanız!” (Âl-i İmrân,3/118) âyetineişâretler vardır. Dolayısıyla “Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın!” dizesini Âkif’in kürsüden okuduğu bu âyetin bir tefsiri olarak görmek pekâlâ mümkündür.
    “Doğacaktır sana va‘dettiği günler Hakk’ın…” dizesine gelince, bunda da öncelikle “İman edip sâlih amel işleyenlere yeryüzünün idaresivâdedilmiştir.”(Nûr, 24/55),“Allah nûrunu tamamlayacaktır.” (Saff, 61/8) âyetlerine atıflar bulunmaktadır. Esasen Saffsûresinde genel olarak, Müslümanları Allah yolunda cihada hazırlama ve İslâm dinine sıkı sıkıya bağlanan mü’minlere zafer ve müjdeler mevcuttur. Dolayısıyla Âkif, Medine’de Allah yolunda doğruluktan ayrılmayarak cihada teşvik edilen mü’minlere inen bu sûre ile farklı bir yolla kendi milletine seslenmektedir. Ona göre kurtuluş, Kur’ân’a ve bayrağa sımsıkı tutunmakla, doğruluk ve ahlâkla cihad meydanlarında sağlam bir şekilde yer almakla mümkün olur. Vatan, ancak bu şekilde alçakların eline bırakılmayacaktır.
    Âkif’in, 23 Ocak 1920 tarihinde Balıkesir Zağnos Paşa Câmii’ndekihitâbesindeise “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayınız ki siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yola ulaşasınız.” (Âl-i İmran, 103) âyetini okuyarak Müslümanların Hak yolundan ayrılmamaları, Kur’ân’a sıkı sıkıya sarılmaları gerektiğini söylemiştir. Dizede ayrıcaÂl-i İmrânsûresinin 200. âyetinde geçen “Ey iman edenler! Sabredin, kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabilesiniz.”âyetine telmihler de bulunmaktadır. Esas itibariyle İslâm inancının temel prensiplerinden birisi umuttur. Gerçekmü’minler günün birinde mutlaka kurtuluşa ereceklerdir. Allah’tan umut kesmek büyük günahlardandır. Zira Allah’tan umudu ancak kâfirler keser (Yûsuf, 12/87). Sıkıntı karşısında yılmamak, sabır göstermek inancın erdemlerindendir.
  6. ve 7. Kıtalar
    Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
    Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâdacüdâ.
Bu kıtalarda öne çıkan kavramlar “vatan”, “şehid” ve “cennet”tir. Vatan, sadece üzerinde yaşanılan bir toprakyığını değildir. Onu mübarek ve değerli kılan maddî ve mânevî bütün unsurlardır. Onun içinbu cennet gibi güzel vatana bakarken sadece toprağı değil, onun uğruna canını veren şehitleri de görmek, bilmekve anlamak gerekir.Âkif, “şehid oğlu”ifadesiyle de vatan için canlarını seve seve fedâeden bir ecdâda sahip olduğumuzu hatırlatmaktadır. Uğrunda canlar verilen vatanımıza sahip çıkmak, onu korumak, kollamak, şehitlerin hatırasına olan saygının bir gereğidir. Cennet, inanan insanların gideceği yerdir. Burada vatan, cennete benzetilmiştir. Bu nedenle vatan hiçbir şeyle değişilemez.Sûfîler arasında yaygın olarak kullanılan “Vatan sevgisi imandandır” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I/345, No: 1102) hadisine de telmih olduğunu söyleyebiliriz. “Şehid” ve “cennet”kavramlarının dinî boyutu oldukça geniş ve zengin ifadeler olduğu mâlumdur. Kur’ân’da “şehid” ile ilgili birçok âyet vardır (bkz. Bakara, 2/154; Âl-i İmrân, 3/157, 169-171, 195; Nisâ, 4/74; Tevbe, 9/111). Söz konusu âyetlerde şehitler için Allah yolunda öldürüldükleri için aslında ölü olmayıp diri oldukları, Allah’ın rahmet ve mağfiretine kavuştuklarına vurgu yapılmaktadır.

  1. Kıta
    Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
    Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
    Bu ezanlar-ki şehâdetleridînin temeli-
    Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
    Bu kıtada da “mabed” “ezan” ve “şehâdet” kavramları ön plana çıkmaktadır. Bu üç kavram da İslâm dininin temel değerlerindendir. Hz. Peygamber (sav), “Yeryüzü bana mescid kılındı” (Buhârî, Salât 56) buyurmuştur. Âkif, Balıkesir için yazdığı şiirinde“Ey benim her taşı bir ma‘bed-i imân yurdum/Seni er geç bana bir gün verecek ma‘budum” diyerek “Allahım! Her karış toprağında iman ve secde izleri olan yurduma, nâmahremler, yabancılar, düşmanlar ayak basmasın.” duasını yapmıştır. “Ezan”ın Müslümanları namaza çağırmak ve namaz vaktini bildirmek için müezzin tarafından cami ve minarede günde beş defa okunan, tekbir, şehâdet ve diğer sözlerden ibaret bir İlâhî dâvet olduğunu biliyoruz. Dörtlükte geçen ezan, dinin temelini oluşturan bir semboldür. Bir bakıma İslâm’ı temsil eden bir unsurudur. Vatanımıza İslâm medeniyetinin hâkim oluşunun bir alâmetidir. Onun için bu güzel yurdumuzun semalarından ezan sesinin sonsuza kadar kesilmemesi gerekmektedir. Vatanımız müstemlekelerden, işgalcilerden kurtarılmazsa ezan sesleri susacak, yerine çan sesleri duyulacaktır. Bir başka deyişle İslâm ortadan kalkacak, yerine Hristiyanlık hâkim olacaktır. Buna asla fırsat verilmemelidir.
  2. Kıta
    O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
    Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
    Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;
    O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
    Bu kıtada öne çıkan kavramlar “vecd”, “secde” ve “Arş”tır. Âkif, önceki dörtlük ile bağlantılı olarak burada da şehitler adına konuşarak istekleri gerçekleştiği takdirde çok mutlu olacağını belirtmektedir. Şehit, isteğine kavuştuğunda -eğer mezar taşı varsa- coşkuyla Hak Teâlâ’ya bin secde edecek, yaralarından kanlı yaşlar aka aka, âdeta her şeyden tecrit edilmiş, soyunmuş bir ruh gibinaaşı yerden fışkıracak ve nihayet başı yükselerek belki de Arş’a değecektir. Klâsik şiirde maddeden tecerrüd yani bedenin maddî değerlerden uzaklaşıp tamamen mânevî değerlerle donanması mazmunu vardır. Sûfişâir, kanlı gözyaşlarını dökerek, yüreğinin kanını akıtarak maddî varlığından sıyrılır, bütünüyle incelip, soyut, mânevî bir varlık haline gelinceye kadar maddeden soyutlanmaya gayret eder. Dolayısıyla Âkif de bu mazmunu dizesinde farklı bir şekilde işlemiştir diyebiliriz.
  3. Kıta
    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
    Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
    Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
    Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
    Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
    Bu son kıta ise “şafak”, “hilâl”, “Hak”, “hürriyet” ve “istiklâl” kavramları dikkat çekmektedir. Birinci dörtlükte geçen “şafak”, güneş battıktan sonraki alaca karanlığı ifade ederken burada “şafak” güneş doğmadan önceki alaca karanlığı karşılamaktadır. Bu durum zaferin habercisi olup, artık istiklâlin kazanılacağına dair inancın en üst seviyeye ulaştığını göstermektedir. Ayrıca ilk kıtadaki şafak ile akşam namazı vaktinin, son kıtadaki şafak ile de sabah namazı vaktinin girdiğini söylemek gerekir. Yani mü’min bilir ki güneş batsa da yok olmamıştır, sabah yeniden doğup etrafı aydınlatacaktır. Burada Yûnus Emre’nin “Her dem yeniden doğarız/Bizden kim usanası” dizelerine de işaret edilmektedir. Birinci kıtadaki “nazlı hilal”, son kıtada “şanlı hilal”e dönüşmüştür. İstiklal kazanıldığı için bayrak uğruna dökülen bütün kanlar ona helâldir. Bu sebeple milletimiz ve bayrağımız sonsuza kadar var olacaktır. Türk bayrağı ezelden beri hür yaşamıştır, bundan sonra da hür yaşamak onun hakkıdır. Milletimiz inançlı olduğu ve Hakk’a taptığı için istiklâli hak etmiştir.
    Kaynakça
    Andı, M. Fatih-Akay, Hasan, İstiklâl Marşı İstikbâl Marşı 41 Dize 41 Yorum, Hat Yay., İstanbul 2016, 5. Bsk.
    Çetin, Nurullah, İstiklâl Marşı’mızı Anlamak, Öncü Kitap, Ankara 2014.
    İmamoğlu, Abdulvahit, İman ve Aksiyon Adamı Mehmed Akif,Ravza Yay., İstanbul 1997.
    Karabulut, Mustafa, “İstiklâl Marşı’na Kur’an-ı Kerim Bağlamında Bir Bakış”, Sebilurreşad, Mart 2018, Sayı: 1026, s. 9-10.
    Okay, M. Orhan, MehmedÂkif Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ Yay., Ankara 1989.
    Okay, M. Orhan, MehmedÂkif Kalabalıklarda Bir Yalnız Adam, Dergâh Yay., İstanbul 2015.
    Şimşek, Selami, MehmedÂkif ve Tasavvuf, Buhara Yay., İstanbul 2019.
    Toptaş, Mahmut, Akif’in Diliyle Açıklamalı İstiklâl Marşı, Cantaş Yay., İstanbul 1999.
Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Biraz Tarih Katarak / Şeref Akbaba
Aforizmalar / Naz
Bir Reçete Olarak Soljenitsin / Enes Güllü
Yalınayak / Nihan Feyza Lezgioğlu
Güllü Yemeni / Fatma Balcı
Tümünü Göster