Dakika 1

Her gün aynı telaş. Sabah evden çıkış. Saat sekiz. Trenler tıklım tıklım. Vapurlar hıncahınç. Otobüsler balık istifi. Ağız kokuları. Kimi akşamdan kalma. Yüzlerde huzur yok. Rahattan uzak. Yalnız gerginlik. Çağdaş deyimiyle stres. Kollar, tavandaki tutamaklarda asılı. Kimi oturanlarda gazeteler. Yaprak hışırtıları. Mekanik hareketlerle çevrilen sayfalar. Gözlerdeki ifadeler boş. Eller, kavgaya hazır. Bedenler, hayatın tüm olumsuzluklarına göre kurulmuş zemberekler gibi. Sanki her an patlamaya ayarlı. Monoton takırtılar. Gittikçe yoğunlaşan. Yoğunlaştıkça içi daraltan. Gelişigüzel dizilmiş satranç taşlarını andıran insanlar. Hangisi piyon, hangisi at, hangisi şah belli değil. Trenin durduğu istasyonlarda oyundan çıkanların yerini dolduran yeni oyuncular. Mat olmakla yılları geçmiş müflisler. Geleceği siyah bir fil gibi algılayan, yarınları karamsar pencereden seyredenler. Harabeye dönmüş kaleler. İdealleri beklentiye, sonra gerçekleşmesi imkansız hayallere dönüşmüş olanlar. Konuşanlar. Nostaljik takılanlar. Yapmacık gülüşmeler. Yaşamından anekdotlar aktaranlar. Hiç sesi-soluğu çıkmayanlar. Uyuklayanlar. Düşünenler. Düş kuranlar. İşlerinin çekilmezliğinden dem vuranlar. Şehrin düzensizliğini eleştirenler. Öfkelenenler. Siyaset dünyasından söz edenler. Hastanelerdeki trajikomik olayları konu edinenler. Sigara tiryakileri. Televizyon sevdalıları. Telefon hastaları. Dile getirilen banka kuyrukları. Baygınlıklar, ölüp dirilmelerle yüklü cümleler. Şimdiden yaz tatilini iple çekenler. Rüyalarının etkisinden kurtulamayanlar. Maç kritiği yapanlar. Motosiklet meraklıları. Araba tutkunları. Büyük ikramiyeyi kıl payı kaçıranlar. Realitenin sert çehresiyle yüz yüze gelmemek için içine çekilmiş olanlar. Başkalarına özenenler. Kendilerini yenileyememiş, silik gölgeler. Kalabalığın ortasında yalnızlık çekenler. Günleri, ayları karıştıranlar. Mideye dokunan yemeklerden yakınanlar. Evhamlılar. Şişmanlar. Zayıflar. Bir deri bir kemik kalmış vücutlar. İri yapılılar. Gözlüklüler, gözlüksüzler. Memurlar, işçiler, serbest çalışanlar. İş aramaktan ayaklarında derman kalmamış işsizler. Kırlaşmış kafalar. Yana taranmış saçlar. Kravatlılar. Traşlı, traşsız yüzler. Kulakları zor işitenler. Tez canlılar. Soğukkanlılar. Neşeliler. Herkesten soğumuş küskünler. Mutsuzlar. Bağıra bağıra hatıralarını anlatan görgüsüzler. Kaygısızlar. Öksürük nöbetine tutulanlar. Kağıt mendillerini ellerinde tutanlar. Evi-barkı olmayan düşkünler. Sokaklarda sabahlayan serseriler. Her şeyi pişkinlikle karşılayan arsızlar. Hakikati realite sananlar. Dürüstler. Üçkâğıtçılar. Kendisiyle barışık yaşayanlar. Kendilerinden uzaklaşmış melankolikler. Duyguları altüst olmuş bunalımlılar. Yankesiciler. Delikanlılar, gençler, yaşlılar. Erkekler, kadınlar. Yerliler, yabancılar.
Her gün birlikte aynı havayı teneffüs ettiğimiz insanlar. Her birinin kendine has ilginç bir öyküsü var. Sözgelimi, şu yaşlı adam. Gençliğini kim bilir nerede ve nasıl geçirmiş? Sabah sabah kimlerle görüşmeye gidiyor? Ona bazı sorular sorulsa, Allah bilir ne ilginç cevaplar alınır. Muhtemelen bir devlet dairesinden veya özel bir şirketten emekli. Üst düzeyde yöneticilik yapmış olabilir. Yüzü geniş. Kaşları gür. Burnu kocaman. Dikkatle bakılırsa, ciddi duruşunun altında, insanlara tepeden bakmaya alışık bir psikolojiye sahip olduğunu anlamak mümkün. Kulaklarında keklik yumurtasından ufak beyaz bir nesne var. Demek ki sağır. Kalın çerçeveli siyah gözlüğünü düzeltirken, belli etmemeye çalışarak, çevreyi süzüyor. Acaba dünyayı, insanları nasıl yorumluyor?
Hayret! Sonradan anlıyorum, emekli falan değilmiş. Memur, bürokrat hiç değil. Sanatkârmış. Kendi çapında ünlü bir ressam. Renklerin dünyasında yaşayan eski bir  fırça ustası. Enteresan! Rütbeleri sökülmüş bir komutan edasında… İçime bir burukluk oturuyor.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Belirleme X / Ay Vakti
Çözümlemeler / Nurettin Durman
Dakika 1 / Hamit Can
Bağbozumu Saati / Fatma Çolak
Cemre / Şeref Akbaba
Tümünü Göster