Mehmet’in Madalyaları

                                               Bu bir özür değil. Ancak iyi bir mesaj olurdu.
Hemen hemen herkesten önce uyanır Mehmet. Ama gözlerini tavana dikip, annesinin kalkmasını bekler sakince. Sakince çünkü Mehmet çocukluğundan beri her şeyi akılalmaz bir sakinlikte yapmaktadır. Ve bir o kadar sessizce. Çocukluğunda geçirdiği hastalık yüzünden onun aklı asla bedeni ile birlikte büyümeyecektir. Mehmet’in elleri, ayakları ve aslında yakışıklı sayılabilecek başı yirmi iki yaşında. Aklı ise sadece üç.
Annesi sabahları, hemen hemen aynı saatlerde kapısını açar. “Hadi oğlum, artık kalk” der ona. Mehmet’te yıllardır yaptıklarını ardı ardına tekrar eder: Yorganın aynı ucunu tutarak kalkar, terliklerini giyer, yatağını düzeltir ve kesik kesik hareketlerle üstündekileri çıkartmaya başlar. Artık annesinin yardımına ihtiyacı vardır, bu yüzden ona doğru yaklaşır ufak adımlarla. Bir iki ufak hareketle, sessizce, elbette sessizce, pijamalarını çıkartır. Annesi bir pantolon ve bir de kısa kollu gömlek çıkartır onun için. Kazak ve süveter gibi kıyafetlerde biraz zorlanmakla beraber, gömlekleri başarı ile giymektedir Mehmet, bu yüzden annesinin yardımına ihtiyaç duymaz. Ara sıra düğmelerin sırasını sasırsa bile, gömleklerini kendisi giyer.
Hemen hemen her sabah, annesinin çevresinde huzursuzca dolaştıktan sonra yardımı ile tuvalete gider.
Annesi onun hazırlanmasının uzun sürdüğünü bildiğinden önce kahvaltıyı hazırlar, sonra Mehmet’in yanına gider. Hafta içi ablaları erkenden işe giderler, Mehmet’e sadece babası ve elbette annesi eşlik eder kahvaltıda.
Çok fakir bir aile değildir Mehmet’inki. Babası annesi ile memleketlerinde henüz bir gençken evlenmiş ve İstanbul’a taşınmışlar. Tutumlu bir ailedir, asla taksiye binmezler. Her zaman ışıkları söndürürler. Boşa akan sulara dikkat eder, arızalı musluklar için evde her zaman conta bulundururlar. Tutumlu bir ailedirler, bayramlıklarını özenle saklarlar. Aslında İstanbul’da yaşam pahalıdır, ancak burada yaşamanın Mehmet açısından çok daha iyi olduğu konusunda bir çok kişi hem fikirdir, hele köyde tüm diğer çocukların alay konusu olacağı, hatta köyün delisi olarak görüleceği düşünülürse… Anneleri kahvaltılarını neşeli hale getirecek basit bir şeyleri bulmayı her zaman başarır, birkaç domates ve bir sivri biber ile neler yapılmaz ki?
Babası Mehmet’i görünce “Oğlum gelmiş” diye sarılır. Mehmet’te babasına sarılır ve derin bir gülümseme oturur yüzüne. Dişleri görünür sevinçten. Sonra bir anda yüzünü toparlar ve sofranın başına çöker. Babası da kendi yerine, televizyonun karşısına geçer. Emekli olduğundan beri onun yeri burasıdır. Kahvaltıda sabah haberlerini seyretmeyi kim sevmez?
Mehmet’in babası iki kızdan sonra, bir oğlu olsun istemişti. Annesi “Damat sahibi olacaksın ya, ne yapacaksın oğlanı, ya yine kız olursa?” diye itiraz etmedi değil. Üstelik biraz da yaşlanmışlardı. “El oğlunu, oğlum saymam” demişti babası. Hani öyle başına geçilecek bir iş, yönetilecek büyük bir mal da yoktu ama. “Olsun” demişti, “Erkek evlat gibisi var mı? Aileyi bir arada tutar.”
Aklına geldikçe gözlerinin dolması bundandır.
Kızlarından birinin nişanlısı Mehmet ile aynı yaşta. Mühendis, Ankara’da okumuş. Eş dostu, “Daha iyisini mi bulacaksın?” dediler. Çocuğun aile durumu da iyiymiş. Aslında biraz şımarık birisine benziyordu. “Olmaz” diyecekti ki, bir akşam, ışıkları henüz kapatıp yattıklarında eşi yanına iyice sokulup, “Bu eve zengin birisi lazım bey” demişti. “Allah sıhhat versin, ama bizden sonra bu çocuğa kim bakacak? Kahrını bizim gibi kim çeker?”
Mehmet kendi çayını doldurabiliyor, bunu birkaç sene önce öğrendi. Demliği ne zaman çekecek, ne zaman çaydanlığı alacak hepsini biliyor. Bazen sırasını karıştırdığı oluyor, genelde başkasının evinde yapıyor böyle hataları. Demliğin rengi başka olsa, bardak biraz değişik gelse şaşırıveriyor Mehmet. Annesi, yıllar öncesini aratmayacak bir şefkatle yardım ediyor ona. Gözleri gülüyor Mehmet gülünce.
Sonra yavaşça kahvaltı ediyor. Annesinin hazırladığı ufak yağlı-ballı ekmekleri zevkle yiyor. Haberleri seyreden babasına bakıyor ilgiyle. Onun gülümsemelerini, kızınca oflayıp puflamasını seyrediyor. Babası komik bir şey görüp tebessüm etmeye görsün, aynısı hemen Mehmet’in yüzünde beliriyor.
Sonra sofra toplanıyor. Babası bardakları Mehmet’e veriyor sırayla, o da bulaşık yıkayan annesine götürüyor. Her şey toplanıp, yer bezi silkelenince ki artık çizgi filmlerin sırası gelmiş demektir, Mehmet babasını kahveye uğurlayıp, televizyonun karşısına geçiyor. Gözü ablalarının işten döneceği saatte, gününü tamamlıyor.
Mehmet yüzmeyi çok seviyor. Ara sıra annesi ile birlikte spor salonuna gidiyorlar. Suya girince bir hızlı yüzmeye başlıyor ki onun bildiğimiz Mehmet olduğuna kimsenin inanası gelmiyor. Belediye özürlüler yüzme takımında, yılda bir kez müsabakalara katılıyor. Herkesten hızlı yüzüyor Mehmet, kaç tane madalyası var. Babası bütün madalyaların televizyonun yanına dizdi. Annesi de özenle siliyor onları. Spor salonundan dönüşte, annesi ile birlikte çay bahçesinde oturuyorlar bazen. Ama özellikle demlikte çay getiren bahçelerden birine, çayları Mehmet koysun diye…
Bazen küçük ablası onu vapur gezilerine götürüyor. Denizi gösteriyor, başka insanları, başka yerleri. Kola içiyor, dondurma yiyorlar. Akşama kadar geziyorlar. Mehmet öylesine eğleniyor ki! Ve bir o kadar da yoruluyor. Eve geldiklerinde daha sofrada uyumaya başlıyor. Babasına sarılmayı bile akıl edemeden yatıyor Mehmet. Annesi çok gülüyor onun bu hallerine. Babasına “Seninki yine sarhoş oldu” diyor.
Annesi yıllar önce, yani Mehmet henüz iki yaşında bir çocukken, onun sevimliliğine bakar, yüreği dolardı. İçinde güller açardı, kendi kendine “Dünya üzerine böyle tatlı bir bebek gelmiş midir acaba?” diye sorardı. Hoş kızları da çok tatlıydı ama bu başkaydı sanki hem yıllar sonra tekrar bebek büyütmek hem de nasıl söylemeli, erkek evlat sahibi olmak başkaydı sanki. Eşine itiraz etmesi aklına gelince kendi kızıyordu. “Hep böyle sevimli kalsa.” diye düşünmüştü bir gün. “Hep böyle temiz, saf kalsa.”
Uzun süre suçluluk duygusundan kurtulamadığını belirtmemize gerek var mı?

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Belirleme IX / Ay Vakti
Bengisu / Şeref Akbaba
Mehmet’in Madalyaları / Jan Devrim
A-Taş / Abdülbaki Kömür
Atasoy Müftüoğlu ile “Vakti Kuşanmak” ... / Recep Garip
Tümünü Göster