Metin Önal Mengüşoğlu ile “Gavur Kayırıcılar” Üzerine

Sayın Metin Önal Mengüşoğlu, ilk kitabınız hikayelerden oluşuyor. Adını “Gâvur Kayırıcılar” koydunuz. Niçin hikayeyle başladınız? Niçin bu isimle yayımlandı ve niçin şiir değil hikaye? Yoksa hikaye daha mı ağır basıyor?

Benim yazı hayatımın garip bir kaderi var. Yazmaya şiirle başladım. Çok genç yaşlarda ülkenin belli başlı dergilerinde şiirlerim yayımlandı. Ama ilk kitabım “Gâvur Kayırıcılar” hikayelerden oluşuyordu. Asyalı Bir Ozan diye bilinmişken “Harput Şehrengizi” namlı anı-deneme türündeki eserim Türkiye Yazarlar Birliği ödülünü aldı. Bizim camianın sözü geçer sanat çevreleri beni, tefekkürü önceleyen yönümden ötürü gözlerini kısarak izler. Tefekkür çevrelerinin ise aykırı üslubu sayılırım. Başkaları konu etmese ben asla durumumu tuhaf karşılamayacağım. Zira yakinen tanıdığımı sandığım ülkemde yakinen tanıdığım ben. Herkesler gibi düşünmeyen, başka şeyler söyleyen birisi olduğumun elbet farkındayım.

Tuhaflığa bakınız ki “Gâvur Kayırıcılar” adlı eserim 1973’de yayımlandı. Liseli yıllarımda kaleme alınmış o dönemin moda konularından Anadolu merkezli hikayelerden mürekkepti. Kitap yayımlandığının hemen akabinde, bir kitap yayımlandı. Adı: “Mezheplik Furyası”. Kitabımın dört beş misli hacmindeki bu kitap, kitabımın ve benim ismimi anmadan (herhalde o zaman meşhur etmek istemiyordu) hikayelerimin kimi kahramanlarına ait diyalogları tırnak içinde veriyor, ardından bu ifadelerin sahiplerini mezhepsizlik, vehhabilik ve daha bilmem ne’likle suçluyordu.

Elbet kitabımda, durmadan gâvur gâvur diyerek birilerini suçladığı halde tutum ve tavırlarıyla bilmeden veya bilerek gâvura hizmet eden bizim cenahın donkişotlarını sergilemeye çalışmıştım. Görüyordum ki tam isabet sağlamıştım. Gâvuru  kimin ayakta tuttuğunu kimin kayırdığını okuyan anlıyordu. Niçin böyle bir kitapla, böylesi konularla başlamıştım? Niçin başlamayaydım? Anlattığım benim insanımın hikayesiydi. Bense dinini ana kaynağından öğrenme ve yaşama gayretindeki çocuklarıydım onların. Kuşak çatışmasını, iki din anlayışı arasındaki ( Allah’ in dini – ataların dinleri) farklılıkları öyküleme tekniği içerisinde ve dönemine göre, bizim camianın o zamandaki düzeyi hatırlanırsa, fiziki görüntüsü de hayli yüksek bir çalışma çıkmıştı ortaya.

Niçin şiir kitabı değil de hikaye kitabı? Altmışlı yılların sonlarından itibaren artık İstanbul’daydım. Farklı bir arkadaş grubu oluşturmuştuk. Dinimizi doğru öğrenmemiz gerektiğini savunarak gelenekçi çevrelerle, statükocuları bayağı rahatsız ediyorduk. Ben şiirimle de aynı söylem çizgisini sürdürüyordum ama hikayenin bazı çevrelere, yani mesaj ulaştırmak istediğimiz çevrelere daha erken ulaşacağını biliyordum. Nitekim tepkisinden sözettiğim hocanın tutumu beni doğruluyordu.

Elbet söyleyecek sözlerimiz vardı. Biz tekrar yapmıyorduk. Başka bir şey söylüyorduk. Oktay Akbal, Rauf Mutluay, Mustafa Kutlu kitap hakkında çok olumlu şeyler söylediler. Ama bizim cenah görmezden geldi. Zira hocaefendileri rahatsız etmiştik. Derhal burslarım kesildi, yurtlarından kovuldum. Siz hiç aforoz edildiniz mi? Ben edildim. Bazılarının ancak bugün ulaşabildikleri muhakemeyi ve ufku biz Allah’ın izniyle o zamanlar yakalamıştık.

Hafızamda çağdaş yerli-yabancı öykücüler var. Kimilerini zevkle okuduğum ve kimilerinin de hasretle öykülerini beklediğim öykücülerimiz. Türkiye ‘de öykünün bulunduğu yer neresi? Sizin öyküde öncüleriniz kimler? Ve niçin öykü?

Öykü harika bir anlatım alanı. Benim de hasretlerim içinde yatıyor. Benim yetişme yıllarımda Türk öykücülerinden Saik Faik’ten başkası dikkatimi çekmezdi. Bir de müstakil kitaplar vardı ki yeni zamanlarda onların benzeri çalışmaları yok oldu. Mesela Ziya Osman Saba’nın “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” gibi. Ayrıca Çehov’dan O. Henry’e, Poe’dan Kafka, Beckett, Gide, Camus, lonesoo’ya kadar okumaya çalıştım. Dostoyevski okur yazarların piriydi zaten. Ayrıca Brecht, O’neil, Ibsen gibi oyun yazarları beni çok etkiledi.

Üstad Necip Fazıl ve Sezai Karakoç ile çok erken yaşlarda birebir tanış olmayı da hesaba katarsanız beni yetiştiren dinamikleri yakalamanız mümkün. Mesela Necip Fazıl’ in “Hasene Bacı öyküsü” ile Sezai Karakoç’ un “Meydan Ortaya Çıktığında” başlıklı hikayeleri bana rehberlik etmiştir, iki eser de Türk insanını öylesine gerçekçi yakalamıştır ki bugün bile benzerleri olduğunu sanmıyorum. Ömer Lekesiz’i kızdırmak istemem ama durum bu.

“Gâvur Kayırıcılar”da Ağabeyimin Dönüşü, Güzel Güzel Erirken ve Lütfen Çocukları Öldürmeyiniz başlıklı hikayeler kuşağını etkileyen bilinç akımının etkilerini taşır. Dr. S adlı öykü kitabımda da aynı akımın izlerini bulmak mümkün. Ama kimden etkilendim diye isim sorarsanız, Yılmaz Güney filmlerini örnek gösterebilirim. Yahut Elia Kazan, Ingmar Bergman, Sergio Leone filmleri… Benim kuşağım bilinç akımı üzerine Anadolu romantizmini ekleyerek eserler verdi. Ben fazladan bir de muvahhid kaygılar taşıyordum. Beni bu tutumum yüzünden bazı sanat çevreleri başka kategorilere kaydırmak istiyorlar. Antolojilerine almıyorlar mesela. Ve mesela Dr. S adlı hikaye kitabım yayımlandığında Cevat Çapan’ın bunu öğrencilerine tavsiye ettiğini bizzat tanımadığım öğrencinin biri söylemişti. Lakin bizim(mi) Lekesiz Ömer’e göre başkalarıyla ben de öykücü değilim.Türkiye’de öykünün bulunduğu yer Ömer Lekesiz’in gösteremediği bir yer olmalıdır.
Öykü alanına son yıllarda hanım kalemlerin kaydığını görmekten mutluyum. Çok yıllar önce eşim de öyküler yazmış, yayımlamış ve telif ücreti bile almıştı. Bunca eserinden tek kuruş telif ücreti yiyememiş olan benim halimi düşünün.

Kitaplarınızın isimleri de çarpıcı. “Doktor S” sanki “Bay X” gibi. Sonra denemeleriniz var. “Havada bulut yok bu ne dumandır”a muhalefet gibi “Havada Bulut Var” diyorsunuz. Niçin Havada Bulut Var? Biraz açılabilir misiniz? Bir de “Harput Şehrengizi” var. Onda neler gizli?

Benim gibilerin her sözü her tutumu çarpıcı. Neden mi? Çünkü ben muvafıkım ve çoğunluk benim muhalifimdir. Ben otuz yıldır bizimkiler siyasal parti kurmasınlar diyorum. Kültürel, medeni ve ahlaki ibda ve inşamızı ikmal etmeliyiz önce diyorum. Hiçbir legal örgütün üyesi değilim. Diplomalarımı yırttım, resmi iş yapmıyorum. Ticaretimde bankaların hiçbir rolü yoktur. Oy vermiyorum. İmam Hatip ve Kur’ an Kurslarındaki çocuklarımızın partimize potansiyel birer oy olmaktan öte bir değerlerinin bulunmadığını savunuyorum. Sistem onları kapatmadan önce bizlerin kapatmamız gerektiğini savundum. Çocuklarımızın orada heder edildiğini söyledim. İslam adına, Allah adına konuşanların konuşmalarındaki özensizliği şiddetle eleştiriyorum, insan Allah veya İslam adına yarı yanlış yarı doğru konuşmaktansa, kendisi adına temelli yanlış konuşsun bundan evladır, diyorum. Türkiye’de din adına konuşanların büyük çoğunluğu farkında olarak olmayarak yarı resmi bir söylem tutturmuşlardır. O söylem yığınla bid’at, hurafe, israiliyat muhtevidir. Her zaman söyledim işte şimdi de söylüyorum Din’i Allah’a has kılmadıkça iflah yok bize.

Ülkem bir büyük siyasal oyuna kurban gitmiş. Hala sosyal depremlerle sarsılıyor. Yönetenler bilir bilmez ihanetler içindeler. Ya halkım? Halkım da bu ihaneti davet eden, bu ihanetin zaferi için dua eden konumdadır. Ne yapmalıyım? Paradigma müflis. Halk müstahak. Hükümdar zalim. Hicret aklıma takılıyor. Kaçışın yiğitliğe sığmayacağını düşünüyorum. O şartların doğmadığını düşünüyorum. Beni temsil iddiasıyla başa güreşenler, ahlaki zaaflarıyla utanç veriyorlar bana. Burada söylediklerini orada inkar ediyorlar. Allah’tan başkasından Allah’tan korkar gibi hatta daha büyük bir korkuyla korkuyorlar. Yayınladıkları gazeteyi okuyor görünmekten sıkılıyorum, utanıyorum. Şimdi havada bulut var mı yok mu?
Sonunda kendi halkıyla mücadele eden biri olup çıktım karşınıza.
Bizim camiada iki temel ahlaki ilke temelli unutulmuş, ikaz müessesi işlemiyor. Güya Mevlana Celaleddin dermiş ki “sana söylenecek çok sözüm var ama kalbin kırılır diye söylemiyorum”. Böylece bizim insanımız kimsenin kalbini kırmayayım derken Hakk’ı kırar. Ezer, çiğner. Bu durumda bazı insanların kalbi kırılmaktan kurtulmuş ama maalesef çok kere çok yerde Hak kırılmış. Ben mesela Havada Bulut Var, Kimliğin Fotoğrafsız Yaprağı, Ağabeyime Mektuplar, Düşünmek Farzdır adlı eserlerimde bir deneme yaptım. Hakk’ı ikame edeyim, ayakta tutayım, dedim, isterse kimi kalpler kırılsın. Başardım herhalde ki arayanım soranım azaldı. Ama eğer arzu ettiğim gibi Hakk’ı ikame edebildiysem gam değil. Hakk’ın gönlünü kazanmak başka gönülleri kazanmaktan evladır.

Dininden, inancından, dünya görüşünden ısrarla kaçarak, kelimeler üzerinde oyun oynayan, bununla has şiir ürettiğini sanan aldanmıştır. Elbet davamı anlatacağım derken serapa hamaset ve asabiyet taşıyan harcı alem ürünler de sanatın nezaketine gölge düşürür. Çağdaş şiir diye başka bir şiir yoktur. Osmanlıdan önce Türklerde Osmanlıca divan şiiri mi vardı? O da dönemin çağdaş şiiriydi. Ha bugün yazılan şiirin bana ölçü olması mümkün değil. Zira henüz kendini tarihe katmamıştır.
Geleceğe kalmak isteyen şair, dizeleri arasından hangi dine inandığı anlaşılmasın diye, dilini dininden kaçıranlara benzememeli. Bugüne kalmış bütün büyük şairler aynı zamanda büyük mütefekkirler, hatta büyük dindarlardır. Hangisini hatırlarsanız hatırlayın. İşte Homeros, Dante, Şekspir, Tagor, ikbal, Sadi, Hafız, Baki, Akif.

Son olarak belleğimde tazeliğini koruyan “Kur”an da Sanat ve Estetik” isimli çalışmanız sürüyor sanıyorum. Çok sesler getireceğinden önemli boşluğu dolduracağından bahsetmiştiniz. Bu çalışmayı okuyucularımıza ne zaman sunacaksınız? Şu an ve gelecekte neler var?

İşte benim poetikam o eserde olacak inşallah. Müslümanın bir sanatçı olarak portresini o eserde çizmeye çalışacağım. Konu üzerinde çok konuşmalarım oldu. Yazılarım yayımlandı. Söyleşilerde değindim. Halen yazılarımı o konuya yoğunlaşarak yayımlıyorum, inancım odur ki sanat yetisi tıpkı idrak gibi fıtratımıza Rabbin ruhundan üflenmiş bir keramettir. Yaratılanlar arasında yalnız insan sanatkârdır. Allah’ın bu ikramını reddeden sakar bir hayat yaşar, bu ikramı değerlendiren sanatkârca yaşar. Şimdilik bu kadar. Şu an bu esere çalışıyorum. Gelecekte ne olacak, ancak Rabbim bilir. Vesselam.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Belirleme XI / Ay Vakti
Maskeler / Özcan Ünlü
Kimin Yürüyüşünü Taklit Ediyoruz? / Alaeddin Özdenören
Ölümlü Mısralar / Ayşegül Kürüm
Dakika 2/ Dakika 3 / Hamit Can
Tümünü Göster