Türk Şiir Poetikasına Bütüncül Bir Bakış

Şiir, hiç şüphesiz bütün zamanların en gözde sanatıdır.

Tarihin hiçbir döneminde tahtından olmamıştır. Henüz yeryüzü ve üstündekiler yokken“önce söz vardı” hakikatine muhatap olmak, şiirin varlığı bağlamında insana ciddi ipuçları sunmaktadır. Şiirle kutsala yaklaşma, sözün en muteber olanıyla varolma düşüncesi, insan için oldukça kritik zihni bir faaliyet olarak karşımıza çıkar. Şiir ilham işidir, şaire vehmedilir yaklaşımı, mahiyet itibariyle şiire en başından ayrı bir önem atfettiğimizi gösterir. Kadim anlayışa göre şair sırra vakıf olan kişidir. Muhtemeldir ki yine bu anlayış dolayısıyla Türk kültüründe ozan/âşık dokunulmazdır. O, önce Hak sonra halk dostudur. Gözünde perde yoktur, gönül gözü açıktır, duasını almak tavsiye edilen bir davranıştır.

Şiir ve şair kavramları üzerine yapılan tartışmalar, hemen her devrin kendi aktüel konusu olmuştur. Belli bir teori ve uygulama bağlamında M.Ö 300’lü yıllardaAristo’nun ünlü eseri Poetika ile başlayan süreç, farklı dönemlerde değişik önceliklerle edebiyat ve felsefenin en can alıcı konularından birisi olmuştur. Ünlü filozof ve edebiyatçılar şiir sanatı üzerine değerlendirmelerde bulunmuş, poetika yazılarıyla literatüre katkı sunmuşlardır.Şiir üzerine derli toplu görüş, yorum, anlayış ve değerlendirmeolarak tanımlanan poetika, şairin şiirle ünsiyeti noktasında okura edebi zevk pencerelerini açan bir kavramdır. Sözün ölçülü söylenmesi yönüyle mantık ilmine yakın bulan filozoflar olduğu gibi, ahenk unsurları dolayısıyla müziğe yaklaştıranlar da olmuştur. Aristo’dan sonra bu minvalde hem Batı’da hem de Doğu’da pek çok eserin kaleme alındığı görürüz. Başta Platon ve Farabi olmak üzere İbn Sina, İbnRüşd, İbn Arabi gibi düşünürler konuya yeni zaviyelerden bakarak yaptıkları değerlendirmeleri birer risaleyle kalıcı kılmışlardır.

Şiir neden/niçin yazılır? sorusuna cevap arayan poetika; biçim, içerik, dil, üslup ve estetik değer bakımından şairi ilkesel olmaya davet eder. Bir başka deyişle şairin kendine ve sanatına saygısını gösteren bir iz, işaret veya duruşu ifade eder. Poetika şiirin varlık, şairin ise hareket noktasıdır. Kelimelerden kendine özgü bir imgelem ve dünya yaratan şair, dilin girift örgülerine anlamları saklamakta mahirdir. Asgari şiir bilgisine sahip olmayanlar için bu alan çok da tekin değildir. Zira ideal ile taklidin yan yana durduğu bir yerde arınmış olanı seçebilmek kolay olmayacaktır. Dolasıyla mimesis ve katharsisi şiirin varlık nedeni olarak ortaya koyduğumuzda yine kendisine çıkmıyorsa yolumuz,  muhtemelen yanılgı içindeyiz. Bu bağlamda Türk şiirinin tarihi devirleri göz önüne alındığında poetik olarak nasıl bir çizgi takip edildiğini, değişim ve dönüşümlerin nasıl ve ne seviyede olduğunu görmek mümkündür.

  1. Eski Türk Şiiri

Şair ile sahir arasında sadece lafzi değil, aynı zamanda anlam bakımından da bir yakınlık vardır. Şair de sahir de muhatabını bir şekilde “büyülemek” ister. Eski Türklerde şair, farklı kimliklerle karşımıza çıkar. Şaman vasfıyla dini otorite, baksı kimliğiyle hekim, ozan kimliğiyle şiir üstadı ve büyücü… Yazının kullanılmadığı en eski dönemlerde insanlar söylediklerini sırlamak için şiiri kullanmışlardır. Çünkü şiir bir yönüyle sözü tuzlamaktır. Ölçülü ve ahenkli söz unutulmaz, çabuk ezberlenir. Bu açıdan değerlendirildiğinde eski Türk şiirinin poetik önceliğikalıcılıktır. Göktanrı ve kut inancı etrafında anlatılan destan metinlerinden yuğ törenlerinde yakılan ağıtlara -sagu- kadar muhteviyat olarak göksel bir terennüm söz konusudur. Coğrafyanın şekillendirdiği hayat şartları ozanın dili üzerinde açık bir etkiye sahiptir. Şairin kelime seçimi, dağdan kopan kardan ve fırtınadan bağımsız değildir. At, yay ve okun sesi ozanın sesine karışır.Maniheist ve Budist öğretilerin gölgesinde daha çok didaktik bir yazın oluşturan Uygurlarda ruhani bir iç sesin metinlere sindiğini tespit ederiz. Hâlbuki Hun ve Göktürk bozkırında kopuza eşlik eden hamasi bir haykırış vardır.

Her edebi devir, eser, düşünce veya birikim kendinden sonraki dönemin doğuş sebebidir. İnceleme ve değerlendirme kolaylığı için belli kıstaslara göre yapılan sınıflamalar, keskin bir ayırıma tabi tutulduğunda yazının ortak aracı olan dile muhalif bir tercih yapılmış olur. Zira dil, edebiyatın varlık sebebidir. Bu bağlamda eski Türk şiirindeki başat unsurların İslami dönemde özellikle halk şiirinde neredeyse birebir devam ettiğini söyleyebiliriz. Sözlü geleneğe bağlı olan edebiyattaki çizgisel devinim, yatay boyutta çok az dalgalanmalarla varlığını sürdürmüştür. Fakat yazılı edebiyatın dikey değişimi çok daha belirgindir. Din ve kültür değişimi hayatın bütün şubelerinde değişikliğe neden olduğu gibi sanat anlayışında da etkili olmuştur. Bu değişim şiirde hem dize hem de dizge değişikliği meydana getirmiştir. İslam dininin kabulüyle başlayan yeni dönem, bambaşka bir edebi hareketindoğuşunu müjdeler.

2. İslami Dönem Türk Şiiri

Şiir, ıstırap çeken ruhun çığlığıdır. Nerede, hangi şartlarda olursa olsun “bir vesileyle” dışarı çıkar ve kendisini duyacak kulaklara erişir. İslami dönemde Türk şiirinde ciddi bir eksen kaymasının meydana geldiğini görürüz. Dini düşüncede başlayan devrim,edebi sahaya da sirayet eder. Daha önce bilinmeyen bir dünyanın keşfi başlar. Bu keşif, bir kesişimdir aynı zamanda. Belagatin zirveden inmediği Fars şiiriyle veznin musikiye eşlik ettiği Arap şiirinin kesiştiği noktada Türk şiiri, yeni yüzüyle neşvünema bulur. Taklidi yılların acemiliğinden sonra erişilen orijinallik her iki şiirle –Arap ve Fars- yarışacak erginliğe ulaşır. Baki, Fuzuli, Nef’i ve Şeyh Galip gibi şairler, sahanın mutlak söz sultanları olarak ortaya çıkar. İslami dönemde şiiri besleyen asıl düşünce “tasavvuf”tur. Şiirin mistik kapılarını ardına kadar açan tasavvufi hareket, şaire dil ve ifade sınırlarını zorlama imkânı vermiştir. Zira “şairlere gelince…” ile başlayan ilahi uyarı, tekinsiz bir vadiyi işaret etmektedir. Bu tekinsiz vadiyi güvenli kılan bir diğer işaret vardır ki şairler için nispeten güvenli bir liman olmuştur: Çünkü kulaklar “şiirde hikmet vardır.” düsturunu küpe yapmıştır kendisine. Marifetullah’a aşina olma kasdıyla keşfe niyetlenen şairin hal ilmibu sahadaki şiirin çıkış noktasıdır. Mutlak Güzel’in peşinde tebliğ etmeden telkinde bulanan dönem şairleri, sözün değerini düşürmeden sanat icra etmeyi kimliklerinin bir gereği olarak görmüşlerdir. Tezkireler, Divan dibaceleri, mesnevilerdeki sebeb-i telifler ve şairin kendi şiirini öne çıkardığı kasidelerdeki fahriye bölümleri, İslami şiirin poetik kimliğini doğrudan yansıtmaktadır.İslami dönem şiirini; din, tasavvuf, aşk, tabiat ve insan ekseninde kendini var eden bir şiir olarak okuyabiliriz. Sözün kısa ve yoğun anlamlı olması tercih sebebi olduğundan beyit bütünlüğünü önceleyen Divan şairi özgünlüğü üslupta arar. Geleneğin şekillendirdiği bir sahada kalıcılık ancak yeni bir ses ve solukla mümkün olur.

Edebiyat, sosyal ve siyasi hayattan kopuk bir sanat değildir. Yaşanılan coğrafyadaki hemen her değişim ve dönüşüm, sanatçıyı da etkiler. 18. yüzyıldan sonra sosyal hayatta görülen Batı etkisi doğal olarak şairin ve şiirin çehresini değiştirmiştir. Dil başta olmak üzere şekil ve muhteviyat değişiminin başladığı bu yeni dönem, daha çok Fransız ekolüyle biçimlenmeye başlayacaktır.

3. Batı Etkisinde Gelişen Türk Şiiri

Şiir, kendi içinde bütünlüğü olan ve çok katmanlı anlam dizgelerine sahip olan bir söz sanattır.  Tanzimat’ın getirdiği yeniliklerle derinleşen fay hatları, başta siyasi ve sosyal hayatta daha sonra da sanat ve düşünce dünyasında derin kırılmalara neden olmuştur. Doğu-Batı çatışması ekseninde yapılan tartışmalar, fikri ve edebi hayatı etkilemiş, yeni düşünce ve edebiyat akımlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Sanatçılar eski-yeni ikileminde kendi çizgilerini oluştururken çoğu zaman karşı çıktıkları durumları bir çelişki olarak eserlerinde yansıtırlar. Batı etkisiyle şiirde başlayan yeni denemeler daha çok işlenen tema üzerinde olsa da şekli değişimler serbest müstezat tarzıyla desteklenmiştir. Sanat ve toplum merkezli tartışmalarda “toplum için sanat ve dilin sadeliği” konusu öne çıkmıştır. Devrin önemli simalarından Ziya Paşa ve Namık Kemal arasındaki polemiklerden külliyata dönüşen Harabat (3 cilt) ile Tahrib-i Harabat bunun en güzel örneğidir. İçerik olarak şair-iktidar, Doğu-Batı, sanat ve gerçeklik, taklit ve telif gibi kavramların irdelendiği görülür. Aynı dönemde yenilikçilerin üstadı Recaizade Mahmut Ekrem’in Talim-i Edebiyat eseri ile yeni cephenin muhalifi ve karşı duruşu temsil eden Muallim Naci’nin Islahat-ı Edebiyye çalışması edebi çatışmalar odağında alana hareket getirmiştir. Belagat, estetik, ahenk gibi konuların tartışıldığı bu eserler, kendilerinden sonra gelecek genç sanatçıları yönlendirmiştir.

Poetik bağlamda asıl değişimlerin Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati döneminde olduğunu söylemek mümkündür. Bir dergi etrafında bir araya gelen ve belli ortak ilkelere göre şiir yazan topluluk sanatçılarının oluşturduğu edebiyat bağlamında Servet-i Fünun şairleri ve öncüsü Tevfik Fikret büyük yenilikçi olarak kabul edilir. Türk edebiyatında ilk defa bir “manifesto” ile ortaya çıkan Fecr-i Ati topluluğu, bu alanda bir ilke imza atmıştır. Bu manifestonun bir şerhi olarak kabul edilebileceğimiz Piyale Ön söz’ünde Ahmet Haşim, en ciddi poetikalardan birini kaleme alır. Ahmet Haşim, ön sözde şiirde anlam, açıklık ve kapalılık, şiir-okur ve şiir-musiki arasındaki ilişkileri derinlemesine inceler. “Şiir, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın bir sanattır” mottosunun öne çıktığı bu yazı, en dikkat çekici çalışmalardan biri olarak kayda geçecektir.Milli Edebiyat döneminde M. Akif Ersoy, Ziya Gökalp ve Faruk Nafiz Çamlıbel’in poetik manzum ve mensur açıklamaları dönemi anlamak bağlamında önemlidir. Saf şiir geleneğini sürdüren önemli estet Tanpınar’ın “Antalyalı Genç Kıza Mektup” yazısı şiir anlayışını ortaya koyması bakımından dikkatle okunacak bir diğer çalışmadır. Orhan Veli ve arkadaşlarının başlattığı ve Türk şiirinde çığır açan “vezinsiz, kafiyesiz serbest şiir” hareketi “garip” karşılansa da etkili olmuştur. Poetika noktasında Garip’in Ön Sözüetkileyicidir. Necip Fazıl’ın müstakil poetika notları, Türk şiir poetikası bağlamında bugün en çok konuşulan eserlerden biridir. İkinci yeni şairlerinin eser ve şiirlerinde, kapalı şiirin kimliği ve imge üzerine yazdıkları diğer kaynaklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Diriliş hareketine bağlı olarak Sezai Karakoç’un edebi yazılarıyla İsmet Özel’in “Şiir Okuma Kılavuzu”nu bu buraya ilave etmek gerekir. 

4. Poetikasız Şair ya da Günümüz Şiirinde Yönsüzlük

Şiir, ancak şiirle tartılabilecek incelikte bir sanattır.  Bu yönüyle kendinden başka bir şeye benzemez. Varlık sebebi yine kendisidir.   Şair, kelimelerle örülen bu mitik ve mistik dünyayı mahrem bir alan olarak kabul eder. Yahya Kemal, bu durumu “mısra benim haysiyetimdir” cümlesiyle ifade eder.  Yukarıda dönemsel olarak değerlendirdiğimiz Türk şiirindeki poetik öncelikleri ne yazık ki son zamanlarda göremiyoruz. Özellikle 2000’li yıllardan sonra şiirin kenara çekildiğini, şiirin ruhunu okşayan şair ve okurların azaldığını görmekteyiz. Gerçek şairler -ki sayıları çok az- sıfat olarak kendilerine “şair” demekten sakınacak kadar “ince ve güzel adamlardır”. Bugünün şiiri yetim değilse onların sayesindedir.

Asıl tehlike köksüz, yönsüz, moda uğruna savrulan, devamlılığı olmayan, bir üslup geliştiremeyen ama “tüketim malzemesi” olarak şiir adına sesi gür çıkanlardadır… Bu çağın bir diğer imtihanı da “sosyal medya”…  Sosyal medya hesaplarında oradan buradan ç/aldığı kelime ve mısralarla “şiir yazdığını zanneden” ve dostlar arasında bir sıfat elde ettiğini düşünen kimimüteşairlerin bir şiir çizgisi olmadığı gibi,çoğunun “poetika” kavramından bi-haber olduğunu söyleyebiliriz.

Poetika, şairin pusulasıdır, yol haritasıdır. Onu sıradanlıktan korur…

Şairin edebi kimlik ve kişiliğinin oluşumunda birince derecede etkilidir.

Potikasız şairin şiiri yok hükmündedir.

Kaynakça

Karakoç, Sezai. Edebiyat Yazıları-1. İstanbul: Diriliş Yayınları, 1982.

Aristoteles, Poetika,(çev. İsmail Tunalı). İstanbul: Remzi Yayınları, 2001.

Ayvazoğlu, Beşir. İslam Estetiği. İstanbul: Ağaç Yayıncılık, 1992.

Haşim, Ahmet. “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar “. Piyale. Haz. M. Fatih Andı – Nuri Sağlam. 15-20. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2008.

Pürcevâdî, Nasrullah. Can Esintisi-İslam’da Şiir Metafiziği. Trc. Hicabi Kırlangıç. İstanbul: İnsan Yayınları, 1998.

Okay, M. Orhan. Poetika Dersleri. 2. Baskı. İstanbul: Dergah Yayınları, 2013.

Levend, Agah Sırrı. Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: TTK Yayınları, 1984.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Bir-İki Erzurum / Şeref Akbaba
Sonsuz Senfoni / Semra Saraç
Karaboyun Durağı / Ferhat Öksüz
Yazgı / Yavuz Ertürk
Ayna Geçitlerinde Bir Beyaz Karanfil / Güven Fatsa
Tümünü Göster