Cahiliye Karşısında Kur’an ve Peygamber

İslam peygamberine kutsal söz indirilirken inkârı mümkün olmayan bir gerçektir ki o dönemin Araplarında; edebiyat, tekâmülün zirvesinde bulunuyordu. Bu hususta kendileriyle boy ölçüşecek yeryüzünde hiç bir millet mevcut değildi. Şiir ve şair onlar için her şeydi. Çünkü şiir, atalarının cemiyet hayatını, adet ve inançlarını aksettiren tek güvenilir ayna idi.

Cemiyette şairler, büyük değer sahibi idiler ve büyük hürmet görürlerdi. Öyle ki, kabilelerinden güçlü bir kahraman yerine, bir şairin çıkmasını her zaman tercih ederlerdi. Zira yegâne gayeleri olan şöhreti, en güzel şekilde yayabilecek olan ancak şairdi. Yılandan korkar gibi, şairlerin hicivlerinden çekinir ve korkarlardı.  Şairin, bir tek sözü üzerine kabileler birbirleriyle kıyasıya çarpışıyor ve yine başka bir şairin sözü ile de yıllardan beri birbirleriyle kanlı bıçaklı iken barışabiliyorlardı.

Klasik zamanlarda şiire; “Arab’ın Defteri” deniliyordu. Zira Arab’ın ahlak ve adetleri, diyanet ve akideleri ancak şiirle biliniyor ve onunla nesilden nesile intikal edip geliyordu.Bu devirde, şiiri besleyen ve teşvik eden birçok unsur vardı. Güçlü bir şair, hem kendisi hem de kabilesi için itibar sağlıyordu.

Yine muayyen zamanlarda kurulan panayırlar şiirin gelişmesinde büyük rol oynuyordu. Kurulan bu panayırlar bir nevi edebiyat şöleni idi. Panayırlarda, jüri huzurunda şiir ve hitabet müsabakaları düzenlenirdi. Çeşitli yerlerden gelen şairler ve hatipler, burada şiirler okur, hitabelerde bulunurlar, birbirlerine üstün gelmek için bütün güçlerini ortaya koyarlardı. Üstünlük sağlamakla da son derece iftihar ederlerdi.
Sonunda, jüri tarafından birinci seçilen şiir, keten bez üzerine altın yaldızla yazılarak Kâbe duvarına asılırdı. Taif’le Nahle arasında bulunan Suk-ı Ukaz, panayırların en büyüğü idi. Çoğunlukla şiir yarışmaları burada tertip edilirdi…

Panayırlarda şiir vesilesiyle bütün kabilelerin bir araya geldiği ticari, içtimai ve siyasi faaliyet gösteren bir çeşit fuar mahiyetini de taşıyordu. Zilhicce ayında açılan panayırlar yirmi gün devam ederdi. Esirini fidye ile kurtarmak, davasını halletmek, düşmanını bulmak, şiir okumak, konuşma yapmak isteyen herkes bu panayırlara koşardı. “Şiire bu derece önem verilmiş olması, dilin en ince şekilde incelenmesi sonucunu hazırlamıştır.”

Böylece, İslâm’ın zuhuru sırasında Arabistan’da fesahat ve belâgat zirveye ulaşmıştı. Adeta görünmez bir el, zihinleri ve ruhları, Kuran-ı Mu’cizü’l-Beyanın insanüstü üslubuna hazırlıyordu.

Kur’an’ın üslubu öylesine veciz, öylesine tatlı, öylesine fesih ve beliğ idi ki, bu işi iyi bilen Araplar, hayretlerini gizleyemiyorlardı. Bir gün bedevi Arap ediplerinden biri, “Artık emr olunduğun şeyi açıkla ve müşriklerden de yüz çevir,”[1] ayetini duyunca, kendisinden geçercesine secdeye kapanmıştı. Şairin secdeye kapıldığını duyan Arap müşrikler nefret saçan bakışlarla adamın üzerine vardılar ve öfkeyle bağırırlar:
“Sen de mi Müslüman oldun?”
“Hayır,” diye cevap verdi, bedevi şair, fakat mahcup ama meczup bir eda ile cevap verir:
“Ben sadece bu ayetin belâgatine (söz güzelliğine) secde ettim.”[2]

Cahiliyye Devrinin en meşhur ve en eski şiir örnekleri şüphesiz

“Muallakat-ı Seb’a” (Yedi askı) şiirleridir. (Şairler mi)  Bu şiirler, dilden dile dolaşmış, asırlar sonrasına kadar varmıştır. Kuvvetli bir görüşe göre bu şiirler, Hammadü’r-Raviye tarafından toplanmıştır.

Şiirleri Kâbe duvarına asılan şairler şunlardır: İmrü’l-Kays, Tarafa, Lebid, Zuheyr, Amr b. Gülsüm, Antara (veya Nabiğa), Haris bin Hiliza (veya A’şa)
İmr’ül-Kays, Muallâka şairlerinden biriydi. Bir gün kız kardeşi,
“Ve denildi ki: ‘Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ‘Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun’ denildi” [3]
âyetini işitince, doğruca Kâbe’ye vardı ve artık kimsenin söyleyecek bir şeyi kalmadı. Bu “belâgat karşısında kardeşimin şiiri de duramaz” diyerek kardeşinin en üstte asılı bulunan kasidesini duvardan indirdi. En meşhur kasidenin kaldırıldığı görülünce, diğer Muallâka şairleri de birer birer indirdi şiirlerini.[4]

İşte, Efendiler Efendisi Hazret-i Muhammed’e, peygamberlik vazifesi verileceği sırada Arabistan’ın dinî, ahlakî, siyasî, içtimaî ve edebi manzarası böyleydi. Yalnız burası mı? Hayır, Çin’den Afrika’ya kadar bütün dünya böyleydi.

İslam’ın ilk çıkış günlerinde bugünü andıran müthiş bir propaganda vardı. Kuran-ı Kerim ile boy ölçüşmeye cesaret edemeyen putların kölesi şairler, gece gündüz İslam’a ve din büyüklerine başta Resul-ı Ekrem Efendimiz olmak üzere hücum ediyorlardı. Bunlara Hasan Bin Sabit olmak üzere pek çok İslam şairi cevap veriyordu.

İslam karşıtlarına cevaben yazılmış bir şiir olan Kaside-i Bürde, bizzat Peygamberimizin huzurunda söylenmiş ve Hz. Resul tarafından şairine hırkası hediye edilerek taltif edilmiştir. [5]

“Heybetinden kısılır sesleri yırtıcı çöl aslanlarının
Arsanlar arasında bile o dağıtır adaleti.”

Kaab Bin Zübeyr’in yazdığı bu şiir muhteşem bir manzarayı daha gözlerimizin önüne getiriyordu.

Bu dehşet ve vahşet saçan manzarayı değiştirecek bir zata elbette ihtiyaç vardı. O zat da ezeli kaderin hükmüyle tespit edilmişti: Hazret-i Muhammed (a.s).

O, beraberinde getirdiği Nur ile dünyanın maddi, manevi şeklini değiştirirken Arapların da bu mümtaz hususiyeti haiz bulunmaları sebebiyle Kur’ân-ı Azimüşşan, belâgat ve fesahatin zirvesinde nazil oluyordu. Bu fesahat ve belâgati, i’caz (mucizeliği) ve icazıyla (vecizliği) Arap şair ve hatiplerini muarazaya davet ediyor ve onlara meydan okuyordu. Fakat onlar, çok geçmeden bu eşsiz kelama benzer bir eser meydana getirmenin mümkün olmadığını anlayarak susmak mecburiyetinde kalacaklardı.

[1] Hicr Sûresi, 94
[2]  Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 1/78; Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 350
[3] Hûd Sûresi, 44
[4]  Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 1/79; Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 416
[5] Karakoç Sezai, İslam’ın Şiir Anıtlarından s.11

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Buradan Bakınca Gazze / Nurettin Durman
Zulmü Alkışlayamam / Mehmet Akif Ersoy
“Kalk Ayağa” Desem Filistin… / Naz
Yaşamak İçin Öldürmeyeceksin / Şeref Akbaba
Dünden Bugüne Şarktan Garba Mevlâna / Sezai Küçük
Tümünü Göster