Şiirin Resmi, Resmin Şiiri

Bütün sanat dalları ve türleri gibi şiir de döneminin ikliminden bağımsız değildir. Siyasal sistemlerden ekonomik yapıya, hayat tarzına, inanç ve düşüncelere, ilmî, ahlakî seviyeden kültür çeşitliliğine kadar birçok değişken dönemin iklimini oluşturur. O nedenle hayat, dünya ve insan telakkisi, döneminin şiirini biçim ve içerik olarak etkiler. Daha da önemlisi şiirin ne olduğuna ilişkin kavrayışı belirler.
Antik dönemlerde poem/poetry diye bilinen tür, bizim bugün şiir anlayışımızdan daha farklı idi. (Meselâ eski yunanca ve Latincede ‘poetika’ yapmak, üretmek, yaratmak anlamlarına geliyordu.) Aristo’nun Poetika’sındaki poem daha çok tragedyayla birlikte düşünülen yani doğrudan hayata yönelen bir nazarın çıkarması gereken ibret ve hikmetler ekseninde nitelik kazanmıştır. Sanatsal yarar ve hikmet, doğruları hayatı taklitle edineceğini düşünen bir tasavvurun verdiği imkânla sınırlı olmak durumundadır. Rönesans ve hemen sonrasına kadar şiir özelinde sanatın mimesis-praksis ve katarsis arasında benliği iyiye, güzele doğru arındırmak amacı vardır. Geleneksel birikim, mitolojiden İsa ve aziz hikâyelerine kadar geniş bir hakikat evreninde sanatçıya yeteri kadar nesnel malzeme vermiyor değildir. İnsana kalan baktığı o resimlerde gizli, açık hissettirilen duygulanıma kapılmak, hikmeti anlamak, bu yolla imanını artırmaktı. Belki de prehistorik dönemlerden beri insanlık sanatı ilkin bu etkin yararı sebebiyle icra etmiştir.
Botticelli’den Michelangelo’ya hatta Caravaggio’ya, Rembrandt’a kadar resimleri anlamak, onlardaki motif, figür ve renklerin dilini bilmekle doğru orantılıdır. Adeta onlar renklerle, figürler ve onların hareketini tasvir ederek şiir yazmışlardır. Şiir boyamışlardır desem daha uygun olacaktı. Ancak işin ilginç yanı sadece ressamlar değil aslında bütün sanat erbabı soyut tarza kadar bir anlamda resim yapmıştır. Dönemin kavramsallaştırması ile bu duruma ‘Ut pictura poesis’ denmiştir. Müzisyen resmi sesle, şair kelimelerle yapmıştır. Doğrudan müşahhas hayatlara odaklanan romanı söylemeye bile gerek yok. Hatta roman, insan ilişkilerini konu ettiği resmi okurun zihninde ne kadar sahici canlandırırsa o ölçüde başarılı sayılır. Şiirde resim unsuru kendisini nesnel ve gündelik hayata, gündelik algıya, gündelik dile uygun olarak kurmakla sağlanır.
Oysa şiirin özellikle bizim kültür sanat dünyamızda karşılığı nesnel değil öznel değerlerle ölçülür. Zaten şiir kelimesinin anlamında önce bu bariz ayrım vardır. Şiir ‘şuur’ demektir. Ne var ki, bu karşılık da kast edilen anlamı ifade etmekte yeterli olmaz. Yaşayan her insanda şuur vardır. Ancak şiirin şuuru, anlamı, var olan gerçekliğin ötesinde, maverada arar. Aranan, varlığı muazzez kılan asil gerçeklik veya hakikatin özüdür. Şair hep bu özün sırrını ifşa etmeye, anlaşılır kılmaya çalışmaktadır. Dizeler, kelimeler, imgeler böyle bir ödev yüklenir. Bir anlamda şair şiiriyle çoğu insana kapalı gelecek bir dil, anlaşılmaz gelecek bir edayla ontolojik hakikate yönelir. Onun için soylu olan o hakikati bulmak değildir. Esasen ruhunun derinliğinde hakikati bulamayacağını, daha doğrusu buna güç ve imkân yetiremeyeceğini, teorik olarak bulsa bile ossaat mum gibi eriyeceğini, un ufak olacağını bilir. Onun için soylu olan hakikati arama çabasıdır. Evraka’nın gizli yüklemi aramaktır.
Din ve felsefenin doğrudan amaçladığı hakikat, farklı veçhe ve niteliğiyle şiirin özüdür. Devir ve dönemlerin kültürel, sanatsal ortamına göre kimi değişkenler olsa bile şiirin asıl özü ve mahiyeti kalır, kalıcıdır. Buna ‘içerik’ dememiz şiirin özünü biçimden ayrı düşünmek şeklinde anlaşılmamalıdır. İçerik kendi değer ve letafetine uygun sesi, rengi, ritmi, müziği, vurguyu, akışı, ölçüyü bulacaktır, bulmak zorundadır. Birinin başarılı diğerinin başarısız olma durumu söz konusu olamaz. Böyle bir tezat varsa orada sanatın da şiirin de mahiyetine ilişkin yapısal mesele çözümlenmemiş demektir. Serbest ya da nazım olarak söylensin söz evvela içeriği (özü) sebebiyle şiir olma vasfı kazanır. Öz yoksa kendince istediğin kadar yaldızlı kelimelere sığın, dizelere istediğin kadar kavga, heyecan yükleyerek aczini gizlemeye çalış olmaz. Sadece şiiri gönül eğlemenin, ucuz, bayağı tatminlerin aracı yaparsın. Bu anlamda şiirin mahiyeti şairin diliyle varlığın kendini anlama ve anlatma çabasıdır.
Genel bağlamı ile sanatın özel anlamıyla şiirin hayatı ve varlığı anlama ve açıklama düzeyi, bilimi, felsefeyi hatta dini zorunlu kılan bilgi ve bilme türünden başkadır. Hele batı pozitivizmiyle insanlığın başına bela olan ideolojik söylemden (propaganda) tümüyle ayrıdır; ayrı olmak zorundadır. Çünkü şiir daha ilk sesiyle, ilk yönelişiyle ideolojinin amaçladığı yerden tam tersi bir güzergâhta menzilini seçer. Şiir olma vasfını evvela bu seçim farkından dolayı kazanır. Başkalık, iyi veya kötü, olumlu veya olumsuz bir kategoriye işaret etmediği gibi şiirin diğer bütün bilgi ve duyuş alanlarından yalıtıldığı anlamına da gelmez. Bu ayrıştırma, şiirin kendine has dünyasını belirlemenin belki ilk koşuludur. Önce ne olduğunu, nerede olduğunu, nerede olman gerektiğini bileceksin. Bileceksin ki, soru ve cevapların, ihtiyaç ve taleplerin karşılığını bulsun. Değilse şiire haksız, anlamsız yüklemeler yaparsın. Ondan haksız, yersiz isteklerde bulunursun. İster şair ister okur olalım, bir şiirin ne anlattığından, nasıl hissettirdiğinden önce bu teknik meselenin iyi anlaşılması gerekir. Varoluş düzey ve olgunluğunuzla bir hayatî mecburiyet olarak şiirin kendine has iklimine girmeyi, orada soluklanmayı, nefeslenmeyi başaramamış şair, istediği kadar ödünç unsurlara yaslansın, olmaz. Çünkü şiir, şair için artık dayanılmaz olan iç oluşumun yanardağ gibi patlamasıdır. Veya istediği kadar ideolojik, dinî veya bilimsel çığırtkanlıklarla yırtınsın, sözü şiir, şiiri söz olmaz. Sadece şiire taşıyamayacağı yüklemeler yapmış veya onu önemsizleştirmiş olur. Gerçekte böyle bir şey söz konusu olamayacağından, son tahlilde kendini önemsizleştirmiş olur.
Her dönemin, her kültürün kendine özgü şiir anlayışı olabilir. Güzelliğin her bir değişik durumda kendini farklı incelik ve esprilerle gösterme çeşitliliği, hakikatindeki zenginliğinden, zengin hakikatinden kaynaklanır. Varlığın hakikati, her bir yeni durumda kendini ifade edemeyecek yoksullukta olamaz. Şiirin sonsuz söyleyişe imkân veren tılsımlı çeşitliliği, bu zenginlikten gelir. Zenginlik şairce bir dilin şairce düşünüşü olarak dizelere yansır. Önemli olan değişen dünya ve hayatın dilimize, deyişimize hatta beğenilerimize etki eden yanları içinde şiirin asıl rengini, ritmini, dilini, cevherini yitirmemesidir, yitirmemektir. Dünyanın bütün şiirleri, farklı renkleri, imge anlayışları, hayata dokunuşları ile değerlidir; birbirlerini tamamlayan güzelliklerdir. Veya bütün iklimleri saran sonsuz güzelliklerin sonsuz güzel yansımalarıdır. Homeros bunun için güzeldir. Fuzulî bunun için; Bakî, Şeyh Galib, Yunus, Mevlâna, Baudelaıre, Rimbaud, Rilke, Eliot bunun için güzeldir. Mehmet Âkif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cumali Ünaldı, hepsi de ‘Edebiyat Cumhuriyeti’nin vatandaşları gibi paylaşımları ile bir güzelliği birlikte yaşıyorlar, yaşatıyorlardır.
Devir ve akımlara göre farklılaşması şiirin değişmez niteliğini zayıflatmaz. Sappho’dan aldığınız hazzın benzerini Adonis’ten de alırsınız. Novalis’in işaret ettiği bir dünyayı Ahmet Haşim veya Ali Ayçil veya Şeref Akbaba ile tamamlarsınız. Şiir her şairin, her okurun kendi imkân ve usulleri ile kıyısında susuzluklarını giderdikleri ırmaktır. O ırmak bütün şiir severlerin muhayyilesini, dilini, dimağını serinleterek bin yıllar boyu akmaktadır, akacaktır. Eğer nitelikte bir değişiklik olursa onu sanat çevrelerinden önce şiirin kendi akışı, ırası kabul etmez; kıyıya vurur. İdeolojik avutmalarını veya aşamadıkları ergenlik sevdalarını şiir sanıp da savruldukları kıyıda ıskartaya çıkmış sayısız muhteşem şair ağabeylerimiz vardır! Nesnel olanın, görünenin ötesine geçemediler. Hep resim yapmaya çalıştılar hatta fotoğraf karesine girmeye çabalamaktan başka amaçları olmadı. Oysa geldiğimiz aşamada ressamlar bile bir şiirin resmini yapmaya çalışırlarken şair bir resmin içinde nasıl kaybolmayı seçer? Dar ve kapalı dünyalarında ne kadar başarılıydılar belki. Belki sıkılı yumuklarıyla ‘militan’lığa hazır seyircilerin beklediği sokak ve salonların sahnelerinde veya sayfalarda davul çalıp durdular. Hiç gizlemeden, saklamadan çıkardıkları dergiye ‘Militan’ adını verenler oldu. (Kani olmak isteyenler baksın; Ataol Behramoğlu, Metin Demirtaş, Şiirin Knadında Mektuplar, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İst. 1997, s, 11, 25, vd.)
Bir süreliğine döneminin sığlığı veya bayağılığı içinde çelik çomak oynama zevki yaşansa da sanatın istismarıyla köpürtülen dalgalar çekip gider; zamanın, yalanı ve hakikati ayrıştıran eleğinden geçen, değer olup insanlığın estetik dimağına ve anlam dünyasına katan, katılan yine has şiirin kendisi olur. Kimi çapsız, derinliksiz estetik sayıklamalarının tersine örneğin divan edebiyatından bilmem kaçıncı yeni akıma kadar şiirin aynı varlık ve hakikat güzergâhında seyrettiğini görürsünüz. İdeolojik körlükleriyle yol bulmaya çalışanların şiirden önce gerçek bir var oluş meselelerinin olduğu aşikârdır. Varlık sıkıntısını aşamayan şiirimizin ideolojik baskılar sebebiyle dönemsel tökezlemeler yaşadığı doğrudur. Tökezleme bütün edebiyat ve sanat faaliyetinde yaşanmıştır. Bu dönemde sanatın tatmin ve telkin eden büyülü gücü ideolojik maksatların aracı kılınmak istenmiştir. Sonuçta sanat ve sanatla var olan duyarlık gözle görülür bir irtifa kaybetmiştir.
Çoğu zaman sanatın incelten, derinleştiren duyarlığıyla kemale erenler, bir vakitler çiğ ve hadsiz söylemlerinden mahçup olurlar, olmuşlardır. Bu durum sadece kendi sanat edebiyat tarihimiz veya serüvenimiz için değil, bütün dünya sanat faaliyetlerinde böyledir. Belki bunun için bir dönem ‘Edebiyat Cumhuriyeti’ diye bir oluşum, sınırları, sınıfları aşarak sanat adamlarını sanatın ortak duyarlık alanında birleştiriyordu. Esasen bu birliktelik, ulusal katılık ve ideolojik keskinliklerle temel insanî hissiyat ve hakikatin geriye itilmesine son derece haklı, asil bir tepkidir. İnsanın, insanlığın ontolojik özünü savunmak, sanata sığınmanın en fıtrî gerekçesi sayılmıştır. Veya sanatla uğraşan kendisini böyle fıtrî bir hakikatin tam ortasında, içinde bulur.
Özetle ressamların şiirin resmini yapmaya yöneldikleri bir dönemde şairlerin nesnel gerçeklikleri aşmanın kutlu, kurtarıcı çabası içinde olmalarına acil ihtiyaç vardır. Çünkü insanlığın karanlığa bulaşmış ruhuna aydınlık yolu ilham edecek sedadan biri de şiirden gelecektir. Gelmek zorundadır. Üstelik bir iç ses, iç yankı olarak.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Biraz Tarih Katarak / Şeref Akbaba
Aforizmalar / Naz
Bir Reçete Olarak Soljenitsin / Enes Güllü
Yalınayak / Nihan Feyza Lezgioğlu
Güllü Yemeni / Fatma Balcı
Tümünü Göster