Pazardı günlerden. J, José Martinez kalabalığın arasındaydı. Buraya “acılar sokağı” denmesini biraz abartılı bularak yürüyordu ağır ağır, Pederin mırıldandığı dualarla sürükleniyordu meraklı güruh, Dualara eşlik edenler vardı tek tük. J. José Martinez, Romalı askerlerin ayak seslerini duyar gibi oldu ve ürperdi. Kendi kendine saçmalamaması yolunda telkinde bulundu.
Hüküm giydi, Verilen kararla bedenine uzanan yüzlerce el, başladı dikenli telleri sarmaya hali hazırda zaten kanayan yaralarına. Hükmü veren de giyen kadar acı çekiyordu. Sanki Pontius Pİlate tinsel acının doruklarında ve için İçin kıvranıyorken, hüküm giyen tensel acıyı duymuyordu; sabit ve hareketsizdi. El ve ayak bileklerine vurulan zincirlerin sesiyle yavaş adımlar attırılıyordu zorla, olduğu yerde çakılı kalmak isteyen mahkûma. Meraklı, kimi nefretle kimi acıyarak bakan gözler kapanmıyordu hiç kaçıracakları sahnenin korkusuyla, Ağızlardan çıkıyordu içe atılan ve hazmedilemeyen ne varsa; bazen okkalı bir tükürük bazen de yakası açılmadık bir küfürle. Hepsinin hedefinde ve aklında, sapkın ve ölmesi gereken bir mahkûm vardı. Def ettiler çökük, yaralı omuzlarından iki meleği. En ağır günahları yazıp yüklediler ölüme giden bir yolun yolcusuna.
Yalın ayakları sürtündükçe taşlara, kabuklar kalıyordu arkada, kalabalığın ayakları altında. Tırnakları ayrılıyordu kenarından, köşesinden ve ortasından. Tökezliyordu zaman zaman. Üstüne kapaklanacakrnış gibi geliyordu sırt sırta veren, sinsice bakışan evler ve içlerinde taşıdıkları öfke, Olduğu yere bıraktı kendini. Dizlerini de kanattı taşlar ve sıcak kan, soğuk yola aktı bir kez daha. Kalkmasını emreden zincirlere tıkadı kulaklarını. Gördü, Yaşlı, aciz gözleriyle oğluna yaklaşan o pak, beyaz teni ve yanağını okşayan tebessümü gördü, “Sen anlattın ama onlar anlamadı. Sen sevdin onları ama karşılığı yara bere ve aldatılmak oldu, Yolun sonu başlangıcın olduğunda onlar anlayacak re sevecekler seni, Tekrar gelene kadar anılacaksın. Sabret.” Perçemlerinden yüz çizgilerini aşmaya çalışan kararlı iki damla irin sızdı tebessümüyte diline ve cevap veremedi annesine. Müşfik eller sildi alnında biriken teri, okşadı kuzguni saçlarını biricik evladının, Doğmadan önce ona açmış olduğu ayuşunda ağırladı oğlunu göz açıp kapayıncaya kadar, Tertemiz düşmüştü rahmine, yine tertemizdi onun ve Tann’nın nezd.nde, “…ikinci kez.,,” J. José Martinez anlayamadı pederin en son söylediğini etrafına bakınıp durmaktan başka bir şey yapmıyordu, inandığı şey erin bu kadar somut olabilmesi ve bir sokakla özdeşleşebilmesi onu rahatsız ediyordu takat aynı derecede memnundu anlayabildiği şeylere inandığına. İkinci kez düştü kanayan dizleri üzerine yolun sonuna az kala. Sokağın ve evlerin kasvetli bakışları mani oluyordu yürümesine. “Kalk!” Dendiği zaman çekiliveriyordu sanki bacaklarından, dizlerinden derman. Ulaşmak istediği yer bu kadar uzak ve yolu bu kadar meşakkatli ve meşum mu olacaktı? Eğilen başını Veronica kaldırdı ipek mendilinin gül kokusuyla..Ferahlatan nefesinden üfledi, körük gibi inip kalkan, içinde koca bir yürek saklayan adamın göğsüne. Beyaz, ipek mendil düşer yere ve kirlenir ayak izleriyle. Veronica’yı da kopardı yüzlerce el ve elden bir şey gelmedi. Kabullendi.
Düşeyazdı havadaki kara bulutlara bakarken J. Jose Mertinez. Her daim güneşi misafir eden şehre kara bulutların uğraması hayra alamet değildi. Yanından koşarak geçen Yahudi çocukları gözüne çarptı. Küçücük başlarının iki yanından sallanan saç tutamları sanki daha masum kılıyordu onları. “Lanetin iki başlı masumluğu” diye fısıldadı kendi kendine. Küçücük ayakların uzayıp giden sokaktan geçip gitmesini seyretti.
Yolun sonunda, onu beklemekte olanı gördü: Lucifer. İfrit, ses etmedi ve bekledi avuçlara çakılacak çivilerin akıtacağı ruhu. Salib uzatılmış toprağa ve yanına açılmış, insan etine aç bir çukur. Mahkûmun dizleri üçüncü kez yerle buluştu ve bu sondu. Uzatıldı salibin üzerine, ayakları bağlandı tek bir noktadan, elleriyse açıldı iki yana; doğuyu avuçladı önce, sonra batıya değdi parçalanan parmaklarıyla ve kuzeyi selamladı kan çanağı gözlerle, ensesinde duyumsadı güneyin ılık rüzgârını. Kolları iki yanda açıktı ve ölümü kucakladı. Salib, ruhu aldı ve aç toprağa bıraktı lime lime vücudu. Ertesi gün ölü mezarında değildi ve toprak hala açtı, ölü bir beden bekliyordu yaşayanlardan. Bir işaret bu; geri dönecek tekrar küre-i arza ruhu. Anladı insanlar ve artık boyunlarında taşıyacaklar günahlarını, işledikleri cürümün simgesi önünde ve ona yükledikleri kutsiyetle diz çökecekler zemine. Diz çökmeyenlerin peşine salınacak korkusuzluğa bürünmüş engizisyonun atlıları. Tanrı adına çöktürecekler sapkınları, çökmeyenlerin omuzlarından ayrılacak başları ve toprağa akıtılacak kirli kanlan…
Ellerine çiviler çakıldığı hissine kapıldı. Bir adam atıldı kanlar içinde zincirlerle. Son noktaydı burası, kiliseden çan sesleri yükseliyordu. Rahatsız edici bir telefon sesi kulaklarına çarptı. Arayan annesiydi: Maria Martinez. “Jesus neredesin? Kaç gündür ulaşamıyorum sana! Neden kapalı telefonun?” Bir müddet sessiz kaldıktan sonra dili döndü ve konuşmayı başarabildi. “Yaşlı bir şehirdeyim, yıllanmış acılarla döşenmiş taşlardan geçtim. Sokağın sonunda öldüm, geri dönüş yolunda dirildim. Konuşan ben miyim yoksa bir başkası mı? inan, emin değilim.”