Taş Kırmak Üzerine

Ay Vakti Dergisi’nin Şubat 2005 sayısının ilk sayfasında “Taş kırmak”başlıklı bir yazı görünce “Şeref Beyin taş kırma işlemiyle ne ilgisi olabilir? Böbreğinde taşı olsaydı bilirdik herhâlde” diye düşündük.Çalıştığımız Erzurum Numune Hastanesi’nde “Taş kırma merkezi” patoloji ile aynı katta olduğundan yani her gün defalarca tabelasını, makineyi, ilgilenen sağlık memurunu görmekten ve hastalarına âşina olmaktan olsa gerek ilk aklımıza gelen bu oldu. Bazılarınca “taş alma” da denilen “taş kırma” deyimi aklımıza gelen ikinci izah tarzını gösteriyor ki satranç oyununda geçer.Böbrek taşı kırma makinesi 1997 yılında satın alma komisyonu başkanı olduğumuz dönemde alınmıştı. Benzer cihazlar üzerinde çalışmış, aralarındaki farkları ve bunun fiyata yansımasını analiz etmiştik. Uygun iki firma kalmıştı. Bunlardan birini almaya karar vermiş, danışmak üzere referans listesindeki 20 özel merkezden ikisini aramıştık. İlki, Elazığ veya Malatya’daki doktor, “Aleti sattılar, bir daha uğramadılar. Ben olsam yerinizde, almam”, İstanbul’daki diğer bir kullanıcı meslektaşımız ise “Bunu almayın da ne alırsanız alın” demişti. Komisyon olarak şaşkındık. İlk defa bir şirketin övünerek verdiği, “daha önce sattım ve bu alıcılar malımdan o kadar memnunlar ki aradığınızda size memnuniyetlerini dile getireceklerdir”mânâsındaki referans listesi, almak üzere olduğumuz bu cihazdan vazgeçerek rakip firmanın malını almamızı sağlamış oluyordu.
Türkiye Satranç Federasyonu kurulduğu günden beri on yıldır yaptığımız il temsilciliğini ocak 2005’de, yeterli zaman ayıramadığımızdan bırakmıştık.Satrançta taş kırmak, yani rakip taşı almak kadar veya daha fazla, vermesini bilmek de önemlidir. Nitekim az biraz ustalaşan satranççı sonsuz kombinasyonların labirentlerinde gezinirken yolunu kaybetmek, yani her an tuzağa düşmek tehlikesi altındadır. Efsânevi şampiyon Cabaplanca’nın“Satrancın Esasları” adlı kitabında “Tuzaklar” başlıklı bölüm, eksik de olsa başlangıç için yeterlidir ve boşuna değildir.
Şeref Akbaba anılan yazısında dergiyi çıkartırken çektiklerini “taş kırmaya” benzetiyor. Okuyucu ve yazarlara birliktelik, dergiyi çıkarmada,sahip olmada birlik çağrısı yapıyor, ilerleyen bölümlerde “taşı kıran el olmak ”tan bahsediyor.Babamın köyü Taşkıran ve geçmişte köyün bütün erkeklerinin Erzincan’dan Trabzon’a, Diyarbakır’a kadar taş, duvar işinde çalışmaları…
Onlar,Yusufeli’nin gurbetçileri, taş ustası idiler, amele değil. “Taşkıran” değil“Taş yontan” olmalıydı köyün adı. Gerçekte taşı kırmak ve usûlüne göre yontmak ayrı işlerdir. Abdülkâdir Özer diyor ki “Biz taş kıranların çocuklarıyız ama gerçekte taş yontarız”.Babam Ahmet Kurt, bir lise öğrencisi iken köy geleneğine uyarak,babasının yanında Erzurum’da ev ve bahçe duvarı, Erzincan’da demiryolu köprüsü, Ağrı’da karayolu köprüsü yapımında taş ustası olarak çalıştığını anlatırdı. Sonradan profesör, dekan oldu ancak taş işçiliğini hep önemsedi.Taşın kullanılacağı yere göre seçilmesi, ölçülmesi, kesilmesi,biçimlendirilmesi ve şaküle uygun yerleştirilmesi önemliydi.Pranga mahkûmunun taş kırması… Bir ceza ve vakit geçirtme aracı olarak ağır suçlulara taş kırdırma… Red Kit okurları çok iyi bilirler. Onlardan biri Turgut Özal başbakanken bahsetmişti bu çizgi romandan, sonra cumhurbaşkanı oldu. Mucur kırmak, ufaltıyor. Kalp kırmak,  gönül kırmak  aynı şey. Mucur daha fazla ufaltılırsa mermer tozu olur. Pudra sanıp yüzüne sürmemeli.
Toplumsal hafızamızı tazeleyelim; Yol vergisi, kişi başına yılda beş liralık bir vergiydi. Ödeyemeyenler, yol inşaatlarında taş kırma işinde on gün ücretsiz çalışmak zorundaydılar. Devrin hükümeti, nüfus çoğalmasını teşvik etmek için, beş çocuğu olandan bu vergiyi almazdı. Bazı ailelerin bu nedenle beşinci çocuklarının adını “Kurtaran” koydukları latifesi çağdaş muhalifler arasında yaygındır. Bu hadiseyi “Salkım Hanımın Taneleri” adlı filmde o dönemi yargılarken, azınlıklara haksızlık edildiği iddialarına kısmen cevap olsun diye de hatırlatıyoruz. İkinci Cihan Harbi yıllarında ekonomik ve toplumsal sıkıntıları bütün bir ülke halkı birlikte çekmişti,sadece şu veya bu kesim değil. Bütün bunlar tarihte kalmış, aradan geçen altmış sene zarfında Türkiye dev atılımlar gerçekleştirmiştir.
Taş şiirinin sırası geldi. Erzurum’daki toplantılarda Fevzi Budak ve Mücahit Küleri’nin okuduğu, severek dinlenilen şu lâedri şiir bahsettiğimiz:

” T A Ş
Merhametsiz kalpleri sana benzetirler,
Sana dilsiz, ruhsuz dediler.
Hâlbuki sendedir değirmendeki beste,
Seninle biçim verir ruhuna heykeltıraş.
Sana yanılır dert, sana vurulur baş.
Milyonlarca yıl milyarlarca insanın taptığı taş.
Sensin kucaklayan mehtâbı.
Surlarla, sütunlar senden yapılır.
Senden yapılır, Allah’a uzanan merdivenler.
Namaz vakti Müslümanlara senden seslenilir,
Günahkar kullarını Allah taş edermiş,
Görmedim, ama inanırım.
Hatta bir gün gelecek gökten de yağacaksın sanırım.
Taşlardır bekâ, taşlardır ebediyet.
Taştan başka tarihe ne bırakır medeniyet.
İnsanoğlu taş olur baş yarar.
Taşı taş üstüne kor yapar ve bir yandan durmadan yıkar.
Bir gün gelir yatırılır boylu boyunca şehrin musalla taşına.
Ve yine bir taş dikilir başına.
İşte bu taştır insanoğlundan bâki.
Üstünde bir tarih bir fatiha ve bir “Hüve’l-bâki.”

Şairi bilinmemektedir.Bazı değişiklerle, bu şiirin Ayhan Hünalp tarafından yazıldığı da iddia edilmiştir. Yazarı kimdir, gerçek metin hangisidir bilemiyoruz:
“TAŞ
Merhametsiz kalpleri sana benzettiler
Sana dilsiz, ruhsuz dediler
Hâlbuki senindir değirmendeki beste
Seninle biçim verir ruhuna heykeltıraş
Milyonla insanın milyonca yıl taptığı taş
Sana sürülür yüz, sana vurulur baş
Mehtabı sensin süsleyen surlarla, sütunlarla
Çeşmeler, kemerler senden yapılır
Senden yapılır Allah’a giden merdivenler
Namaz vakti Müslümanlara senden haykırılır
Sevmediği kulları Allah taş edermiş
Görmedim ama inanırım
Hatta bir gün gelecek gökten de yağacaksın sanırım
Taşlardır beka, taşlardır ebediyet
Taştan başka tarihe ne bırakır medeniyet
İnsanoğlu taş olur baş yarar
Taşı üst üste kor, yapar
Ve bir yandan durmadan yıkar
Ve bir gün boylu boyunca yatırılır
Bir câminin musalla taşına
Ve sonra yine bir taş dikilir başına
İşte bu taştır insanoğlundan bâki
Üstünde bir tarih, bir fâtiha, bir “Hüve’l-bâki.”

Antropolojik olarak ilk insanın taş kırma eylemi; “ … ilk insanlar,tabakalar halinde soyma olarak bilinen bir işlem vasıtasıyla taştan aletler yapmakta hayli ileri bir tekniğe zaten sahiplerdi. Doğru tipte taşları seçiyorlar ve diğerlerini bir tarafa bırakıyorlardı; taşları birbirlerine doğru açılarda vuruyorlardı, vesaire. Tüm bunlar yüksek düzeyde bir tecrübe ve beceriyi gösterir”. Bir başka kabiliyet örneği sunuyoruz; Fatih Sultan Mehmet dönemi yiğitlerinden Tozkoparan İskender, okla taş kırma konusunda mâhirdi. Hâlen unvanı “Tozkoparan”, İstanbul’da bir semte yaşamaktadır. Cengiz Gündoğdu adlı şair diyor ki: “Sanatta Star Sistemi, öbür adıyla edebî pazar sert taşlarla korunur. Bu pazarı aşıp, estetik nesnelere ulaşmak zordur. Estetik nesneler, sıradağlar gibi sisli, onurlu dururlar. Duyumlarıyla yaşayan okur için bir zorluk daha vardır. Onların bilinci,zevki, hazzı, star sisteminin estetik nesne olamayan metinleriyle dumura uğratılmıştır. Estetik nesnelere ulaşabilmek için edebî pazarı koruyan sert taşları kırmak gerekir. Yıllardır sürdürdüğüm taş kırma mücadelesini belgelediği için bu eserime Taşkıran adını verdim”.
Şiirle  devam ediyoruz:
“TAŞ GAZELİ
I.
Taş taş değil bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin
Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri
Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin
Kazmayı kayalara değil kalplere vur ey
Ferhat niçindir kırdığın bunca taş senin
Anne seninle bağrın döver gider mi acı
Hanidir Ferhaddan aldığın ders taş senin
Sen de mi taşla bir oldun ey sevgili
İşitmez oldun beni kalbin taştan taş senin
Ölüm sendendir bana nedir taşlamak beni
Bana güldür çiçektir attığın her taş senin
Gözünü dikme taşa işte parça parçadır
Şimşektir bir bakışın dayanır mı taş senin
Deprem değildir dağı ve beni sarsan
Bir bakışın komaz taş üstünde taş senin
Niçin çıktın dağlara evren çöl oldu leylâ
Topuğun öpmek için toz oldu dağ taş senin
II.
Taş taş değil bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin
Ülkendir taş ve beton bu yanlış kent
Her gün bir yanın biraz daha taş senin
Taş alanlarıdır taş insanları taşır bir
Nereye gelsen ey aşk karşında bu taş senin
Uygarlık taşla taşımak çağlar üzere
Kolların bu denli güçlü müdür senin
Bir taş devridir ama bağışla beni
Niçin bunca geldim üstüne ey taş senin
Bir İbrahim bıçağı ikiye biçer taşı
Sevgili nasıl kırdı kutlu dişin taş senin
Ölüm bir kasırgadır çevirir seni beni
Nedir kucağında kocaman taş senin
III.
Bir bir yürürlükten kaldırılıp çürümüş devrimleri
En gürbüz bir devrimi dikmek yerine taş senin
Nereye koysam seni söyle ey yüreğim
Bir gün beni ele verir bu güçlü atış senin” 
Osman Sarı

Heykeltıraş Rodin, “Taştaki fazlalıkları çıkartıp yapıyorum heykeli”demiş. İnşaat mühendisliğinde okuyan Zeynep Neşe Kurt ise madenciler ve taşocaklarından bahsetti: “Taşın kırarsın sağını solunu, sebepsiz yapılması pekiyi mânâya gelmez. Taşı kırar ev, cami, bina yaparsan iyidir”. Herkes ilgi sahasına göre anlamlandırıyor “taş kırmak” fiilini. Şiirde taş kırmanın en iyilerinden biri:
ROBENSON
Robenson, akıllı Robenson’um
Ne imreniyorum sana bilsen!
Göstersen adana giden yolu,
Başımı dinlemek istiyorum.

Ben gemi olurum sen kaptan ol,
Yelken açarız bir sabah vakti
Güneşte gölgemiz olur deniz
Yolculuk! Derken adamızdayız.

İsterdim tercümanım olasın,
Tanıtasın beni balıklara
Vahşi kuşlara ve çiçeklere,
Bizdendir diyesin benim için.

Ağaca çıkmasını bilirim,
Tanırım meyvenin olmuşunu,
Taş kırmak da gelir elimizden,
Ateş yakmak da, aş pişirmek de.

Robenson, hâlden bilir Robenson
Adan hâlâ batmadıysa eğer,
Alıp götürsen beni oraya,
Deniz yolu kapanmadan evvel!
Cahit Sıtkı Tarancı

Girişteki yazının ilk paragrafı şöyle: “Taş kırmak. Daha bir ustalaşmak taş kırmakta. Varyoz vuran el tek olsa da, taşı kıran el tek olsa da, kaç devir yapar, kaç insan gücü harcanır. Taşa her vuruluşunda kıvılcımların göğe yükselişi, taş parçalarının sağa sola savruluşu ve sonunda parçalanışıdır esas olan. Taş kırıldığında son hamleyi yapandır taşıkıran ama, müşterek çabanın sonucudur bu. Birlikten doğan kuvvetin birey adına tanımı yapılsa da, birlikten doğan gayret ve çabanın taşı kırdığı da bir gerçektir”. Böylece yazar, ne demek istediğini açıkça koyuyor ortaya.İsmail Bingöl’den bir alıntı yapıyoruz:
”TAŞ
Gözlerimin önünden taş ustalarının ince ince işlediği, nakış nakış dokuduğu taşlar geçiyor. Sütunlar… Kubbeler… Duvarlar… Seyretmeye doyamadığım bir tarih, dönüp duruyor habire renklerin güzelleştirdiği bir süzülüşle…Taş; ebediyete vurgu yapan taş… Yeni zamanda eski boyutlarını, eski güzelliğini muhafaza ederek, bizi kendine bağlıyor; her bakışta yüksek bir sükûtla sarsılıyor bedenimiz ve taş kendi lisânıyla hikayesini anlatıyor bizlere… Taşı, unutmuş, suskun bir yürekle dinlemekten öte yaptığımız bir şey yok. Sadece, etrafa yaydığı huzurdan küçük bir pay alıyoruz. Bir an içinde olsa; hayatın telâşlarından, koşuşturmacılarından çekip alıyor bizi ve tarihin koynunda misafir ediyor gergin ve doyumsuz ruhlarımızı. Ve bize;bugüne gelinceye kadar, bin bir emek, bin bir çileyle yapılmış bu yerlerden,daha nicelerinin geçtiğini ve hiçbirinden bir iz, bir nâmı nişan kalmadığını ve bizim de onlar gibi günü gelince gideceğimizi ihtar ediyor.Taş kadar eski, taş kadar yerinde ağır (Hani ozan der ya; “Çağır,Karacaoğlan çağır,/ Taş, düştüğü yerde ağır” ) ve taş kadar zarif…Taş; çağının sessiz tanığıdır. Ve de yüzyıllar boyunca sürer bu tanıklık.Yıkımlar, savaşlar, doğal afetler; farklı izler bırakarak geçer üzerinden.Ne var ki o, eksile eksile, yıprana yıprana tanıklığına ve geçmişten geleceğe bilgi aktarmaya, ikisi arasında köprü vazifesi görmeye devam eder.“Ben, zamanında taş işçiliği yaptım. Şekilsiz bir taşı alır,yontar, düzeltir, bir başka taşla birleştirir, araya derz koyardım. Yaptığım işi karşıya geçer seyrederdim. Babam kızardı vakit kaybediyorum diye.” diyor Hanifi Ispirli.
Biz “memlekette taş taşımak para ediyor, entelektüellik yani fikir üretmek değil” derken, ülkemizdeki bir durumu tespit ediyor, gerçekte taş kırmanın toplum hayatına katkılarını ret ve inkar etmiyorduk. Taş kırmak,tabiatı şekillendirmektir, Ferhat olmaktır, dağları yarmaktır. Su getirmektir. Medeniyettir. İnsanların beslenmesi, yaşaması, ileri sulama teknikleri sayesinde daha ileri medeniyet için, artık değer oluşturmasıdır.Amasya’da, Erzurum Umudum köyünde ve Türk dünyasının daha birçok yöresinde Ferhat’a izâfe edilen su kanalları gerçekte insanımızın medeniyet karşısındaki duruşunu sergiliyor. Van’da Urartular tarafından yapılan,binlerce yıl kullanılan Şamran Kanalı ve Doğu Anadolu’daki birçok göletler,Mezopotamya’da Sümerler’in yaptığı sulama sistemi bu toprakların geçmişinin,medeniyet gelişiminin parıltıları değil midir? Sulama sisteminin ilerlemesinin sonucu üretimin artması, entelektüel faaliyetler için zaman kazanılması, sanat ve fikir alanında ileri adımlar atmaya vakit bulabilmenin sağlanmasıdır.
Sonuç olarak taş kırmak ve taş yontmak, hangi mânâsı öne çekilirse çekilsin, medeniyet yolunda atılan ciddi birer adımdır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

İnsan ve Sanat / Mahmut Celal Özmen
Adresi Firâri Sevmenin / Neşe Yeşilova
Temmuz Bildirisi / Reşit Güngör Kalkan
Açelya / Ferman Karaçam
Aşk ki / Taner Taştekin
Tümünü Göster