Meğerki değmez imiş, bütün âşklar bir âha
Şiire sığınalım, şiire ve Allah’a
Gerek sözüyle, gerekse özüyle şiire ve Allah’a sığınan bir kalemin ucundan dökülüyor bu mısralar. Yedi kat gökten sonra bir çırpıda Ona ulaşan âha, Allah lafzının ilk ve son harflerinin terkibi olan âha dünyanın bütün beşerî aşklarını feda ederek ulaşmaya çalışan bir yüreğin yarasından damlıyor bu mısralar. Yıllardır sanat bahçesinin edep yüklü güllerini deren, edebiyatımızın birçok türünde eserler veren, kelamını ve selamını okuyucunun önüne seren bir sevdalıyı kaleme almanın, bir söz ustasını söze dolamanın ne kadar zor olduğunu ancak yazıcı bilir. Ve bütün bu sözlerden sonra, sayfanın tam ortasında mürekkebi aşkla yanan bir suret belirir: Olcay Yazıcı.
Trabzon’un Sürmene ilçesinden rûhundaki âteş ile ayrılan ve göçüp gittiği şehri, İstanbul’a kar yağmış / Benim rûhuma âteş! diye selamlayan Olcay Yazıcı; memleket sevdasıyla yoğrulmuş, gurbet denizine gark olmuştur. Nitekim Hüzün Yazıları ve Yaralı Küheylân’daki yazılar bu gurbetin yeni olmadığını, bu hasretin ezelden başladığını ifşa etmektedir. Ben gurbette değilim / Gurbet benim içimde diyen Kamu’nun sesi, neyin dokuz boğumundan geçerek öz yurdun özlemiyle yanan Yazıcı’nın kalemine işlemektedir. Kat be kat artan bir hasretin ifadesi… Nihayet ise ifadenin hasreti… Hüznü bir ayet gibi içinde saklayan, kalabalığın yalnızlığında kendini ve cemiyeti sorgulayan, felsefî-ahlâkî buhranlardan çıkış yolu arayan bir kimliğin kalemi… Ve yazılan hüzünlü bir kişiliğin elemi…
Değerli hocamız Mehmet Nuri Yardım, kadim dostu Olcay Yazıcı hakkında şunları söyler: Olcay, Babıâli’nin mustarip evlâdı, çilekeş çocuğudur. Türk’ün sevdâlısı, Türkçe’nin âşığıdır. Şuuru ve şiiri memleket toprağında birlikte süren bir fikir bahçıvanıdır. Rayiha yüklü, büyüklü küçüklü çiçekler, dizilir sıra sıra. Ve bahçıvan çoktan ulaşmıştır şuurun ve şiirin kutlu sırrına…
İncisini içinde saklayan sadef gibi uzun bir sancı sürecinden sonra, kelamını ancak kemal noktasına getirdiği vakit kalemi bırakan bir anlayışın şairidir Yazıcı. İnsanın hislerine olduğu kadar fikirlerine de hitap eden şiirler, toprağı çileli bir direnişle delen; yol boyu tasavvuftan, felsefeden, imgeden ve sembolden nasiplenen; şiir goncasını derinlik, estetik ve teorik unsurlarla zenginleştiren aşk dolu, aşk kokulu bir gül gibi yanar… Yandıkça kanar ve kanadıkça dört yana akar. Zira şiir, su gibidir; zira su, en güzel şiirdir:
Buz kılıcı elifler
Bâtında gizli bir’dir
Say ki Mesih nefesi:
Su, en güzel şiirdir
Olcay Yazıcı, kendi şiiri hakkında isabetli olarak poetikasını şöyle ifade eder: Tek cümlede özetlemek gerekirse benim şiirim, geleneğe bağlı, çağdaş şiirdir. Bir ayağı kendi edebî, fikrî coğrafyamızda, öteki ayağı ile dünyayı dolanır; yerli ve bizden bir terkibin yanında, özünde evrensel güzellikleri de barındırır. Yazıcı’nın şiiri gelenekten beslenir ve geleceğe seslenir. Gerek muhteva gerekse şekil… Efil efil bir rüzgâr maziden atiye eser de, mana ve ses ufkumuzu elif elif bir çizgide birleştirir. Nesrinde Batı edebiyatına oldukça yer açan Yazıcı’nın kalemi, nazımda Türk şiirinin iki ana ayağı olan Halk ve Divan edebiyatına sarılır. Ancak şiirin kaynağı ne olursa olsun, durağı hep aynıdır:
Gökkuşağı çizgisini aşarak
Bilsem, bu aşk sana nasıl ulaşır?
Uçurumdan uçuruma düşerek
Şiir melâlimi sonsuza taşır
Şiirde sese ve ahenge ziyadesiyle önem veren Olcay Yazıcı, serbest şiirde de bu hassasiyetini tatbik eder. Aliterasyona, asonansa, kafiyeye ve kelime benzerliğine sık sık başvuran şairin gayesi, beşer kelâmının miracına ulaşmaktır. Ve şiir… Şiir ki, candan ve Canan’dan önde; gülden ve Gönül’den özge; yani ki Leyla’dan öte Mevla’dır. Şiir, sufice bir vaveyladır.
Vesselam, Olcay Yazıcı’nın dilinden şiirin şiiri dökülür âdeta. Ve gönülden damlayan son nokta, süveydayı aşan bir edayla konulur sayfalara…
Şiir elif, şiir lâm
Şiir yorumsuz kelâm
…
Şiir bir sır rüyâsı
Şiir sözün son duâsı…