1.
Size uzun uzun Victor E. Frankl’den bahsetmek isterdim. Kendisi bir sosyal psikolog. Ama bilgi ve deneyimi diğerlerininkinden çok farklı. Frankl’i kısmen Erich Fromm’a yakın bir yerde değerlendirilebilir. Hele Freudyen yaklaşımlara tamamen uzaktır. ‘İnsanın Anlam Arayışı’ kitabında (Çev. Selçuk Budak, Ötek,i yay. Ank. 1997) birebir yaşadığı olaylar üzerinden canlı ve içeriden tahliller yaparak, Freud’un cinselliğe dayalı teorisini yerle bir eder. Kitap bana çok şey kattı. Frankl, aynı zamanda psikanalizde yeni bir akım olan logoterapi akımının da öncülerindendir. İkinci dünya savaşı sırasında tutuklu kaldığı toplama kamplarında, ölümle hayat arasında her an değişen bir çizgide varoluş azmini sonuna kadar sürdürmüş bu insanın, sadece yaşadıkları değil düşünceleri de sizde sahici karşılıklar bulacaktır.
O’na göre hayatın amacı bir anlama yönelmek zorundadır. Uğrunda yaşamaya değer bulduğunuz şey, varlığın anlamını oluşturur. Anlam olmaksızın hayatın bir değeri kalmaz. Varlığın hiçbir amacının olmadığını savunan nihilizm insanları nevrotik bunalımlar içinde hiçleştirmektedir. Anlama duyarsız insanların oluşturduğu dünya, varlığa saygısız programlarla anlamsızlık inşa etmiştir. Her şey nesnel önem sırasına göre kategorize edilmiş, sıradanlaşmıştır. Bu kapsamda ne insanın, ne insan hayatının, insana ait olan hemen hiçbir şeyin kıymeti kalmamıştır. Varlığı bir anlam taşımayan insanın yokluğu da bir anlam taşımaz olmuştur. Bu duyarsız yapının neredeyse kurumsal işleyiş kazanması diktatörleri ve onlar eliyle katliamları ortaya çıkarmıştır. Hangi sebeple olursa olsun, yakın geçmişe kadar bir insanın ölümü destansı bir hüzün dalgası yayarken, şimdi binlerce, yüz binlerce insanın vahşice öldürülmesi sadece istatistikî değer taşıyor o kadar. Bir ölüm sadece bir ölümdür. Yüz binlerin ölümü ise istatistikti bir veridir.
İstatistik numaralanmış hayatların, numaralanmış düşüncelerin, kanaatlerin; numaralanmış duyguların göstergesidir. Numara. Sadece numara. İşte o numaralar sizden, her şeyden önemlidir. Bu nasıl bir şeydir? Frankl, ‘Toplama Kampı Deneyimleri’ başlığı altında şunları yazar: “Tutuklulardan her birisi bir numaradan başka bir şey değildi… Yetkililerin ilgilendiği tek şey, tutukluların numaralarıydı. Bu numaralar çoğunlukla vücuda dövme ile yazılıyordu, ayrıca giysilerin üzerine yazılmaları da gerekiyordu. Bir tutuklu hakkında bir ihbarda bulunmak isteyen bir gardiyanın, tutuklunun numarasına bakması yeterliydi. (Böyle bakışlardan ne kadar korkardık) Bu amaçla tutukluya kesinlikle adını sormazdı.” (s.17) Niye adını sorsun ki, o sadece bir numara. Bilmem kaç numaralı kampın, kaç numaralı koğuşunun kaç numaralı ranzasının, bilmem kaç numarası. Onu diğerlerinden farklı kılan bireysel özelliği zaten yok. Varsa da önemi yok. O sadece bir numara. Her şey numara. Bölge numara, koğuş, kapı numara. Emirler, talimatlar, yasaklar numara, yasa numara. Kaç numaralı yasa? Hangi numaralı emir? Öyle değil mi?
İnsanın kendi bireysel özelliklerini ortaya çıkaramadığı ortamlar genel özelliklerin, kategorilerin, sayıların, sınıfların öne çıktığı ortamlar değil midir? Hemen herkes benzer ortamlarda bulunmuştur. İnsanın sayıya, sıraya, numaraya indirgendiği ortamlarda, en azından askerlik yapanlarımız yaşamışlardır. Frankl, numara düzenini şöyle tamamlar: “Önemli olan tek şey listeydi. İnsan kelimenin tam anlamıyla birer numara olup çıkıyordu; canlı veya ölü olmasının bir önemi yoktu. Bir numaranın yaşamının kesinlikle hiçbir anlamı yoktu. Numaranın arkasında olan şey, yaşam, kader, tarih, söz konusu insanın adı, çok daha önemsizdi” (s. 59)
Birkaç yıl önce, zamanın Amerika Başkanı oğul Bush’un protesto edildiği bir gösteriyi hiç unutamam. ABD Irak’ı işgal etmiş. Direnişçiler ABD askerlerine kayıplar verdiriyorlar. Sayı 5000’lere ulaşmış. Kayıp sayısı kabarınca gösteriler artıyor. Başkan, Beyaz Saray yakınında bir yerde bir kutlama günü vesilesi ile konuşma yapacak. Ölen askerlerin aileleri, oğullarının postallarını açık bir alana dizmişler. Slogan atıyorlar. Başkan yaklaşınca bir kadının feryadı, bastırılmaz, gizlenmez boyuta çıkıyor. Kadın yaman bir çığlık atıyor. Başkan şaşırıyor, anlamaya çalışıyor. Meseleyi soruyor. Başkanla adamları arasında şöyle bir konuşma geçiyor:
– Kim bu kadın? Niçin çığlık çığlığa ağlıyor, bağırıyor?
-Efendim bu kadın 2458 numaralı askerin annesi.
-Ne olmuş 2458’e?
-Irak’ta kaybettik. Kayıttan düşüldü.
-O zaman geçelim.
2.
Hayatımız numara.
Hep numara.
Numaradan yaşıyoruz.
İşimiz numara, uğraşımız numara.
Numaradan sevgi, numaradan öfke!
Dostluklarımız, düşmanlıklarımız, zevklerimiz hep numara.
Yaşamla şakalaşıyoruz, şakadan bir hayat yaşıyoruz, kendi basitliğimizi ispatlarcasına.
Sonunda yaşamın hafife alınır bir yanının olmadığını, yaşamın bizi hafife aldığı o çok acı noktada her birimiz ayrı ayrı birer trajedi kahramanına dönüşürken anlıyoruz.
Herkesin ömründe böyle trajediler vardır. Kişiye özel olan, kişisel yaşantılarda ancak anlamı ve karşılığı olan.
Tüm özneleri, tüm nesneleri numaralandırarak, hayatı sıfır ile dokuz arasına sıkıştıracağız derken, en modern usullerle kolaycılığa elverişli yaşam, bireyin tüm değerlerini sıfıra indirgeyerek kendi insan tipini dizayn etti.
Yaşama numara sökmeyeceğini, zamanın barkotlanamayacağını anlayabilecek miyiz artık?
Anlamazsak sanatımız numaradan, düşüncemiz numaradan, siyasetimiz numaradan olmaya devam edecek. İdarecilerimiz numaradan, kurumlar numaradan.
Meclis numaradan.
Hükümet numaradan.
Demokrasi numaradan.
Yargı numaradan, medya numaradan. İktidar numara, muhalefet numara.
Yalan mı, hep numara.
Galiba bir tek ve öncelikle darbelerimiz numaradan değil. İşte onlar sahici.
Her bir numara bir sahici olanı yok etmeye yöneliyor. Her numaranın göz boyamak, gözden düşürmek, gizlemek gibi bir amacı vardır diye düşünüyorum.
Konu burada biraz hafiflik gerektirecek ölçüde ağırlaşmaya başladı.
Numaranız?
Hangi numara?
Vatandaşlık numaranız, kimlik numaranız, okul numaranız, sicil numaranız, vergi numaranız. Cadde, sokak, kapı numaranız, telefon numaranız, okul numaranız, sıra numaranız, sayı numaranız, yevmiye numaranız, dosya numaranız. Gözlük veya ayakkabı numaranız, kart numaranız, kod numaranız, fatura numaranız, giriş çıkış numaranız, işlem numaranız, hesap numaranız, numara numara numara… Hep numara. Ürün numaranız, sipariş numaranız, barkot numaranız, seri numaranız, kontrol numaranız, şasi numaranız, çap numaranız, kayıt numaranız, belge numaranız, model numaranız, ilk numaranız, son numaranız Numara günler geceler boyu, hayat boyu uzar gider.
Numaradan yaşamak kaçınılmaz olarak numaradan yaşamayı hazırlıyor olmalı.
Yaşamın numara bolluğu ile numara bolluğunda akıp gitmesi en korkunç handikabımız oldu çıktı. Öyle ki her şey numaraya göre var ve önemli olmaya başladı. Numara hayatın esası olup çıktı. Bu akış içinde bir rakamın tökezlemesi, nice aşkları, nice umutları, hayalleri yıkabilir. Bir tek rakamın silinmesi, unutulması, kaybolması kim bilir nice patlamalara, ölümlere, savaşlara, kaosa sebep oluyor. Hep kötümser düşünmeyelim aynı şekilde nice kurtuluşlara da çare oluyordur.
Kim bilir bir sıfır kaymasıyla kaç hisse tepetaklak olmuş, kaç işlem ters tepmiş, kaç şirket iflasın eşiğine gelmiş, kaç milyon kişi hesap vermiş, kaç abone milyarlarca para ödemiştir. Bir son rakamın tutturulamamasıyla kaç piyango bileti trilyonlardan kıl payı dönmüştür beş parasızlığa. Bir tek rakamı, bir tek numarayı bile unutmanız veya karıştırmanız halinde doğabilecek karmaşayı, tıkanmayı, karmaşayı, belki faciayı bir düşünün. Kapılar kapalı kalır. Telefon açamazsın. Bankamatikten para çekemezsin. Tren geç gelir. Uçağı kaçırırsın. Silah yanlış zamanda, yanlış hedefe patlar. Radyoaktif sızıntı olabilir. Allah korusun nükleer patlama düşleri bile yıkacak ölçüde faciaya yol açabilir. İş durur. Sirenler çalar.
Saçma demeyin. Benzer bir kâbusu üçüncü bin yıla girerken yaşamadı mı dünya? Bilgisayarların takvim programlarının iki bin yılına uyumsuz olduğunun doğuracağı vahim sonuçların korkusu her yanı sarmıştı. Özellikle ABD’yi. İçlerinde hatırı sayılır teknokrat, yönetici, bilişim teknolojileri uzmanı, yönetici, akademisyen de olan çok kişi Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” na farklı bir yoldan gelindiğini, kaçınılmaz bir kıyamet için geriye sayımın aylar, günler kadar kaldığını söylüyorlardı açık açık. “Son” düşüncesi sosyal bir travmaya dönüşmüş modern batının ruhunu kemiriyordu.
Bir düşünün; ileri bilgi toplumu için sistemin durması ne demektir? Her bir alanın, fonksiyonun, her ünitenin, emtianın, bilginin, paylaşımın, her bir değerin kodlandığı bir uygarlıkta numaraların devre dışı kalmasının, silinmesinin, unutulmasının doğuracağı kaosu bir düşünün. İletişim kurulamıyor, üretim yapılamıyor, hizmetler yürümüyor. Görülmez bir güç her şeyinizi kuşatıyor, çökertiyor. Çaresiz kalıyorsunuz. Kilitleniyor, tıkanıyorsunuz. Yüzyıllardır inşa ettiğiniz uygarlık şatonuz, en muhteşem görüntüsüne kavuştuğu bir sırada hiç umulmadık bir tarzda çöküp gidiyor. Ne savaş, ne istila işte öyle gözlerinizin önünde ne ironiktir ki kendi elleriniz kollarınız arasından kayıp gidiyor.
Diyorum ki, artık insanlığımız adına dayanılmaz bir aşamaya gelen şu uygarlığı, sessiz bir gürültüyle acaba gene onun çocukları mı yıkacak? Şöyle yüzlerce binlerce hackerler ordusu bilgisayarlardaki bütün numaraları silerek, bu numaradan yaşamaya da son verebilirler mi acaba? Numaradan ama esaslı bir esir kampında gibi. Kim bilir belki de ileri modern aşamada, mahkemeler suçlulara numaralarını silme, kilitleme veya numarasız bırakma cezası verecekler. Mahrumiyete bakınız o zaman. Giremezsin, çıkamazsın, açamazsın, kapatamazsın, binemezsin, inemezsin. Numaran varsa varsın, numaran yoksa yoksun. Dayanılır gibi değil.